Kasım
sayımız çıktı

Burası İstanbul’un kapusu elimizde bulunmalı tapusu

Gerek İstanbul’un fethinden önce gerekse sonrasında, Çanakkale Boğazı’na hakim olmak, başkentin ele geçirilmesi, savunulması ve güvenliği için en önemli şarttı. Venediklilerden İngilizlere, Ruslara ve 18 Mart 1915’e kadar Boğaz saldırıları ve ablukalar tarihi.

Anadolu ve Rumeli ara­sında önemli bir geçit noktası olması açısın­dan taşıdığı stratejik konum dolayısıyla, Osmanlı Devleti için İstanbul’un fethinden çok daha önce, Orhan Bey döne­minden başlayarak mutlaka hakim olunması gereken bir yer olmuştur Çanakkale Boğa­zı. Boğazlar’ı tutma düşünce­si, İstanbul’un fethinden önce Anadolu’dan Rumeli’ye geçiş­lerin güvenliğini sağlamak, “fetihten” sonra ise düşman donanmalarının Çanakkale Boğazı’ndan geçmesini engel­leyerek İstanbul’un güvenliği­ni sağlamaya yönelikti.

Çanakkale Boğazı, coğrafî ve stratejik konumu dolayısıy­la her zaman “İstanbul’un ka­pısı”, İstanbul’u koruyan ileri karakol noktası olarak olarak görülmüştü. Nitekim Çanak­kale Boğazı’nda inşa edilen ka­lelere verilen “Kilidü’l-bahir” (Denizin Kilidi), “Seddü’l-ba­hir” (Denizin Seddi) gibi isim­lerle, Çanakkale Boğazı’nın İstanbul’un savunulması ve güvenliği açısından ne derece önemli olduğuna vurgu yapıl­mıştır.

Osmanlı Beyliği, Orhan Bey zamanında Çanakkale Bo­ğazı’na kadar yayılmıştı. Or­han Bey’in oğlu Süleyman Pa­şa’nın Rumeli’deki faaliyetleri sonucunda ele geçirdiği Çimpi Kalesi, Viyana önlerine kadar ilerleyecek Osmanlı fetihleri­nin ilk basamağı oldu. 1354’de fethedilen Gelibolu ise Anado­lu’dan Rumeli’ye güvenli geçiş için Osmanlıların önemli bir üssü haline geldi. Gelibolu’yu tahkim eden Süleyman Paşa, hemen karşıda Anadolu yaka­sında bulunan Çardak mev­kiine de bir kale inşa ederek Anadolu’dan Rumeli’ye geçişi güvenlik altına aldığı gibi Ça­nakkale Boğazı’ndaki ilk Os­manlı tahkimatını da kuran kişi olmuştur.

Yıldırım Bayezid, İstan­bul’u kuşattığında Bizans’ın yardımına gelen kuvvetleri en­gellemek için Çanakkale Bo­ğazı’nda bazı önlemler almıştı. İlk defa Yıldırım Bayezid dö­neminde “Boğaz Muhafızlığı” kurulmuş ve Gelibolu kasabası üzerinde bir kale kurulmuştu.

Boğaz’a hakimiyet mücadelesi 18. yüzyıl gravüründe Çanakkale Boğazı ve ufukta sembolik İstanbul şehri. Osmanlı donanması, İstanbul’un fethinden sonra Çanakkale Boğazı’nın yanısıra kuzey Ege adalarında da Venedik ile Ceneviz’e karşı hakimiyet mücadelesi vermişti.

Osmanlı tarihinde Boğaz­lar, İstanbul’un fethine kadar Anadolu yakasından Rume­li’ye geçişte önemli bir geçit noktası olarak stratejik önem taşımaktaydı. Ordu ve mühim­matın emniyet içinde Rume­li yakasına geçirilmesi başlıca bir sorundu ve o devirde güçlü bir donanmaya sahip olmayan Osmanlı Devleti’nin önüne engeller çıkmaktaydı. 1444’te Çanakkale Boğazı’nı abluka­ya alan Haçlı donanması II. Murad’ın Edirne’ye ordunun başına geçişine mani olmuş, II. Murad İstanbul Boğazı üze­rinden Rumeli yakasına geçe­bilmişti.

Çimenlik Kalesi’nden Kilitbahir’e Çanakkale Boğazı’nı merkezden kontrol eden Kale-i Sultaniye’den (Çimenlik) Kilidü’l-bahir’e (Kilitbahir) bir bakış. Çanakkale Savaşı sürerken çekilmiş bir fotoğraf.

