Gerek İstanbul’un fethinden önce gerekse sonrasında, Çanakkale Boğazı’na hakim olmak, başkentin ele geçirilmesi, savunulması ve güvenliği için en önemli şarttı. Venediklilerden İngilizlere, Ruslara ve 18 Mart 1915’e kadar Boğaz saldırıları ve ablukalar tarihi.
Anadolu ve Rumeli arasında önemli bir geçit noktası olması açısından taşıdığı stratejik konum dolayısıyla, Osmanlı Devleti için İstanbul’un fethinden çok daha önce, Orhan Bey döneminden başlayarak mutlaka hakim olunması gereken bir yer olmuştur Çanakkale Boğazı. Boğazlar’ı tutma düşüncesi, İstanbul’un fethinden önce Anadolu’dan Rumeli’ye geçişlerin güvenliğini sağlamak, “fetihten” sonra ise düşman donanmalarının Çanakkale Boğazı’ndan geçmesini engelleyerek İstanbul’un güvenliğini sağlamaya yönelikti.
Çanakkale Boğazı, coğrafî ve stratejik konumu dolayısıyla her zaman “İstanbul’un kapısı”, İstanbul’u koruyan ileri karakol noktası olarak olarak görülmüştü. Nitekim Çanakkale Boğazı’nda inşa edilen kalelere verilen “Kilidü’l-bahir” (Denizin Kilidi), “Seddü’l-bahir” (Denizin Seddi) gibi isimlerle, Çanakkale Boğazı’nın İstanbul’un savunulması ve güvenliği açısından ne derece önemli olduğuna vurgu yapılmıştır.
Osmanlı Beyliği, Orhan Bey zamanında Çanakkale Boğazı’na kadar yayılmıştı. Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın Rumeli’deki faaliyetleri sonucunda ele geçirdiği Çimpi Kalesi, Viyana önlerine kadar ilerleyecek Osmanlı fetihlerinin ilk basamağı oldu. 1354’de fethedilen Gelibolu ise Anadolu’dan Rumeli’ye güvenli geçiş için Osmanlıların önemli bir üssü haline geldi. Gelibolu’yu tahkim eden Süleyman Paşa, hemen karşıda Anadolu yakasında bulunan Çardak mevkiine de bir kale inşa ederek Anadolu’dan Rumeli’ye geçişi güvenlik altına aldığı gibi Çanakkale Boğazı’ndaki ilk Osmanlı tahkimatını da kuran kişi olmuştur.
Yıldırım Bayezid, İstanbul’u kuşattığında Bizans’ın yardımına gelen kuvvetleri engellemek için Çanakkale Boğazı’nda bazı önlemler almıştı. İlk defa Yıldırım Bayezid döneminde “Boğaz Muhafızlığı” kurulmuş ve Gelibolu kasabası üzerinde bir kale kurulmuştu.
Osmanlı tarihinde Boğazlar, İstanbul’un fethine kadar Anadolu yakasından Rumeli’ye geçişte önemli bir geçit noktası olarak stratejik önem taşımaktaydı. Ordu ve mühimmatın emniyet içinde Rumeli yakasına geçirilmesi başlıca bir sorundu ve o devirde güçlü bir donanmaya sahip olmayan Osmanlı Devleti’nin önüne engeller çıkmaktaydı. 1444’te Çanakkale Boğazı’nı ablukaya alan Haçlı donanması II. Murad’ın Edirne’ye ordunun başına geçişine mani olmuş, II. Murad İstanbul Boğazı üzerinden Rumeli yakasına geçebilmişti.
