Kasım
sayımız çıktı

Artin Vecdi Efendi istibdadın son günü neden intihar etti?

30 yaşındaki Ermeni vatandaş Artin Vecdi, Meşrutiyet’in ilan edildiği gün olan 23 Temmuz 1908’de Ayvalık’ta intihar etti. Bıraktığı uzun mektubunda istibdat devrinde gördüğü eziyetten bahseden Artin Vecdi, gazetelerin ve haberlerin taşraya bir gün sonra ulaşmasından dolayı “Hürriyet’in ilanı”nı görememişti. Otobiyografik, toplumsal içerikli ve felsefi betimlemelerle bezenmiş benzersiz bir vasiyetname…

İstanbul 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in ilanı ile çalkalanırken, taşranın bundan haberi ancak ertesi günkü gazeteler ve vilayetlere gönderilen telgraflarla olacaktır. Aynı gün Ayvalık’ta Artin Vecdi isminde bir Ermeni intihar eder. Ardında bıraktığı vasiyetnamesinde istibdâd devrinde gördüğü zulüm ve eziyetten dolayı intihar ettiğini yazmaktadır. Gerekli incelemelerden sonra ailesine iade edilen vasiyetname, idari makamlar ve ailenin izni ile devrin en önemli gazetelerinden Servet-i Fünun’a gönderilir ve yayımlanır. Bir günlük gecikme ile Abdülhamid rejiminin yıkıldığını göremeyen, bir gün daha sabretse belki de hayatını sürdürecek olan Artin Vecdi’nin anlattıkları o devirde oldukça ilgi çeker.

Türk edebiyatının ilk pozitivist ve materyalisti Beşir Fuad’ın 1887’deki deneysel intiharı tarihimizdeki en bilinen intihardır (#tarih sayı 4, Eylül 2014, Handan İnci). Bu olaydan 21 yıl sonra 1908’de gerçekleşen Artin Vecdi Efendi’nin intiharı da, ardında bıraktığı otobiyografik, toplumsal içerikli ve felsefi betimlemelerle bezenmiş vasiyetnamesi ile belgelenen, ikinci bir özel intihar vakası olarak karşımıza çıkıyor. Bırakmış olduğu vasiyetnamesi, Servet-i Fünun’un 27 Ağustos 1908 tarihli 902. sayısında “Vasiyetnamedir” başlığı altında yayımlanmıştır. Servet-i Fünun arşivi bugün elimizde olmadığından vasiyetnamenin aslına ne olduğunu bilemiyoruz.

Artin Vecdi’nin “vasiyetname”sinin yer aldığı Servet-i Fünun mecmuasının 27 Ağustos 1908 tarihli 902. sayısı.

Bir deftere yazıldığı anlaşılan vasiyetname “Bu defter ölüm sebebimin cinayet olmadığını, hükümet nazarında ispatladıktan ve burada arkadaşlarım tarafından okunduktan sonra Balıkesir’de ebeveynime gönderilecektir” notuyla başlar.

Artin Vecdi, Balıkesir ve Bursa’da okuduğu okulları birincilikle bitirmiştir:

“Fakir bir aileye evlat olarak 31 Ekim 1879’da dünyaya geldim. Varlıkla yokluk arasında orta karar bir geçim düzeyi ile doğum yerim olan Balıkesir’de Ermeni Millet Mektebi’nde ana lisanımı tahsil ettim. 1891-92’de Balıkesir İdadisi’ne girerek 1897-98’de birincilikle ve aliyyülala derecede diplomayla mezun oldum. O zaman Karesi mutasarrıfı olan Ömer Âlî Bey’in sınavda ve mükâfat dağıtımı töreninde iltifatına mazhar olduğumdan Askeri Tıbbiye Mektebi’ne kayıt ve kabulüme müsaade istedim. Umum Mekâtib-i Tıbbiyye-i Askeriye Nezareti’ne tekrar tekrar müracaat edildiyse de cevap bile verilmedi. Ailemin fakirliği diğer ücretli mekteplere devam etmeme imkân vermedi. Mutasarrıf Ömer Âlî Bey’in emir ve onayı, 50 kuruş stajyer maaşıyla Karesi Tahrirat Kaleminde göreve başladım”.

