Sosyal eşitsizliğin ve gelir adaletsizliğin sembol ülkelerinden Brezilya’da 21 yıllık askerî darbe döneminden sonra dönüşümlü olarak iktidara gelen iki büyük parti geniş halk kitlelerini hayal kırıklığına uğratınca, 28 Ekim 2018 seçimlerinde başkanlık koltuğu aşırı sağcı, eski yüzbaşı Jair Messias Bolsonaro’ya kaldı. Latin Amerika’nın en büyük ülkesi, faşizan, ırkçı, homofobik söylem ve eylemleriyle dikkati çeken yeni başkanı nasıl kabul etti?
Latin Amerika’nın vicdanı denebilecek Eduar do Galeano’nun (1940-2015) “Brezilyalıların yarısı yoksul ya da çok yoksuldur, ancak Lula’nın ülkesi dünya pazarında Mortblanc dolmakalemlerinde ikinci, Ferarri otomobillerinde dokuzuncudur ve Sao Paulo’nun Armani mağazaları New York’takinden fazla satış yapar” demesinin üzerinde 15 yıl geçti. Oranlarda değişiklikler olsa da Brezilya esasta bir “toplumsal apartheid” ülkesi kalmaya devam etti. Zenginlerin İsviçre, yoksulların Hindistan’daki gibi yaşadığı bir ülkeden söz ediyoruz.
2018 için World Inequality’in verdiği oran, milli gelirin %30’unun %1’e ait olduğudur. İlk altı milyarderin varlığı, en yoksul 100 milyonunkine, yani Brezilya nüfusunun yarısına eşit. Sao Paoulo’da toplam konutların %25’inin sahipleri mülk sahiplerinin %1’inden ibaret. Brezilya’da 6 milyon aile barınaksız ve 7 milyon konut boşta. Ülke başkanlık sistemiyle idare ediliyorsa da son birkaç yıldaki olayların gösterdiği üzere adalet ve savunma kurumlarının bu sisteme ortaklığı söz konusu. Fiilen bir tür yarı başkanlık sistemi yürürlükte denebilir.
Otuz yıllık döneme son veren seçim
Brezilya’da 28 Ekim 2018 seçimleri, askerî diktatörlük sonrasında siyasal yaşamı belirleyen iki partinin ağır darbe yemesiyle sonuçlandı. Eski başkan iktisatçı Fernando Cardoso (PSDB-Brezilya Sosyal Demokrat Partisi) ve Lula’nın (PT-Emekçiler Partisi) temsil ettiği akımların başkanlığından sonra artık yeni bir devir açılıyor. Askerî diktatörlüğün 1985’te sona ermesinden bu yana yapılan sekizinci seçimde sabık yüzbaşı Jair Messias Bolsonaro (Sosyal Liberal Parti-PSL), Latin Amerika’nın en büyük ve dünyanın yedinci büyük ekonomisine sahip Brezilya’nın başkanı seçildi. İki turlu seçimin son turunda ilkinden %10 fazla oy ile 209 milyonluk ülkede 55 milyon seçmenin desteği ile beklenen bir zafer kazandı. Seçim kampanyasını faşizan, ırkçı, kadın düşmanı bir söylemle sürdüren yeni başkan, 30 yıllık bir aradan sonra ülkenin siyasetinde köklü bir değişimin göstergesi.
Jair Bolsonaro açıkça askerî diktatörlük dönemini övdü; askerlerin yanısıra Kilise’nin denetlediği bir iletişim ağını ve yakınlarının topladığı paralarla özellikle büyük kentlerdeki en yoksul kesimlere yönelik bir dayanışma ağı örgütleyen Evanjelist kiliselerin desteğini aldı. Bolsanoro’nun başkanlığının ülkenin siyasal ve toplumsal hayatında önemli bir dönemeç olduğu konusunda herkes kendi açısından hemfikir.
2002-2016 arasında iktidardaki PT’yi (Emekçiler Partisi) hedefine oturtan Bolsonaro, seçim sonrasında da bu partiyi, PSOL’u (Sosyalizm ve Özgürlük Partisi), Brezilya’nın alameti farikası haline gelen MST (Topraksızlar Emekçiler Hareketi) ve MTST’yi (Barınaksız Emekçiler Hareketi) açıkça “terörist” olarak niteleyerek bir içsavaş çağrısında bulundu.
