Cumhuriyetin ilk tıp fakültesi 20 Haziran 1945’te kurulmuş, Atatürk’ün hayali nihayet 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçek olmuştu. Ankara Tıp Fakültesi tıbbiye geleneğinin Anadolu’ya taşındığı bir başlangıç oldu. Geç Osmanlı döneminden günümüze, büyük özveri ve emekle aktarılan kıymetli bir mirasın kısa tarihi…
Osmanlı Devleti’nde medreselerde verilen tıp eğitimi 19. yüzyıl başında zamanın epey gerisinde kalmış, bunların bazıları da kapanmıştı. Nitelikli bir tıp eğitimi olmadığı için yeterli sayıda hekim yetiştirilemiyordu. Sonuçta çağdaş tababet, azınlık mensupları ve Avrupa’dan gelen yabancı hekimler tarafından icra edilirken, diğer yandan “mütabbib” denen sahte hekimler tehlike saçıyordu.
Sultan 2. Mahmut 1826’da Yeniçerileri ortadan kaldırıp Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’yi kurduğunda, bu yeni orduya hekim ve cerrah yetiştirilmesi gerekti. Bu sebeple, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin de girişimleriyle, Batı ölçütlerinde ilk tıp mektebi olan, Tıbhâne-i Âmire ve Cerrahhâne-i Âmire 14 Mart 1827 Çarşamba günü Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağı’nda kuruldu. İşte Tıp Bayramı olarak kutladığımız 14 Mart, ülkemizde çağdaş tıp eğitiminin başladığı bu tarihi ifade eder. “Orduya Müslüman hekim gerekmesi” gerekçesiyle doğan, çağdaş ölçütlerde nitelikli hekim yetiştirilmesi amacıyla da yıllar içinde kendi geleneğini oluşturan Tıbbiye; Osmanlı döneminden cumhuriyete devam ederken, asker hekimliğine uzanan derin köklerinin izlerini de (iyileşen hastayı “taburcu” etmek!) bugünlere taşıdı.
Cumhuriyet dönemi: Yüksek fedakarlıklar
Ankara’da 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açıldıktan sadece 1 hafta sonra, 2 Mayıs 1920’de 3 sayılı “İcra Vekillerinin Suret-i İntihabına Dair Kanun” çıkarılmıştı. Kanunun 1. maddesiyle o zamanki adı Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti olan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın da aralarında bulunduğu Bakanlar Kurulu oluşturuldu. Dr. Adnan (Adıvar) Bey, Ankara hükümetinin ilk Sağlık Bakanı oldu.
Ne yerleşik bir yapı ne de geçerli bir yasal düzenleme vardı; her şeyin yeniden yapılandırılması gerekiyordu. Elde herhangi bir kayıtlı bilgi olmadığından öncelikle çalışan hekimlerin isimleri tespit edilmeye çalışıldı ve ülke genelinde 1.323 çalışanıyla yeni bir organizasyon gerçekleştirildi. Bu, tüm ülkeye yayılacak ve bugüne miras kalacak sağlık altyapısının başlangıcı olacaktı.
Kurtuluş Savaşı devam ediyordu ve bütün çabalar cephedekiler içindi… 1921’de Sağlık Bakanı olan Refik Saydam dönemi 1937’ye dek sürecek ve bugünkü anlamda sağlık hizmet ve örgütünün kurulduğu yıllar olacaktı.
Mustafa Kemal 1 Mart 1922’de Meclis’in 3. yılını açarken yaptığı konuşmada, 1920’de 260 olan hekim sayısının 312’ye yükseldiğini belirtmişti. Hedef, halkın sağlığının korunması ve güçlendirilmesi, ölümlerin azaltılması, nüfusun artırılması, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi ve sağlıklı-güçlü bireyler yetiştirilmesiydi.
29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda tüm yurtta yalnızca 554 hekim vardı. İstanbul’da bulunan yegane Tıbbiye’de yılda ancak 100 hekim yetiştirilebiliyordu ve 1927’de 1.059 hekim ile 13.000 kişiye 1 hekim düşüyordu. Oysa sarılacak çok yara vardı, daha çok ve nitelikli hekim gerekiyordu. Savaşlarla geçen uzun yıllar (1912-1922) boyunca, yoksulluk ve salgın hastalıklarla derinleşen sefalet Anadolu’yu ıssız bırakmıştı.
1925’te “Trahomla Savaş Kanunu” çıkarılarak binlerce kişinin kör olmasına neden olan hastalıkla mücadeleye başlandı; aynı yıl “Sıtma Savaşı Kanunu” da çıkarıldı. 14 Nisan 1928’de 1219 sayılı “Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarz-ı İcrasına Dair Kanun” ve 6 Mayıs 1930’da 1593 sayılı “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” çıkarıldı.
1933 üniversite reformuyla yeniden organize edilen İstanbul Tıp Fakültesi, senede 150-250 hekim mezun etse de ihtiyacı karşılamaktan uzaktı ve 1935’e gelindiğinde hekim sayısı sadece 1.625 olmuştu. Tıbbiye İstanbul’da ilk kurulduğunda orduya hekim gerekmesi gibi, bu defa da Anadolu’ya, Anadolu’nun her köşesindeki halka hekim gerekiyordu.
Yeni bir tıp fakültesi memleketin ihtiyacına çare olacaktı ve 9 Haziran 1937’de Sağlık Bakanlığı tarafından 3228 sayılı Ankara Tıp Fakültesi’nin kuruluş kanunu çıktı. TBMM’nin 1 Kasım 1937’deki açılış konuşmasında Atatürk, Ankara ve Van’da iki üniversite açılmasına dair hedefini açıklıyordu. Ne var ki 1939’ta başlayan 2. Dünya Savaşı, Ankara’da bir Tıp Fakültesi fikrinin yıllarca ertelenmesine neden olacaktı. Zira ekonomik sıkıntılar çok ağırdı ve ne bina yapmaya ne de bunu teçhiz etmeye imkan vardı.