“İstanbul’un” fethine kadar Osmanlı kuvvetlerinin Anadolu-Rumeli arasındaki geçişleri sürekli bir tehdit ve tehlike altında olmuştu. Fatih’in, İstanbul kuşatmasında Avrupa’dan Bizans’a yardıma gelen gemilerin geçişine engel olunamamış ve bu yardım gemileri İstanbul’a ulaşmıştı. Bu hadise Fatih’in Çanakkale Boğazı’na verdiği önemi arttırmıştı. Nitekim 1463’te Ege’den İstanbul yönüne gelecek düşman donanmalarını engellemek için Çanakkale Boğazı’nın en dar yerine karşılıklı olarak iki kale yaptırmıştı. Anadolu yakasındaki kaleye Kale-yi Sultaniye (Çanakkale) Rumeli tarafındakine Kilidü’l-bahir (Kilitbahir) adı verilmişti. İnşa edilen kalelerin maksada uygun olduğu, 1464’de Venedikliler tarafından yapılan Boğazı geçmek teşebbüsünün akamete uğratılmasıyla anlaşılmış oldu. 1645’te başlayıp 1669’a kadar uzayıp giden Girit Seferi sırasında Venedik donanması 1648’de Çanakkale Boğazı’nı ablukaya almıştı. Osmanlı gemileri Boğaz’dan çıkamadığından için Girit’e asker ve mühimmat gönderilemiyordu. Ayrıca Venedik donanmasının Çanakkale Boğazı istihkâmlarını aşıp İstanbul önüne gelme ihtimali de ciddi bir tehlike oluşturuyordu. 1657 yılında dokuz yıl süren Venedik ablukası Köprülü Mehmet Paşa’nın Çanakkale Boğazı’nda yaptırdığı istihkâmlar ve donanma işbirliğinde Venedik donanmasıyla yapılan çetin bir mücadeleden sonra galip gelerek Boğaz’ı ablukadan kurtardı.
Venedik donanmasının ablukası, Boğaz müdafaasının yetersizliğini ortaya koymuştu. İstanbul’un güvenliği açısından Çanakkale Boğazı savunmasının güçlendirilmesi için Köprülü Mehmet Paşa’nın girişimleriyle Padişah IV. Mehmed ve Valide Turhan Sultan’ın emriyle Çanakkale Boğazı tahkimatı başladı. 1659’da Çanakkale Boğazı’nın çıkışında Rumeli yakasında Seddülbahir, Anadolu yakasında Kumkale isimleri verilen iki kale inşa edildi.
Bu kalelerden Seddülbahir Kalesi’nin bütün masrafının Valide Hatice Turhan Sultan tarafından karşılandığı ve 1661’de Valide Sultan’ın yaptırdığı kaleyi görmek üzere Seddülbahir’e bir ziyarette bulunduğu da bilinmektedir. Osmanlı hanedanında hanım sultanlar çoğunlukla dinî-sosyal yapılar inşa ettirmekte iken Turhan Sultan’ın yaptırdığı kale, Osmanlı tarihinde hanım sultanların yaptırmış olduğu askerî mimarinin nadir örneklerindendir.
Çanakkale Boğazı, 18. yüzyıla kadar Venedik ya da Haçlı donanmaları tarafından tehdit edilmişken, 1770’te sürpriz bir tehdide maruz kalmıştı. 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Baltık Denizi’nden yola çıkan General Orlov komutasındaki Rus donanması, İngiliz Amirali Elphinstone’un danışmanlığında Cebel-i Tarık’tan geçerek Akdeniz’e ulaşmıştı.
Rus donanmasının Türk sularına ilerlediği Fransa tarafından haber verilmesine rağmen Osmanlı hükümeti, Rusların Akdeniz’de bir dayanak noktaları olmadığını ileri sürerek işi ciddiye almamış ve bunu bir yanıltmaca olarak kabul etmişti. Hatta ricalden bazıları, Baltık’tan Akdeniz’e bir donanmanın ulaşmasının imkansızlığını dahi ileri sürmüştü.
Rus donanmasıyla Osmanlı donanması arasında 1770’in Mart ayından Temmuz ayına kadar süren mücadele, 7 Temmuz 1770’te Çeşme limanında Osmanlı donanmasının yakılarak imha edilmesiyle sonuçlandı. Bundan cesaret alan General Orlov, İngiliz amiralin de teşvikiyle İstanbul’u hedef alarak Çanakkale Boğazı’na taarruz hazırlığı yaptı. Bu ciddi tehdit üzerine Osmanlı hizmetinde bulunmakta olan Baron de Tott, Boğaz’daki savunmayı tahkim için Çanakkale’ye gönderildi. Baron de Tott kısa zamanda kalelerdeki topları takviye ettiği gibi, yeni tabyalar vücuda getirerek savunmayı kuvvetlendirdi. Rus donanması onbeş gün boyunca Boğaz’ı zorladıysa da başarılı olamayarak geri dönmek zorunda kaldı.