Donald Trump hayranı yeni başkan, 1973’te Salvador Allende’yi öldürüp kanlı bir diktatörlük kuran General Pinochet’in de bir hayranı. Trump + Pinochet kokteyli, özellikle son beş yıldaki gelişmeler sonucunda geniş kitlelerin diktatörlük sonrası Bezilya’da ardarda iktidara gelen iki büyük partiye güvensizliğin pekişmesinin ürünü. İktidardaki partilerin yaptıkları yolsuzluklar karşısında sistem karşıtı gibi gözüken bir pozisyon kazanan Bolsonaro, henüz kamu sektörünün elinde olan hemen hemen bütün işletmeleri özelleştireceğini; ücretleri düşüreceğini; en yoksulların yararlandığı sosyal programlarda büyük kısıtlamalar yapılacağını ve emeklilik sisteminin dağıtılacağını şimdiden bildirmiş olan ultra liberal Paulo Guedes’i Ekonomi Bakanı olarak atadı. Savunma Bakanlığına ise eski bir general atandı. Brezilya’da çok ciddi bir toplumsal sorun olan ve köylülerin cebren topraklarından sürülmesine yol açan endüstriyel tarımın temsilcileri de hükümette yer alacak. Adalet Bakanlığına ise muhafazakar yargıç Sergio Moro geçecek. Moro, eski başkan ve PT’nin tarihî önderi Lula bütün kamuoyu araştırmalarında önde gözükürken, seçim kampanyası sırasında kendisini hapishaneye gönderen yargıç!
Takım tamamlanmış durumda. Dilma Roussef ‘in düzmece bir yolsuzluk davası sonucu “parlamenter bir darbe” ile indirilmesinden sonra, Lula da “deniz kenarında üç katlı bir evi yolsuzlukla edindi” gibisinden hiçbir delile dayanmayan bir iddiayla hızla hapsedilmişti. Şimdi de birkaç yıl öncesine kadar kimsenin aklının ucundan geçmeyen, askerî diktatörlük dönemini özlemle anan biri başkan seçilmiş bulunuyor.
2018 yazında yapılan kamuoyu araştırmalara göre, eski başkan ve PT lideri Lula’nın Ekim 2018’deki seçimlerinde ilk turda %40’la açık ara önde gittiği görülüyordu. Ancak birkaç hafta içinde her şey değişti ve seçmen tam ters yönde, aşırı sağcı bir adayı iktidara getirdi. Seçim kampanyasından önce çok tanınmayan Jair Bolsonaro’nun başarısı, İspanyol El Pais gazetesinin de yazdığı gibi, Latin Amerika’nın önemli bir kısmındaki siyasal cehaletle izah edilemez ve sonuçlar seçmen tabanındaki bu büyük kaymayı açıklamaktan uzak.
Brezilya’nın karşı karşıya olduğu sorunları anlamak için iki dinamiğe dikkat etmek gerekir: 1888’de ancak sona eren kölecilik döneminin ağır izlerini taşıyan derin toplumsal eşitsizlikler ve kıtanın en büyük ve en güçlü ülkesi olmasının getirdiği bölgesel eşitsizlikler.
Toplumsal ve coğrafi bu iki eşitsizlik 2003’te kısmen giderilmiş olsa da tarım reformunun etkisiyle giderek artmış bulunuyor. Kırsal nüfus peyderpey kentlere yığılmış durumda. Rantiye tarımının (GDO’lu soya, portakal, şekerkamışı, bir kısım biokarbür vd.) gelişmesi ve Amazon bölgesi başta olmak üzere maden çıkarımının yaygınlaşması, devasa bir özelleştirmeye eşlik etti. Bütün bu arazilerin “fethi”, yoksullara, yerlilere ve 19. yüzyılda kölelikten kaçıp buralarda “özerk” bölgeler oluşturan siyahların büyük toprak sahipleri tarafından kiralanan ve finanse edilen suç çeteleri tarafından sürülmelerine ve topraksız köylülerin böylece kentlerde barınaksız “kent göçmenleri” haline dönüşmesine neden oldu. Brezilya anayasası konut hakkını garanti altına almış olsa da, evsizlerin sayısı 25 milyon dolayında.