Bursa Mülkiye İdadisi’ni de birincilikle bitirdikten sonra Dâhiliye ve Mülkiye memuru olarak kariyer yapmak ister ama bir şekilde önü kesilir:

“Göz diktiğim Dâhiliye ve Mülkiye mesleğine intisapla bir kaymakam yardımcılığı elde etmek ve o meslekte ilerleme emelinde bulunduğumdan İstanbul’a gitmek için Mutasarrıf Ömer Âlî Bey’den ricada bulundum. Talebimi kabul ve Babıâli’de bazı etkili zevata tavsiyeler vererek gitmemi kolaylaştırdı. Gittim ve tezkiremin usule aykırı olduğu beyanıyla memleketime iademe Zaptiye Nezareti Tahkik Heyeti’nce karar verildiğinden bir akşam iki, iki akşam bir, bir buçuk Mecidiye yatak parası vererek hırsız, uğursuz, câni, mücrim ve hain-i mülk ü millet olmak iddiasıyla zanlı ve suçlanan bir takım kimselerle birlikte Zaptiye Nezareti Tevkifhanesinde kilit altında kaldım. İlk posta ile memleketime dönmek üzere vapura sevk edildim. Geleceğime dönük beslediğim ümitler bu şekilde mahvedildikten sonra gerek liva gerek vilayetçe çalışmamın karşılığını elde etmek imkânı olmadığını gördüm. Derin bir üzüntü içinde her suretle benim yardımıma muhtaç aileme yük olarak bir sene boşta kaldım”.

Çaresizce döndüğü memleketinde öğretmenlik kapıları kendisine açılsa da, öğretmenliği bedbahtlık olarak gördüğünden teklifleri reddeder. Bir yandan da geçinebilmek, fakir ailesine yardım edebilmek için Karesi (Balıkesir) Mutasarrıflığına bağlı olarak geçici tahsilât işlerinde az bir ücretle çalışır. Bu yüzden çok borçlanır ve zimmetinde kalan tahsilât paralarından birazını da zimmetine geçirir.

Artin Vecdi’nin vasiyetnamesinin sonundaki tarih ve imza bölümü.

Ermeni Mektebi ve Bursa Mülkiye İdadisi arasındaki öğrenim yıllarında Fransızca’dan tercümeler yapacak kadar iyi bir dil eğitimi de almıştır. Lamartine’in Kristof Kolomb adlı eserini çevirip Mutasarrıf Mehmed Ali Aynî Bey’e ithafen yayınlamak ister. Bu sayede talip olduğu orman ondalık memurluğuna getirileceğinin müjdesi verilir:

“Mutasarrıfın Ayvalık’ı ziyaretinde Frenkçeden tercümesine başlayıp üçte birini tamamladığım Fransa’nın meşhur ediplerinden Lamartine’in Kristof Kolomb adlı eserini Balıkesir iptidai mektepleri menfaatine bağışlayacağımdan bahisle basım-yayın masraflarının üstlenilmesi halinde eseri bitireceğimi söyledim. Bu vesile ile orman memurluğu hakkında yeniden ricada bulundum. Kitap yayımlanırsa da ruhsat alındıktan sonra ithaf edilmesinin mutasarrıfa daha büyük hürmet edilmiş olacağı beyan ve ondalık memurluğuna her halde tayin olunacağıma dair Edremit orman müfettişinden aldıkları vaadin müjdesi verilmişti”.

Kapılar yüzüne kapandıkça, tüm bunların Ermeni oluşundan dolayı bunların başına geldiğini iddia eder. Durumunun kötülüğüne sebep olarak, yöneticilerin adaletsiz ve eşitsiz davranışını gösterir. Oysa gerek okullarını bitirdikten gerekse memuriyete başladıktan sonra sancağındaki mutasarrıf ve kaymakamlarla arası çok iyidir ve himayeye mazhardır. Üstelik Mutasarrıf Mehmed Ali Ayni, Faik Ali (Ozansoy) gibi o devrin önemli kültür adamları arasında bulunan idarecilerin de yakın ilgisindedir. Burada Artin Vecdi’yi himayesine alan Faik Ali (Ozansoy), daha sonra Kütahya Ermenilerinin tehcir sırasında sevkiyatlarına engel olmakla tanınacaktır.

II. Abdülhamid’in istibdad devrinde bile ülkenin her yerinde, bilhassa sarayda, Hazine-i Hassa’da çok sayıda Ermeni memur istihdam edilmiştir. Aslında II. Abdülhamid’in bakışaçısında, tebaasının Türk, Kürt, Arnavut, Ermeni, Rum, Yahudi olmasından ziyade sadakatli olmasının önemi vardır. Nice Türk’ün de sürgünlerle, hapislerle cezalandırıldığını düşünürsek, meselenin etnik köken olmadığı, II. Abdülhamid’e sadakatlerini göstermeyen veya ihanetleri tespit edilenlerin başlarına gelmeyen kalmadığı anlaşılır.