1807’deki Osmanlı-Rus savaşında Rusların müttefiki olan İngilizler bir donanma ile Çanakkale Boğazı önüne gelmişti. Amiral Duckworth komutasında 14 parçadan oluşan İngiliz donanması, kuvvetli bir lodosu arkalarına alıp bir Kurban Bayramı sabahı olan 19 Şubat’ta, Boğaz muhafızlarının gafletinden istifade ederek Boğaz’ı geçerek İstanbul önüne geldi.
İngiliz donanmasının İstanbul önünde görünmesi, devlet ricali ve İstanbul halkı üzerinde korku ve telaşa sebep oldu. İngilizlerin ileri sürdükleri Fransa ile ilişkilerin kesilmesi, Eflak ve Boğdan’ın Rusya’ya bırakılması gibi şartları görüşmek üzere İngiliz amirali ile görüşmeler başladı. İstanbul’da bulunan Fransız elçisi Sebastiyani, Osmanlı devlet adamlarını kara kuvveti olmayan İngiliz donanmasının bir şey yapamayacağı, korkuların yersiz olduğu yolunda ikna etmeye çalıştı. Bu sırada İstanbul halkı ve asker ocakları üzerinde oluşan ilk günkü telaş, yerini düşmana karşı şehri savunma arzusuna bırakmıştı. Halk ve asker ocakları kendiliğinden silahlanmaya ve sahilleri tahkimata başladı. Bu durumu gören Padişah ve devlet ricali İngiliz isteklerini kabule karar vermişken cesarete gelerek İstanbul’un savunulması çalışmalarına katıldı.
İngiliz donanması için durum tersine dönmüştü. Tehditleri sonuç vermeyince Amiral Duckworth için ya İstanbul’a saldırmak veya geri çekilmek seçeneklerinden birini seçmek kalmıştı. Savunmaya hazırlanan İstanbul’a saldırmayı göze alamayan Amiral Duckworth, 2 Mart 1807’de filosunu geri çekti. Ancak bu sürede Çanakkale Boğazı tahkim edilmiş ve hazır bekleniyordu. İngiliz donanması Çanakkale Boğazı’ndan bazı kayıplar vererek çıkıp gitti.
19. yüzyılın sonunda II. Abdülhamid, Çanakkale Boğazı’ndaki kale ve tabyaların elden geçirilmesi ve yeni tabyalar inşa edilmesi için Asaf Paşa başkanlığında bir komisyon kurmuştu. Asaf Paşa, Çanakkale Boğazı’nda bulunan kale ve tabyaların tamiratını yaptırarak, ağır çaplı yeni toplar ilavesiyle ateş gücünü artırdığı gibi, Boğaz’ın iki yakasına padişahın adını taşıyan Anadolu ve Rumeli Hamidiye isimli iki tabya daha ilave etmişti.
Çanakkale Boğazı’na yönelik son taarruz 1. Dünya Savaşı esnasında gerçekleşti. İttifak Devletleri safında savaşa katılan Osmanlı Devleti’ni saf dışı bırakmak, İstanbul’u ele geçirerek Balkan devletlerini kendi saflarına dahil etmek ve Rusya ile irtibat sağlamak gibi hedeflerle girişilen Çanakkale deniz taarruzu, İngiliz-Fransız müttefik donanması tarafından yapıldı. 1807 yılında Amiral Duckworth’un Boğaz’ı zorlamasının yıldönümünde, 19 Şubat 1915’te başlayan Çanakkale deniz savaşları, 18 Mart 1915’te Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandı.
1915’te Çanakkale Boğazı’nın zorlanması, bundan öncekilerden çok daha ciddi bir girişimdi ve her bakımdan daha kuvvetli bir donanma ile gerçekleşmişti. Ancak Çanakkale Boğazı da önceki yıllara göre daha iyi tahkim edilmiş, Boğaz’a döşenen mayın hatları, düşman gemilerine karşı savunmanın en etkili silahı olmuştu. Buna karşılık yeni ve modern bir silah olarak geliştirilen denizaltılar da Müttefik donanmanın etkili gücü olmuştu. Deniz üstünden geçit verilmeyen Çanakkale Boğazı, denizin altından geçilerek düşman denizaltıları Marmara’ya girmiş, İstanbul önlerine kadar gelerek Çanakkale Savaşı boyunca Marmara’da cirit atarak Osmanlı ordusunun deniz sevkiyatına ciddi darbe vurmuştu.