Yolsuzluk, ülke siyasetini neredeyse belirliyor. Kimi araştırmalar yedi yılda 18 milyar Dolar dolayında, Bolivya gibi küçük bir ülkenin millî gelirine eşit bir yolsuzluğun yaşandığını göstermekte.
24 milyon insan sokağa çıkmıştı
Haziran 2013’te genelde siyasal sisteme meydan okuyan gösteriler, ülkenin siyasal hayatında yeni bir arayışın da göstergesiydi. Esas olarak gençlerden oluşan 24 milyon insan bir dizi kentte sokaklara çıkıp ulaşım hizmetleri, eğitim ve sağlık gibi temel konularda taleplerini ortaya koymuş; 2014 Dünya Kupası inşaatları gibi devasa harcamalara karşı çıkmışlardı. O güne kadar PT’nin geleneksel toplumsal tabanı olan özellikle kentli yoksul kesimler bu gösterilerde yer almışlardı.
Bu gösteriler, Brezilya siyasal sistemin bir genetik hastalığı olan yolsuzlukları bahane eden gerici muhalefetin de sokağa çıkmasına vesile oldu. Hükümet, gösterilerin bu yanını da görerek işi yavaştan aldı. PT’nin içinden çıktığı sendika merkezi CUT ve onun destekleyenler ne olup bittiğini anlayamadılar, kendilerini bu gösterici karmaşasından ayırtetmeye çalıştılar ve bunu başaramadılar. Oysa bu hadiseler, PT’nin kendini toparlaması için bir ikazdı. Böylece muhalefet, PT’nin bıraktığı boşluğu doldurmaya yöneldi. Dilma Roussef ‘i yolsuzlukla itham ederek onu devirmeyi hedef olarak seçti.
Ekim 2014’te Dilma Roussef ikinci kez başkan seçildiyse de, artık siyasal inisiyatifi kaybetmişti. O zamana kadar PT’nin en yoksul kesimleri gözeterek oligarşinin çıkarlarını da zedelemeden sürdürdüğü politikası da çıkmaza girdi. Gösteriler ve krizin başgöstermesi karşısında egemenlerle PT arasında kopuş gerçekleşti ve oligarşi artık hükümet değişikliği ile sınırlı olmayan bir rejim değişikliğini gündeme getirdi.
Parlamenter darbe
Brezilya ekonomisi 2014’ten bu yana 1929’dan beri benzeri olmayan bir krize girmiş bulunuyor. 2013’te boy veren gösterilerin de yarattığı güvensizlik ve belirsizlik ortamında, dünya ekonomisinin gidişine de uygun olarak bir yavaşlama ve gerileme sözkonusu. Böylece 2003’ten 2013’e hükümete eleştirel destek veren egemenler, 2013’den 2015’e ılımlı bir muhalefet peşindeyken bu tarihten itibaren Dilma Roussef ‘e itham ederek cepheden taaruza geçtiler. PT’nin ayakta kalmak için yürüttüğü kemer sıkma politikası da kendi tabanında kaymalara neden oldu.
Ekonomik stagnasyon ile vergilerin artması; enflasyonun etkisiyle ortalama gelirin düşmesi; yönetim çevrelerindeki yolsuzluklar; kentsel şiddetin artması; örgütlü suçların gemi azıya alması; toplumun en geri kesimlerinin ırkçı, kadın düşmanı tepkisi “istikrar”ı kökünden sarstı.
Ocak 2019’da resmen göreve başlayacak olan Bolsanario, bugün ve Brezilya’da özel bir görevi olan polisin (bir tür özel kuvvetler) tam desteğine sahip olduğu gibi, Evanjelist kilisenin ve toplumun en gerici kesimini oluşturan toprak sahiplerinin de (Sığır-silah-Kutsal Kitap) tam desteğine sahip. Temsilciler Meclisinde diğer sağ partilerle birlikte çoğunluğa sahip olan Bolsanaro döneminde, sivil kurumlardan bir hayır beklemek yanılsamaya kapılmak anlamına geliyor.