Artin Vecdi, Ermeni olduğundan zulüm gördüğünü iddia etse de “akılsız” olarak nitelendirdiği ayrılıkçı Ermenilere büyük düşmanlığı vardır. Onlar gibi vatan hainlerinin, birçok vatansever, doğru fikirli ve devlete bağlı Ermeni gençlerinin perişanlığına sebep olduklarını çekinmeden söyler.

Dinî inancı olmadığını belirtir ama müstebid yöneticilerin Allah katında sorumlu olduklarını ve mahşerdeki en büyük mahkemede Allah’a hesap vereceklerini de söyler. Büyük bir soğukkanlılıkla intiharının son anına kadar defterini doldurmuş ve felsefesini de yaparak bu dünyayı terkedip gitmiştir.

İlan-ı Hürriyet tarihinden bir gün akdem devr-i istibdâdın mezâliminden kurtulmak üzere Ayvalık’ta intihar eden Artin Vecdî Efendi. (Foto: Servet-i Fünun)

Artin Vecdi’nin intihara giden yoldaki hissiyatına dair kimi satırları (sadeleştirilmiş haliyle) şöyledir:

“Maişetim için iş aradığımda verilen sözlerin boş vaatler olduğunu bilirdim. İnanmak mecburiyeti vardı inandım. Kendimi biraz daha ümit ile aldattım. Ebeveynim benden yardım beklemeye mecbur oldukları halde ne onlara yardım edebilmemin ve ne de rezil hayatımın devamını sağlayabilmemin imkânsızlığı yavaş yavaş gözümün önünde büyüyordu. 1906/7 seneleri palamut aşarının hesaplarını vermek için sıkıştırılmaya başlandım. Burhaniye’ye istenildim fakat hesap gösterince zimmetime para geçirdiğim ortaya çıkacak. Parayı ödemediğimde azarlanacağım. Ya iş resmiyete konmadan kefillerim para verip beni kurtaracaklar ve yahut zimmetten dolayı hapsedileceğim. İyilik yaptıklarından dolayı benim yüzümden zarar gören kefillerimin yüzüne bakamayacağım. Bu uygunsuz talihim ile yükselme ümidim kalmadığını muhakkak görmemle faydasız vücudumun kâinatı lüzumsuz yere kirletmesinden feragat ettim. Malumât ve müktesebâtımla uygun olmadığını gördüğüm haksızlık ve adaletsizliklerin ardı ardına gelmesi, eşitlik kaidesi ve özgürlük nimetinden mahrumiyetin doğurduğu ümitsizliğin zorlamasıyla bende oluşan intihar fikri kuvvet buldu. Benim için en büyük kabahat Ermeni olarak doğmuş bulunmamdı. İşte yine benim için en büyük öğünme sebebim olacak şey de Ermeni olarak öldüğümdür. Devlete millete karşı lanete müstahak fikir ve hainlik besleyen ve bunun eserlerini bilfiil ispat eden birkaç akılsız Ermeni, benim gibi doğru fikirli ve devlete bağlı ne kadar gençlerin mahv u perişanlığına sebep oldu.

Devlet, hükümet, tebaası hakkında eşitsiz muamele icrasıyla neticelenen bu durumun önünü alamadığından dolayı müstebid yöneticiler mahkeme-i kübrâ olan mahşerde ve Allah katında sorumlu olup azarlanacaklardır.

Benim hayatımın son bulması benim kurtuluşumdur. Fakat yokluğumla, aileme mecbur ve borçlu olduğum görevleri yerine getirmeden bıraktığımdan dolayı hükümeti vicdanen mahkûm ederim.

Hayatın her türlü zevkini, elem ve ıstırabını tattığımdan, bence varlık ile yokluk eşit idi. Özellikle fazla yaşamanın bir müddet daha ıstırap çekmeğe, çabuk ölmenin ise bir an evvel hayat ve geçim derdi sıkıntılarının getirdiği keder ve üzüntüleri ebedî yokluğun unutulmuşluğuna atmak demek olduğunu bildikten sonra, yaşamakla ölmek arasında fark görülmeyeceği tabiidir. İntihar, insanı topluma karşı olan görevlerini yerine getirmeden ölümü hızlandırmasından dolayı ahlâken ayıplanırsa da benim hakkımda bu hükmün tatbiki müşküldür. Çünkü ben kendime karşı yerine getirmem gereken görevlerimi yapamadım. Cemiyet benden ne istifade edecek?

