Belki de seksenli yılların tek kanallı televizyonunun gözdesi Dallas dizisi yüzündendir, bizde ABD dendiğinde akla en çok gelen şeylerden biri de Teksas’tır. Hâlbuki aslında Teksas, eğer yanlış bilmiyorsam Amerika Birleşik Devletleri’ne en son katılan bölgelerden biri. Arkadaşlar ondan önce kendi başlarına bağımsız bir cumhuriyet, cumhuriyeti ilan etmeden önce de Meksika’nın bir parçası. Tabii daha da geriye gidecek olursak illa ki Kızılderililer var, orası ayrı da, işte sırasıyla Fransız, İspanyol ve Meksika egemenliğine girmiş bir toprak.
İşte bu Teksaslılar, Meksika egemenliği altında yaşarken, Meksika hükümetinin Yeni Meksika kurma peşinde yaptığı anayasa değişiklikleri ve dayattıkları katı merkeziyetçi tutum, Teksas’ın nüfus yapısının Meksika’dan farklı olarak daha çok İngilizce dilli yerleşimcilerden oluşmasıyla birleşince tatsızlık çıkıyor. Aklımda kaldığı kadarıyla bu anayasal değişikliklerle gelen başkanlık sistemi, başkana meclisi de anayasa mahkemesini de yok sayma hakkı veriyor, ki yanlış bilmiyorsam diktatörlüğün de tanımı bu zaten. E diğer yandan Teksaslı, artık o zamanlar petrolü yok, Dallaslar, Ceyarlar zaten hiç yok, gariban bir halk diyebiliriz, bu işten hoşlanmıyor. Yani kültürel farklılıklar var, dil desen yine farklı ama Meksika dediğim dedikçi bir tutum içinde bu farklılıkları reddediyor. Hatta ABD vatandaşlarının Teksas’a, yani Meksika topraklarına iltica etmelerini falan yasaklıyor ama Trump gibi ABD-Meksika sınırına duvar örmeyi falan düşünüyorlar mı, onu bilmiyorum.
Artık bir noktadan sonra “Teksaslı diye bir şey yoktur, laf arasında Meksika, Teksika diye konuşurken bunlara da Teksikalı denmiş, sonra zamanla Teksaslı olmuştur,” falan mı demişler o kadarını bilemiyorum, ama bir şekilde Teksaslılar’ın canına tak ediyor ve isyan bayrağı açıyorlar. Teksaslılar, önce Meksikalılara, “Yahu bir arada yaşayalım, şu anayasaya geri dönelim,” diyorlar ama Meksikalılar oralı olmayınca, “Biz de kendi kendimizi yönetiriz arkadaş,” diyerek özyönetim ilan ediyorlar. Tabii bu arada kendileriyle aynı dili konuşan ve 50-60 yıl önce kurulmuş olan komşuları Birleşik Devletler’den de gönüllüler birer-ikişer Teksas’a geliyor.
Kendisine ‘Karpatlar’ın Maradonası’ misali ‘Batı’nın Napolyonu’ dedirten Meksika Başkanı Santa Anna savaş ilan ediyor, Teksas’a giriyor ve tek bir Teksaslı terörist kalmayıncaya kadar, ordusu teslim olanları bile öldüre öldüre Alamo Kalesi’ne kadar ilerleyerek Johnny Cash’in de “Remember the Alamo” ağıdında bahsettiği Alamo Katliamı’nı gerçekleştiriyor. Alamo’da Meksika ordusunun kuşatmasına iki hafta direnen Teksaslı askerlerin hepsi öldürülüyor. Bu askerlerin arasında John Wayne’in sinemada canlandırdığı Davy Crockett de var. Sadece bir kadını, “Git bunu diğer Teksaslılar’a anlat” diye sağ bırakıyorlar.
Ha nedir? Bu kanlı olayın ardından, daha önce asker toplamakta güçlük çeken maceraperest Teksas ordusu, önce geri çekiliyor ama kısa süre içerisinde daha fazla askerle toparlanıyor, Meksika ordusuna saldırıyor ve savaşı kazanarak bağımsız Teksas Cumhuriyeti’ni kuruyor. Teksaslıları Alamo’da öldürerek sindirdiğini zanneden Santa Anna önce Teksas’ı kaybediyor, on yıl sonra falan Teksas ABD’ye katılınca tekrar geri kazanmaya çalışırken yine yeniliyor ve o çok özendiği Napolyon gibi kendi ülkesi tarafından sürgüne gönderilerek tam manasıyla ‘Batı’nın Napolyonu’ oluveriyor.
Elbette tarihin ‘eğer’i olmaz ama, bir ihtimal Santa Anna, Teksaslıların (ve kendisine itiraz eden diğer Meksika vilayetlerinin) itirazlarına rağmen anayasayı değiştirip kendini tek yetkili başkan ilan etmese belki Teksas bugün hâlâ Meksika’nın olacaktı. Tabii o zaman ne Dallas, ne Ceyar ne de Sue Ellen olurdu ama en azından yüzlerce insan bir adamın inadı yüzünden ölmezdi.