“İstanbul’un” fethine kadar Osmanlı kuvvetlerinin Anado­lu-Rumeli arasındaki geçişleri sürekli bir tehdit ve tehlike al­tında olmuştu. Fatih’in, İstan­bul kuşatmasında Avrupa’dan Bizans’a yardıma gelen gemi­lerin geçişine engel olunama­mış ve bu yardım gemileri İs­tanbul’a ulaşmıştı. Bu hadise Fatih’in Çanakkale Boğazı’na verdiği önemi arttırmıştı. Ni­tekim 1463’te Ege’den İstan­bul yönüne gelecek düşman donanmalarını engellemek için Çanakkale Boğazı’nın en dar yerine karşılıklı olarak iki kale yaptırmıştı. Anado­lu yakasındaki kaleye Kale-yi Sultaniye (Çanakkale) Rume­li tarafındakine Kilidü’l-ba­hir (Kilitbahir) adı verilmişti. İnşa edilen kalelerin maksa­da uygun olduğu, 1464’de Ve­nedikliler tarafından yapılan Boğazı geçmek teşebbüsünün akamete uğratılmasıyla anla­şılmış oldu. 1645’te başlayıp 1669’a ka­dar uzayıp giden Girit Seferi sırasında Venedik donanma­sı 1648’de Çanakkale Boğa­zı’nı ablukaya almıştı. Osman­lı gemileri Boğaz’dan çıkama­dığından için Girit’e asker ve mühimmat gönderilemiyordu. Ayrıca Venedik donanması­nın Çanakkale Boğazı istih­kâmlarını aşıp İstanbul önü­ne gelme ihtimali de ciddi bir tehlike oluşturuyordu. 1657 yılında dokuz yıl süren Vene­dik ablukası Köprülü Mehmet Paşa’nın Çanakkale Boğazı’n­da yaptırdığı istihkâmlar ve donanma işbirliğinde Vene­dik donanmasıyla yapılan çe­tin bir mücadeleden sonra ga­lip gelerek Boğaz’ı ablukadan kurtardı.

Venedik donanmasının ablukası, Boğaz müdafaası­nın yetersizliğini ortaya koy­muştu. İstanbul’un güvenliği açısından Çanakkale Boğazı savunmasının güçlendirilme­si için Köprülü Mehmet Pa­şa’nın girişimleriyle Padişah IV. Mehmed ve Valide Tur­han Sultan’ın emriyle Çanakkale Boğazı tahkimatı başladı. 1659’da Çanakkale Boğazı’nın çıkışında Rumeli yakasında Seddülbahir, Anadolu yakasın­da Kumkale isimleri verilen iki kale inşa edildi.

Melling’in gözüyle Çanakkale Fransız seyyah, ressam ve mimar Antoine Ignace Melling (1763 – 1831), yüzyıl başlarında İstanbul’un yanısıra Çanakkale Boğazı’nı da resmetmişti.

Bu kalelerden Seddülba­hir Kalesi’nin bütün masra­fının Valide Hatice Turhan Sultan tarafından karşılandı­ğı ve 1661’de Valide Sultan’ın yaptırdığı kaleyi görmek üzere Seddülbahir’e bir ziyarette bu­lunduğu da bilinmektedir. Os­manlı hanedanında hanım sul­tanlar çoğunlukla dinî-sosyal yapılar inşa ettirmekte iken Turhan Sultan’ın yaptırdığı kale, Osmanlı tarihinde hanım sultanların yaptırmış olduğu askerî mimarinin nadir örnek­lerindendir.

Çanakkale Boğazı, 18. yüz­yıla kadar Venedik ya da Haçlı donanmaları tarafından teh­dit edilmişken, 1770’te sürp­riz bir tehdide maruz kalmıştı. 1768-1774 Osmanlı-Rus Sa­vaşı sırasında Baltık Denizi’n­den yola çıkan General Orlov komutasındaki Rus donanma­sı, İngiliz Amirali Elphinsto­ne’un danışmanlığında Cebel-i Tarık’tan geçerek Akdeniz’e ulaşmıştı.

Rus donanmasının Türk sularına ilerlediği Fransa ta­rafından haber verilmesine rağmen Osmanlı hükümeti, Rusların Akdeniz’de bir daya­nak noktaları olmadığını ileri sürerek işi ciddiye almamış ve bunu bir yanıltmaca olarak kabul etmişti. Hatta ricalden bazıları, Baltık’tan Akdeniz’e bir donanmanın ulaşmasının imkansızlığını dahi ileri sür­müştü.

Kilitbahir’den Çimenlik Kalesi’ne Rumeli yakasındaki Kilitbahir, Fatih’in İstanbul kuşatması sırasında (1452); Çimenlik Kalesi ise fetihten dokuz yıl sonra (1462) inşa edilmişti.

Rus donanmasıyla Os­manlı donanması arasında 1770’in Mart ayından Tem­muz ayına kadar süren mü­cadele, 7 Temmuz 1770’te Çeşme limanında Osmanlı donanmasının yakılarak imha edilmesiyle sonuçlandı. Bun­dan cesaret alan General Or­lov, İngiliz amiralin de teşvi­kiyle İstanbul’u hedef alarak Çanakkale Boğazı’na taarruz hazırlığı yaptı. Bu ciddi teh­dit üzerine Osmanlı hizme­tinde bulunmakta olan Baron de Tott, Boğaz’daki savunma­yı tahkim için Çanakkale’ye gönderildi. Baron de Tott kısa zamanda kalelerdeki topları takviye ettiği gibi, yeni tabya­lar vücuda getirerek savun­mayı kuvvetlendirdi. Rus do­nanması onbeş gün boyunca Boğaz’ı zorladıysa da başarılı olamayarak geri dönmek zo­runda kaldı.

