19. yüzyıl sonlarında yapılan kazılarda Bergama’da ortaya çıkarılan Zeus Altarı ve benzersiz arkeolojik eserler, o dönem Osmanlı hükümetlerinin izniyle Almanya’ya satılmış-verilmişti. Dünya tarihinin en önemli tarihi buluntuları arasında sayılan eserlerin, dünden bugüne başına gelenler…
Ardına Madra Dağı’nı almış, önü sıra uzanan Bakırçay Ovası’nın üzerinde tüm görkemiyle yükselen Bergama antik kenti… Anadolu’nun en çarpıcı tarihî mekanlarından biri… MÖ 1000’li yıllarda başlayan, Hellenistik çağda gerçek gücüne ulaşan, Roma imparatorluk çağının sonuna dek tüm zenginliğiyle dillere destan olan yerleşim…
Büyük İskender döneminde başlayan beş nesillik Bergama Attalid Krallığı kısa zamanda tüm Batı ve Orta Anadolu’ya hakim olacak; herkesi haraca bağlamış Galatlara yenilgiler yaşatacak; Hellenistik çağda tüm Anadolu’nun doğal hamisi olacaktı. Attalid Kralı 2. Eumenes, MÖ 2. yüzyılda Galatlara karşı zaferi sonrasında şehri güzelleştiren ve surları güçlendiren bir dizi yapı faaliyetine girişmişti. Yapımını başlattığı ünlü Zeus Altarı ise gigantomachiae (jukantomaş) yani Olimpos tanrılarının “gigant”larla (devlerle) olan savaşı temalı rölyeflerle bezenecekti.
Zeus ve Athena’ya adanan bu sunakta Olimpos tanrılarının Bergamalıları, devlerin ise Galatları temsil ettiği düşünüldü uzun yıllarca. Yakın zamanki bulgular ışığında, sunağın bir “charisterion” (Tanrılara şükran anıtı) ve bir kurban sunağı halinde şehrin baştanrıçası Athena’ya adanmış olma olasılığı da tartışılıyor. Hiç bitirilememiş bu anıt, belki de 2. Eumenes’in Roma dönüşü Delphoi’de uğradığı suikastten sağ kurtulmasına bir teşekkür…
19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin yaşadığı ekonomik ve siyasi güçlükler, Batılıların eski eser toplamaya dair heveslerinin en yükseğe çıktığı bir döneme denk gelmişti. İngiltere British Museum, Fransa ise Louvre Müzesi ile çıtayı yükseltmişlerdi. Kendini bu alanda da gösterme ihtiyacı duyan yeni Prusya İmparatorluğu da arkeolojik kazılarla bu yarışa katılıyordu. Osmanlı coğrafyası, bu amaç için doğru hedefti. Aynı dönemde Osmanlı Devleti de giderek Almanya ile yakınlaşmaya başlamıştı.
Abdülaziz devrinin sadrazamı Keçecizade Fuat Paşa, yabancı sermayenin iktisadi ve siyasi faydalarını savunuyordu; demiryolu ve karayolu inşaı için öncelikle Batı Anadolu seçildi. İşte bu noktada, 1869’da Balıkesir-Bandırma-Ayvalık-Bergama karayolu inşaatının başına, daha önce iki kez Bergama’yı ziyaret etmiş olan Alman mühendis Carl Humann getirilecekti. Büyük bir organizasyon gerektiren bu projede 2 bin işçi çalışacaktı. Humann’ın yeteneğinin yanısıra, çok iyi konuştuğu Türkçe ve Rumcası da işlerini kolaylaştırıyordu. Şantiye merkezini de bilinçli olarak daha önce ziyaret ettiği Bergama’da kurdu. İnşaat sırasında arkeolojik kazı yaparak ortaya çıkardığı buluntuları tutkuyla biriktirmeye; fırsat buldukça da bunları Berlin’e göndermeye başladı.
Carl Humann’ın peyderpey Berlin’e gönderdiği parçaların önemi, Prusya Kraliyet Müzesi’nde heykel galerisi müdürü Dr. Alexander Conze tarafından anlaşılacaktı. Conze, Humann’ın yolladığı parçaların Romalı tarihçi Lucius Ampelius’un liber memorialis eserinde dünya harikaları arasında saydığı Bergama’daki altara ait olduğunu farketti. Bu kitapta Bergama’daki sunaktan şöyle bahsediliyordu: “40 ayak yüksekliğinde çok büyük heykelleri olan çok büyük bir mermer sunak, bir gigantomachiae’ye sahip”. Dr. Alexander Conze, bu bilgi ışığında Humann’ı eserin tamamının keşfi yönünde bir kazı metodolojisine yönlendirir. Nihayet parçalar tamamen ortaya çıktığında yolladığı telgrafta ise “İşte Attalid Hanedanı’nın fethedilemeyen egemenlik ve gurur merkezinin kalıntıları… Antik dünyanın en büyük yapıtı artık ellerimizin arasında” diye yazar.
Pergamon antik kenti aslında hiçbir zaman kaybolmamıştı. Bizans imparatorlarından Theodoros Laskaris 1250’de burayı ziyaret etmiş, geçmiş zamanın ihtişamından hayranlıkla sözetmişti. Pergamon, Aziz Yuhanna’nın bahsettiği Hırıstiyanlığın ilk 7 kilisesinden birini barındırdığı için öteden beri Avrupalı Hıristiyanların ilgisine mazhar olmuştu. Zeus Sunağı ise Yuhanna’da “Şeytanın Tahtı” olarak gönderme yapılan bir anıttan ibaretti.
