Kasım
sayımız çıktı

Bir zamanlar Amerika’da

Belki de seksenli yılla­rın tek kanallı televiz­yonunun gözdesi Dallas dizisi yüzündendir, bizde ABD dendiğinde akla en çok gelen şeylerden biri de Teksas’tır. Hâlbuki aslında Teksas, eğer yanlış bilmiyorsam Amerika Birleşik Devletleri’ne en son katılan bölgelerden biri. Arka­daşlar ondan önce kendi baş­larına bağımsız bir cumhuri­yet, cumhuriyeti ilan etmeden önce de Meksika’nın bir par­çası. Tabii daha da geriye gide­cek olursak illa ki Kızılderililer var, orası ayrı da, işte sırasıyla Fransız, İspanyol ve Meksika egemenliğine girmiş bir toprak.

İşte bu Teksaslılar, Meksi­ka egemenliği altında yaşarken, Meksika hükümetinin Yeni Meksika kurma peşinde yap­tığı anayasa değişiklikleri ve dayattıkları katı merkeziyetçi tutum, Teksas’ın nüfus yapısı­nın Meksika’dan farklı olarak daha çok İngilizce dilli yerle­şimcilerden oluşmasıyla birle­şince tatsızlık çıkıyor. Aklımda kaldığı kadarıyla bu anayasal değişikliklerle gelen başkan­lık sistemi, başkana meclisi de anayasa mahkemesini de yok sayma hakkı veriyor, ki yanlış bilmiyorsam diktatörlüğün de tanımı bu zaten. E diğer yan­dan Teksaslı, artık o zamanlar petrolü yok, Dallaslar, Ceyar­lar zaten hiç yok, gariban bir halk diyebiliriz, bu işten hoş­lanmıyor. Yani kültürel farklı­lıklar var, dil desen yine farklı ama Meksika dediğim dedik­çi bir tutum içinde bu farklı­lıkları reddediyor. Hatta ABD vatandaşlarının Teksas’a, yani Meksika topraklarına iltica et­melerini falan yasaklıyor ama Trump gibi ABD-Meksika sını­rına duvar örmeyi falan düşü­nüyorlar mı, onu bilmiyorum.

Artık bir noktadan sonra “Teksaslı diye bir şey yoktur, laf arasında Meksika, Teksika diye konuşurken bunlara da Teksi­kalı denmiş, sonra zamanla Tek­saslı olmuştur,” falan mı demiş­ler o kadarını bilemiyorum, ama bir şekilde Teksaslılar’ın canına tak ediyor ve isyan bayrağı açı­yorlar. Teksaslılar, önce Meksi­kalılara, “Yahu bir arada yaşaya­lım, şu anayasaya geri dönelim,” diyorlar ama Meksikalılar oralı olmayınca, “Biz de kendi kendi­mizi yönetiriz arkadaş,” diyerek özyönetim ilan ediyorlar. Tabii bu arada kendileriyle aynı dili konuşan ve 50-60 yıl önce ku­rulmuş olan komşuları Birleşik Devletler’den de gönüllüler bi­rer-ikişer Teksas’a geliyor.

Kendisine ‘Karpatlar’ın Maradonası’ misali ‘Batı’nın Napolyonu’ dedirten Meksika Başkanı Santa Anna savaş ilan ediyor, Teksas’a giriyor ve tek bir Teksaslı terörist kalmayın­caya kadar, ordusu teslim olan­ları bile öldüre öldüre Alamo Kalesi’ne kadar ilerleyerek Joh­nny Cash’in de “Remember the Alamo” ağıdında bahsettiği Ala­mo Katliamı’nı gerçekleştiriyor. Alamo’da Meksika ordusunun kuşatmasına iki hafta direnen Teksaslı askerlerin hepsi öldü­rülüyor. Bu askerlerin arasında John Wayne’in sinemada can­landırdığı Davy Crockett de var. Sadece bir kadını, “Git bunu di­ğer Teksaslılar’a anlat” diye sağ bırakıyorlar.

Ha nedir? Bu kanlı olayın ar­dından, daha önce asker topla­makta güçlük çeken macerape­rest Teksas ordusu, önce geri çe­kiliyor ama kısa süre içerisinde daha fazla askerle toparlanıyor, Meksika ordusuna saldırıyor ve savaşı kazanarak bağımsız Teksas Cumhuriyeti’ni kuruyor. Teksaslıları Alamo’da öldüre­rek sindirdiğini zanneden Santa Anna önce Teksas’ı kaybediyor, on yıl sonra falan Teksas ABD’ye katılınca tekrar geri kazanmaya çalışırken yine yeniliyor ve o çok özendiği Napolyon gibi kendi ül­kesi tarafından sürgüne gönde­rilerek tam manasıyla ‘Batı’nın Napolyonu’ oluveriyor.

Elbette tarihin ‘eğer’i olmaz ama, bir ihtimal Santa Anna, Teksaslıların (ve kendisine itiraz eden diğer Meksika vilayetleri­nin) itirazlarına rağmen anaya­sayı değiştirip kendini tek yetkili başkan ilan etmese belki Teksas bugün hâlâ Meksika’nın olacaktı. Tabii o zaman ne Dallas, ne Ce­yar ne de Sue Ellen olurdu ama en azından yüzlerce insan bir adamın inadı yüzünden ölmezdi.