Kasım
sayımız çıktı

Cadı diye avlanan, büyücü diye harcanan…

“Cadı avı” güçsüz, azınlık, marjinal olana karşı yürütülen bir av. Koca koca medya figürlerinin, politika esnafının falan günümüzde ikide bir “bana karşı bir cadı avı başlatılıyor” demeleri de bu yüzden her şeyden önce cadı avlarında hayatını yitiren 10 binlerce kadına terbiyesizlik. Hele hele, otorite figürlerinin, tarih boyunca cadı avlarının faili olduğu düşünülecek olursa.

Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın var mıdır bilmiyorum ama her başarılı kadının, önüne geçmeye çalışan erkeklere rağmen başarılı olduğu ve başarısının da daha dandik işler yapmış erkeklerin oyuncak zaferleri kadar bile takdir edilmediğini biliyorum. Hani bugün erkek hegemonyasına karşı hâlâ mücadele ediyorlar ama, neyse ki eskisi gibi erkek rakiplerinden daha başarılı olduklarında cadılıkla suçlanma riskleri yok. Yani en azından bu coğrafya da… Hadi şimdilik diyelim yok. Biliyorsunuz, bugün sadece atari oyunlarında ve nedense 40 sayfa olabilecekken ortalama 400 sayfa süren fantastik edebiyatta karşımıza çıkan cadılık gibi işler hep kadınlara yakıştırılmış. Bunun bilime, siyasete falan katılmak isteyen kadınlara yönelik bir tür ayak kaydırma olduğu da söylenebilir.

Örneğin Teselyalı Aglaonike, ay tutulmasının zamanını tespit ediyor. “Arkadaşlar” diyor, “bu gece ay gökyüzünden kaybolacak”. Şimdi bunu takdir etmek gerekir öyle ya? Neticede biz hâlâ sınavlarda A şehrinden kalkıp B şehrine giden aracın nerede olduğunu tespit etmek için ter döküyoruz; Teselyalı ablamız ise astronomik hesaplamalarla dünyanın ay ve güneş arasına ne zaman gireceğini hesaplıyor. Saatli maarif takvimi yok; teleskop falan da zannetmiyorum ki milattan önce ikinci yüzyılda “A ne güzel” diye alıp sonra evin bir köşesine kurup hiç kullanmayacağınız bir obje olsun. Ha ne oluyor? Hemen bir alay dallama bu durumu “Aglaonike ayı yok etti! Aglaonike aya büyü yaptı! Ay, Aglaonike’nin köpeği olmuş, elma diyor çıkıyor, armut diyor çıkmıyor” diye yorumluyor ve güzel ablamızın “big pharma”dan para aldığını, Rothschild’lerin hesabına çalıştığını şıp diye anlıyor. Zira denyoluk her zaman bunu gerektiriyor.

Tesalyalı Aglaonike astronomik hesaplamalarla dünyanın Ay ve güneş arasına ne zaman gireceğini hesaplıyor. Saatli maarif takvimi yok; teleskop falan da… Ha ne oluyor? Hemen bir alay dallama bu durumu “Aglaonike Ay’ı yok etti! Aglaonike Ay’a büyü yaptı!..” diye yorumluyor ve güzel ablamızın “big pharma”dan para aldığını, Rothschild’lerin hesabına çalıştığını şıp diye anlıyor. Zira denyoluk her zaman bunu gerektiriyor.

Aglaonike’nin akıbetini bilmiyorum. Ama zaten özellikle de botanikçi, farmakolog, eczacı falan olan kadınların sistematik olarak cadılıkla suçlanıp öldürülmeleri daha sonranın, ilginç bir şekilde modern bilimin ortaya çıktığı erken modern dönemin işleri diye aklımda kalmış. Tabii bu demek değil ki bilimle uğraşan kadınlar daha önce tehdit altında değildi.