1632’deki Naima Tarihi’nde de Bergama Kalesi’nden ve içerisindeki devasa mermer sütunlardan, incelikle işlenmiş mermerlerden bahsedilir. 1760’ta İngiliz gezgin Dalloway, Zeus mabedinin oldukça iyi korunmuş durumda olduğunu kaydeder. Fransız mimar Charles Texier, 1833’te Osmanlı hükümetinin girişimi ile başlayan Anadolu’daki antik yapıları tespit etmeye yönelik araştırma faaliyeti kapsamında Bergama’da ilk bilimsel çalışmayı yapar. Texier “Büyük Zeus Sunağı, anıtsal görüntüsü ile Bakırçay Ovası’na egemen bir noktada duruyor” diye yazacaktır.
Carl Humann, Prof. Conze’nin desteğiyle Prusya Kültür Bakanlığı’nı ve veliaht prens Frederick’i ikna eder. Kazı buluntularının tamamının Prusya’ya getirilmesi için gereken her türlü maddi ve diplomatik destek verilecektir. Resmî kazı izni talebi Osmanlı hükümetine iletilir ve İzmir Alman Konsolosluğu’nun idaresindeki resmî kazılar 9 Eylül 1878 tarihinde başlar. Osmanlı Devleti’nde 1874 yılından itibaren geçerli olan Asar-ı Atika Nizamnamesi, Müze-i Hümayun’un o zamanki müdürü Dethier tarafından yabancıların lehine revize edilmiştir. Buna göre kazı buluntularının üçte birlik paylar halinde, kazı yapan, arazi sahibi ve Osmanlı Devleti arasında bölüşümü öngörülmektedir. Bu yasal düzenleme Humann’ın hiç hoşuna gitmeyecektir; zira geride hiçbir şey bırakmaya niyetli değildir. Araya Alman sefaretinin girmesi, devlet kanalından ricacı olunması sonucu kanun yok sayılır ve “mücerret muamele-i cemile-i iyi mahsusa” olmak üzere buluntuların üçte ikisi Almanlara bırakılır!
Buna rağmen bu imtiyazla yetinmemeleri ve eserin tamamına talip olmaları Osmanlı Hükümeti tarafından tepkiyle karşılanır. Ancak Almanlar vazgeçmeyeceklerdir. Maddi güçlükler yaşayan Osmanlı Devleti’ne yeni bir teklifle gelirler. “Bu eserler daha önce çıkarılmış ve Berlin Müzesi’ndeki parçaların devamıdır. Berlin dışında bir yerde bir kıymeti yoktur” şeklinde argümanlar ileri sürerler. Kalan parçaları satın almak isterler. Payın devri için teklif edilen 20 bin Mark’ı kabul etmenin Osmanlı devlet müzesi yararına olacağını; çıkan parçaların Türkiye’de teşhirinin bir anlamı olmayacağını söylerler.
Osmanlı hükümeti ise tahkikat yaptırıp kazıda daha önceden bulunan ve götürülen eserlerin bile 20 bin markın çok üzerinde bir değerde olduğunu saptamıştır. Kazı izni bitimine az bir süre kala Zeus’lu ve Athena’lı parçalar da bulunur ve kazı izninin uzatılması talebi hükümete iletilir. Hükümet kazı izninin uzatılmasına karar verir. 19 Ağustos 1879 tarihli kararda Padişah 2. Abdülhamit tarafından Almanların özel bir izinden istifade ettikleri ve bunun için minnettar olmaları gerektiği ifade edilir!
1881’de Müze-i Hümayun müdürü olan Osman Hamdi Bey, bizzat Bergama’ya gidip yerinde gözlemde bulunur; kazı buluntularını teftiş eder; teşhire değer bir buluntu olmadığına hükmeder. Daha önce Bergama’da bulunmuş ve Berlin’e yollanmış iki büyük heykelin iadesi karşılığında, çıkan küçük parçaların Berlin’e nakline onay verilir. Osman Hamdi Bey, bulunan heykel sureti parçalarının Berlin’e naklinin mantıklı olduğunu söylemiş; gigantomachiae denen eserin nakledilmiş olduğunu rapora yazmış; ancak karşılığında bunun alçıdan kopyasının Türkiye’ye yollanmasını talep etmiştir. Almanların çok masraflı diyerek başta ayak direttiği sonra kabul ettiği bu şart maalesef hiçbir zaman gerçekleşmedi ve alçıdan kopya bile Bergama’ya hiç gelmedi.
Bergama Zeus Altarı, birleşmiş Reich’ın ışıltısına tarihsel bir anlam katacaktı! Prusyalılar da Bergama Attalid Hanedanı gibi yüksek kültüre katkıda bulunuyor, Hellenizmi yüceltiyorlardı. Bergamalıların zaferi, nefret edilen işgalci Galatlara karşıydı; bu eser de Almanlar için Prusya’nın Fransa üzerindeki zaferinin sembolize ediyordu! Altarın ilk teşhiri Kaiser Wilhelm’in tahttaki 25. yılı münasebetiyle Berlin’de yapıldı. Bergama sunağı, 1930 yılında inşaatı biten “Pergamon Museum”a ismini verdi. 1941’de Berlin Hayvanat Bahçesi yakınında bir yeraltı sığınağına gizlenen sunak parçaları, 1945’de “savaş ganimeti” olarak Kızıl Ordu tarafından Leningrad’a götürüldü. 1959’da Doğu Almanya’ya iade edilen eserler Berlin’deki Bergama Müzesi’ne geri döndü.
Carl Humann ise, 1896’da İzmir’de öldü ve orada gömüldü. Mezarı 1954’te Ankara’yı ziyaret eden Alman başbakanı Adenauer’in Başbakan Menderes’ten ricası üzerine Bergama’ya taşındı. Şimdi yerinde yeller esen Zeus Altarı’nın yanıbaşında yatıyor.