İntihar edenler intiharlarında fikir ve muhakeme kuvvetine sahip olmaz, intihar cinnet eseridir denilir. Pek yanlış söylüyorlar. Ben pekiyi muhakeme ederek karar verdim, kendime ve aklıma malik olarak intihar ettim. Tabanca ve bıçakla kendimi öldürmeyi vahşet saydım. Zehir kullanmak vücuda hayatın son dakikasında lüzumsuz ıstırap vermek demektir, bunu da yapmadım. Asılarak intihar etmek pek ziyade kalp zayıflığına malik olan kadınlara mahsus olduğu için bunu kendime zül addettim.

İntihar için mevcut olan diğer bütün araçları düşündüm ve en sonunda gayet tabii bir intihar tarzı seçtim. Bu da boğularak ölmekten ibarettir. Zaten ruhumla daimi ünsiyeti olan Çamlık’ta benim gibi birçok gençlerin bir takım hatıraları, aşk ve gençlik hissiyatları ile dolu olan, insanlardan uzak bir sahilde soyunarak banyo yapar gibi sakin ve soğukkanlı bir şekilde denize girmek ve yüzmeyi bilmediğim cihetle az ileri giderek deniz içinde yatmak ve tuzlu sularla midemi ve karnımı doldurarak gayet sade ve tabii bir surette ölmek. İşte kararım bu idi. Oh ne iyi fikir.

İşte 23 Temmuz 1908 Perşembe günü, güneş arza veda ederken kararımı uygulamaya koyarak dünyadan el çekiyorum. Bu satırları o zaman yazdım.

Evrakım arasında perişan bazı yazılarım var. Bunlar yayımlanmasa bile korunmalıdır. Yazılarımdan biri hayat hakkında derinlikli bir felsefi metindir. Fani hayatın zevalinden sonra baki veya ebedi hayat denilen uhrevî hayatın iyi eserden, iyi veya kötü bir isim bırakarak nâmının vücut cüzlerinin fazla payidar olmasını temin etmekten ibaret olduğunu orada tefsir ve izah etmiştim. Burada da itiraf ederim.

Hiçbir din ile mütedeyyin değil idim.

Yalnız insanda ruhaniyet-i mümtazeyi idare eden bir vicdan-ı ahlakînin varlığına ve âlemde en büyük ve en doğru bir hâkim olan istikbal ve tarih-i insanî ve beşerîden başka iltifata şayan hiçbir gücün bulunmadığına kani olduğundan nefsimi ikna ettiğimden dolayı sonra beni cezalandıracak bir kuvvet yoktur itikadındayım.

Cesedimin meydanda kalmasını arzu etmem. Bununla beraber deniz beni dışarı atarsa, bulanlar Çamlık’ta münasip bir yerde çukur kazıp defnederlerse aile fertlerime hürmet etmiş olurlar.

Validem senede bir kere gelir kederli gözyaşlarıyla toprağımı ıslatıp, güzel kokutup gider. Yaşadığım sürünmek olduğu için ölümüme validemin teessüf etmemesi lazımdır. Fakat kadın, bilhassa ana yüreği buna müsait değildir. Bütün beni tanıyanlar validemi taziye ve teselli etsinler, Ayvalık’ta almak vermek suretiyle alâkadar olduğum kimseler haklarını hükümetten arasınlar.

Sevdiğim ve taraflarından sevildiğim zevat üzerimdeki haklarını kardeşlik ve insaniyet namına helal etsinler.

Artin Vecdi’nin vasiyetnamesinin başlarında babası Haçador ve kardeşi Agop Remzi’nin mektubuna yer verilmiştir.

Pantalonumun cebinde para çantası içinde mührüm ve yüzüğüm vardır. Bunlar Sandık Emini Nikolaki Efendi Sarafi’ye tevdi olunacak ve cebimde ufak hesap defteri vardır. Onda yazılı olduğu üzere sandıktan aldığım paralara karşılık maaş senetlerim tanzim ve mahsup edildikten sonra kalan borcum ailemden istenecektir. Ayvalık’ta gerek bugün oturduğum ve gerek evvelce oturduğum evlerdeki eşyalarımın müfredatını kardeşim Şahnazar bildiğinden Ayvalık’a gelerek borçlarımı ödeyip, eşyamı alıp valideme gönderecektir. Borçlarımın ayrıntısını tetkike ve ödeme şeklini ebeveynimle istişareye Nikolaki Sarafi Efendi memur ve vicdanen kardeşlik hukuku namına mecburdur. Ahlakî vicdana güvenimi ve gereklerine bağlılığımı itiraf ettiğimden hukukuna tecavüz ettiğim kimselerin affını, şefkatini ve esirgemesini isterim.