1807’deki Osmanlı-Rus savaşında Rusların müttefi­ki olan İngilizler bir donanma ile Çanakkale Boğazı önüne gelmişti. Amiral Duckworth komutasında 14 parçadan oluşan İngiliz donanması, kuvvetli bir lodosu arkalarına alıp bir Kurban Bayramı sa­bahı olan 19 Şubat’ta, Boğaz muhafızlarının gafletinden is­tifade ederek Boğaz’ı geçerek İstanbul önüne geldi.

İngiliz donanmasının İs­tanbul önünde görünmesi, devlet ricali ve İstanbul hal­kı üzerinde korku ve telaşa sebep oldu. İngilizlerin ileri sürdükleri Fransa ile ilişki­lerin kesilmesi, Eflak ve Boğ­dan’ın Rusya’ya bırakılması gibi şartları görüşmek üzere İngiliz amirali ile görüşme­ler başladı. İstanbul’da bulu­nan Fransız elçisi Sebastiya­ni, Osmanlı devlet adamlarını kara kuvveti olmayan İngiliz donanmasının bir şey yapa­mayacağı, korkuların yersiz olduğu yolunda ikna etmeye çalıştı. Bu sırada İstanbul hal­kı ve asker ocakları üzerinde oluşan ilk günkü telaş, yerini düşmana karşı şehri savunma arzusuna bırakmıştı. Halk ve asker ocakları kendiliğinden silahlanmaya ve sahilleri tah­kimata başladı. Bu durumu gören Padişah ve devlet ricali İngiliz isteklerini kabule ka­rar vermişken cesarete gele­rek İstanbul’un savunulması çalışmalarına katıldı.

İngiliz donanması için durum tersine dönmüştü. Tehditleri sonuç vermeyince Amiral Duckworth için ya İs­tanbul’a saldırmak veya geri çekilmek seçeneklerinden bi­rini seçmek kalmıştı. Savun­maya hazırlanan İstanbul’a saldırmayı göze alamayan Amiral Duckworth, 2 Mart 1807’de filosunu geri çekti. Ancak bu sürede Çanakka­le Boğazı tahkim edilmiş ve hazır bekleniyordu. İngiliz donanması Çanakkale Boğa­zı’ndan bazı kayıplar vererek çıkıp gitti.

1878’de Osmanlılarla müttefik İngiliz donanması Çanakkale Boğazı’nda.

19. yüzyılın sonunda II. Abdülhamid, Çanakkale Bo­ğazı’ndaki kale ve tabyaların elden geçirilmesi ve yeni tab­yalar inşa edilmesi için Asaf Paşa başkanlığında bir komis­yon kurmuştu. Asaf Paşa, Ça­nakkale Boğazı’nda bulunan kale ve tabyaların tamiratı­nı yaptırarak, ağır çaplı yeni toplar ilavesiyle ateş gücü­nü artırdığı gibi, Boğaz’ın iki yakasına padişahın adını ta­şıyan Anadolu ve Rumeli Ha­midiye isimli iki tabya daha ilave etmişti.

Çanakkale Boğazı’na yö­nelik son taarruz 1. Dünya Savaşı esnasında gerçekleş­ti. İttifak Devletleri safında savaşa katılan Osmanlı Dev­leti’ni saf dışı bırakmak, İs­tanbul’u ele geçirerek Balkan devletlerini kendi saflarına dahil etmek ve Rusya ile irti­bat sağlamak gibi hedeflerle girişilen Çanakkale deniz ta­arruzu, İngiliz-Fransız müt­tefik donanması tarafından yapıldı. 1807 yılında Amiral Duckworth’un Boğaz’ı zor­lamasının yıldönümünde, 19 Şubat 1915’te başlayan Ça­nakkale deniz savaşları, 18 Mart 1915’te Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandı.

İngiliz denizaltıları önemli bir tehditti 18 Mart’ta İtilaf donanması Çanakkale Boğazı’nı geçememiş, ama denizaltıları bunu başarmıştı. Denizaltılar, seyir halindeki Türk gemilerin korkulu rüyası olmuştu.

1915’te Çanakkale Boğa­zı’nın zorlanması, bundan ön­cekilerden çok daha ciddi bir girişimdi ve her bakımdan da­ha kuvvetli bir donanma ile gerçekleşmişti. Ancak Çanak­kale Boğazı da önceki yıllara göre daha iyi tahkim edilmiş, Boğaz’a döşenen mayın hat­ları, düşman gemilerine kar­şı savunmanın en etkili silahı olmuştu. Buna karşılık yeni ve modern bir silah olarak ge­liştirilen denizaltılar da Müt­tefik donanmanın etkili gücü olmuştu. Deniz üstünden geçit verilmeyen Çanakkale Boğa­zı, denizin altından geçilerek düşman denizaltıları Marma­ra’ya girmiş, İstanbul önlerine kadar gelerek Çanakkale Sa­vaşı boyunca Marmara’da ci­rit atarak Osmanlı ordusunun deniz sevkiyatına ciddi darbe vurmuştu.