Misal Hypatia. Aklımda yanlış kalmadıysa babası Atina’da okul müdürü, eğitimini orada alıyor, sonra tayini İskenderiye’ye çıkıyor. Hem matematikçi, hem de siyaset felsefecisi. Bir sürü erkek buna âşık ama hiçbirine yüz vermiyor. Hatta asılan erkeklerden birine kullanılmış pedlerini gösterip kendisinden soğutmaya çalışıyor. Basbayağı tek başına 80’ler New York’un ünlü sanatçı topluluğu Guerilla Girls. İskenderiye’de bir sürü öğrenci yetiştirmiş, yetiştirdikleri önemli yerlere gelmiş. Vali, piskopos falan hep öğrencileri. Şeyhülmuallimin bir kimse yani.

İskenderiye o zamanlar, Yeşil Vadi peşinde koşan Tellioğulları ve Seferoğulları ailelerinin neşeli maceralarına sahne olan bir yer değil, zaten vali de Daver Bey değil. Vali galiba Orestes, piskopos da Siril diye, Hypatia’nın eski iki öğrencisi. Ama Siril -artık Hypatia kendisini cezaya mı kaldırdı, düşük not mu verdi bilmiyorum- Hypatia’ya uyuz oluyor. Ablamız da şehirde etkili bu arada ha. Pagan ama tüm dinlere hoşgörülü bir insan ve İskenderiye siyasetinde de önemli bir yeri var. Ama iki eski öğrencisi olan vali ve başpiskopos arasındaki siyasi çekişmede Hypatia’nın validen yana tavır alması, şehrin dindarlarının arasında kendisinin cadı olduğu söylentisinin de yayılmasına sebep oluyor. İskenderiye başpiskoposu muhtemelen bu söylentileri bizzat kendisi yayarak bir avuç serdengeçtiye linç ettiriyor kadıncağızı ve Hypatia taşlanarak öldürülüyor.

Peki botanikle, eczacılıkla, tıpla uğraşan kadınların sistematik bir şekilde öldürülmeleri? İşte o, aklımda kaldığı kadarıyla sistematik olarak 16. ve 17. yüzyıllarda gerçekleşiyor. Bunun için getirilen çoğu açıklama dinî. Ama dikkat ederseniz, “karanlık” denilen Ortaçağ’da değil, modern bilimin tohumlarının atılmaya başladığı erken modern dönemdeyiz. Tabii bu dönemde erkekler de bu davaların konusu oluyor ama istatistik bilimi uyarınca her daim üç aşağı beş yukarı (ki sanırım bu da bir aşağı bir yukarı aslında) yarı yarıya olan kadın erkek oranı cadıların yargılandığı davalarda en az yüzde 80 kadın olarak gerçekleşiyor ve çoğu yerde bu davalarda sadece kadınlar yargılanıyor. Eğer yanlış hatırlamıyorsam çoğu kadın, erkek doktorların tedavi edemedikleri hastaları tedavi etmekle, yani bir tür tabipler odası üyesi olmadıkları için öldürülüyor. Ki zaten resmî olarak doktor olmaları da mümkün değil.

Tabii şimdi bu ablalarımızı da Flash TV’de bal satan adamlarla karıştırmamak lazım; neticede aslını isterseniz o dönemin doktorları ne yapıyorsa az çok yine onu yapıyorlar; yani ortada modern tıp var da bunlar üfürükçülük yapıyor gibi bir durum yok. Karışık bir durum anlayacağınız. Kadınlar daha önce de hekimlik yapıyor ama ne zaman ki hekimlik müesses bir hâle geliyor, bu eski hekimlere karşı, eh, kelimenin tam anlamıyla bir cadı avı başlıyor. Zaten “cadı avı” güçsüz, azınlık, marjinal olana karşı yürütülen bir av. Koca koca medya figürlerinin, politika esnafının falan günümüzde ikide bir “bana karşı bir cadı avı başlatılıyor” demeleri de o yüzden her şeyden önce cadı avlarında hayatını yitiren 10 binlerce kadına terbiyesizlik. Hele hele, otorite figürlerinin, tarih boyunca cadı avlarının faili olduğu düşünülecek olursa.