“Devlet ve millete necat.
Cemiyet-i sadıkaya sabr u sebat.
Babama metanet.
Valideme diğer evlatları hakkında fart-ı muhabbet.
Kardeşlerime samimiyet.
Akrabama sükûnet
İhvanıma ibret.
Oynaşlarıma meserret temenni ederek ayrılmak üzere bulunduğum şu dünya üzerinde benim gibi sefiller için yegâne kurtuluş çaresi olan intihara, bu alçak dünyaya olan muhabbetim sebebiyle lanet.
Ey otuzuncu sene-i hayatımın mebde’i!
Ey bahar-ı tabiat!
Ey uzviyet-i müteessire!
Ey hassasiyet-i me’yûse!
Sizi terk ile gidiyorum.”

Artin Vecdi’nin dramatik intiharına sahne olan Ayvalık-Çamlık sahilinin günümüzdeki görünümü.

“Ey otuz senelik hayatımın çeşitli olaylarına adil şahit olan yüce kâinat! Haklı olan itiraflarımdan dolayı azarlanmaya layık olmadığımı dostlarım vasıtasıyla herkesin kalbine ilham et. Daha fazla yazmak ve söylemek daha ziyade müteessir olmayı icap edecek. Hâlbuki ben azap ve ıstıraptan kurtulmak için ölmeye acele ediyorum. Şu halde vakti geçirmeden kararımı icra edeceğim.

Muhabbet ve teveccühlerine mazhar olduğum ve kendileriyle sıradan münasebetim olan zevattan kusurlarım için af ister ve kâinata veda eder giderim.

Baki yalnız kâinat ve intizam-ı uzviyyattır.

Bunları ihlal ve tarumar edecek olan inkılâb-ı cemiyet bütün yeryüzü sakinlerini ıstırap hissinden kurtaracağı için kutsanmaya layıktır. O zaman ruhum şâd olacaktır.

Bir asır, bir sene, bir ay, bir hafta, bir gün, bir saat, bir dakika, bir saniye, bir an evvel bu müthiş inkılâbın meydana gelmesini temenni ile insanlığın bu süfli hayattan kurtulmasını dilerim”.

23 Temmuz 1908 Perşembe Ayvalık-Çamlık
Artin Vecdî

Artin Vecdî’nin babası ve kardeşi:

‘Zavallı, ne olurdu bir gün daha sabretseydi’

Artin Vecdî’nin intihar mektubunu Servet-i Fünûn gazetesine veren babası ve kardeşi “herhalde istibdâd devrinin tesirleri ile intihar etti” demişlerdi.

“İstibdâdın yürürlükte olduğu zamanlarda ortaya çıkan esef verici hallere kurban giden çeşitli milletlere mensup vatan fedailerinden biri de ehl-i irfan tarafından geçmişteki hususi durumu bilinen biraderim Artin Vecdî Efendi idi.

Özgürlük ve eşitliğe sahip olmadığından fevkalade ümitsiz- liğe kapılarak Kânûn-ı Esâsî’nin ilanından bir gün önce Ayvalık’ta intihar etmişti. Kendi kalemiyle yazıp bırakmış olduğu tarihçe-i hayatı ve itirafları hayatının son dakikalarında yazılmış oldu- ğundan pek kıymetlidir. Biçare birader her halde istibdâd dev- rinin tesirleri ile intihar etti. İşte bu tarihçe-i hayatı gazetenize [Servet-i Fünûn] takdim eyledim. İntiharın Temmuz’un onuncu Perşembe günü gerçekleşmesi istibdâd devrinde son nefesini verdiğini gösterir. Zavallı, ne olurdu bir gün daha sabretseydi.

Satırlara döktüğü itirafları Ayvalık kaymakamı Baha Bey vasıtasıyla liva mutasarrıfı Mehmed Ali Aynî Bey’e verilmiş, mutasarrıfın emriyle müteveffanın pederine gönderilmiştir. İşbu vasiyetname livanın mülki ve askerî memurları tarafından mütalaa edildikten sonra bir nüshasının gazetenize gönderilmesi uygun bulunmuştur. Bâkî vatana selâmet, cemiyete muvaffakiyet duasıyla söze son verilir efendim”.

16 Ağustos 1908
İmzalar
Pederi: İstanbullu Haçador Haşmaderyan
Biraderi: İdadî-i Mülkî talebesinden Agop Zihnî