Savaş sona ererken, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Maarif Vekili Hasan Âli Yücel, Ankara Tıp Fakültesi’ni kurmak üzere tekrar harekete geçtiler. Millî Savunma Bakanlığı’nda Sıhhiye Dairesi Başkanı olan Tümgeneral Prof. Dr. Abdülkadir Noyan 22 Aralık 1944’te Çankaya Köşkü’ne davet edildi; Ankara Tıp Fakültesi’nin kurulması için hazırlıklara başlaması isteniyordu. Noyan, bu tarihten 15 gün sonra yeni kurulacak fakültenin ilk dekan adayı olarak vazifelendirildi.
Ancak çözülmesi gereken büyük bir problem vardı: Ankara Tıp Fakültesi’nin bütün tesislerinin tamamlanması ve eğitime başlanması için en az 10 yıllık bir süre gerekiyordu. Şöyle bir formül bulundu: 1. sınıfa Ankara liselerinin o seneki mezunlarından talebe kaydedilecek, İstanbul Tıp Fakültesi son sınıf öğrencilerinden bir kısmı da Ankara’ya nakledilerek ilk ve son sınıfı olan bir fakülte açılacaktı. Böylece birkaç yıl içinde tüm sınıflarıyla bir tıp fakültesi hayata geçirilebilecekti.
Ankara Tıp Fakültesi ve Abdülkadir Noyan
20 Haziran 1945’te TBMM’de kabul edilen 4761 Sayılı Kanun’la Ankara Tıp Fakültesi kuruldu; ertesi günün gazetelerinde ilk sayfa haberiydi. Tümgeneral Prof. Dr. Abdülkadir Noyan, iç hastalıkları ordinaryüs profesörlüğü ile Ankara Tıp Fakültesi Dekanlığı’na atandı; askerlik vazifesinden istifa etmiş, tümüyle tıp fakültesinin işlerine odaklanmıştı. Fakültenin ilk profesörler toplantısı, 14 Temmuz 1945 Cumartesi günü Hasan Âli Yücel başkanlığında, Gülhane ve Numune hastanelerinden atanan hocalarla yapıldı. Projesini Fransız mimar Jean Walter’in yaptığı Ankara Tıp Fakültesi merkez binasının (Morfoloji) temeli 28 Eylül 1945’te atıldı. Fakülte kendi binasına yerleşene kadar temel dersler Hıfzıssıhha Okulu’nda yapılacak, stajlar için de Cebeci’deki Gülhane Askerî Hastanesi ve Numune Hastanesi kullanılacaktı.
İlk dersi veren hoca: Kâmile Şevki Mutlu
19 Ekim 1945 Cuma günü saat 11.00’de Cebeci Gülhane Askerî Hastanesi’ndeki törenle Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından açılışı yapılan ve şeref defteri imzalanan Ankara Tıp Fakültesi eğitime başladı. Açılış söylevlerinin ardından, fakültenin “Morfoloji Bilimlerinin Tıptaki Önemi” başlıklı ilk dersini Prof. Dr. Kâmile Şevki Mutlu verdi.
Türkiye’nin ilk kadın hekimlerinden biri ve ilk kadın patoloji uzmanı olan 1930 Darülfünun Tıbbiyesi mezunu Mutlu, Ankara Tıp Fakültesi histoloji ve embriyoloji kürsüsüne kurucu öğretim üyesi olarak atanmıştı. Böylelikle Türkiye’nin ilk kadın tıp profesörü ve Ankara Üniversitesi Senatosu’nun da ilk kadın öğretim üyesi oldu (Kâmile Şevki, 9 Kasım 1953’te Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrinden çıkarılan Atatürk’ün tabutunun açılması ve tahnit işleminin çözülmesinde de görev alacaktı).
1945-1946 eğitim yılında Ankara Tıp açıldığında birinci sınıfa 142 öğrenci kaydolmuş; son sınıfa İstanbul’dan 85 Askerî Tıbbiye öğrencisi, 66 Sağlık Bakanlığı burslu öğrenci ve 23 Ankaralı öğrenci gelmişti; tıp fakültesindeki 316 öğrencinin 26’sı kız öğrencilerdi. Birinci sınıfın temel FKB (fizik-kimya-biyoloji) dersleri Hıfzıssıhha Okulu’nda Fen Fakültesi hocaları tarafından veriliyor, son sınıflar Gülhane ve Numune hastanelerinde staj yapıyordu. Dönem sonunda 5’i kız öğrenci olmak üzere 174 mezun verilecek, 142 1. sınıf öğrencisinden 19’u sınıfta kalacaktı.
Ankara Tıp Fakültesi yeni kuruluyordu; kitaba ve periyodik yayınlara henüz sahip değildi. Türk ve yabancı profesörlerden alınan kitaplar ve yeni satın alınanlarla birlikte 9.834 cilt eser Hıfzıssıhha Okulu, Gülhane ve Numune hastaneleri kütüphanelerine yerleştirildi. Bu kitaplıklar saat 22.00’ye kadar açıktı. Derslerden başka öğrencilere ve meslektaşlara tıbbi serbest konferanslar veriliyordu. Yılda dört sayı çıkarılmak üzere planlanan Ankara Tıp Fakültesi Dergisi’nin ilk sayısı çıkmıştı. 1948-1949 ders yılında ilk defa İngilizce olarak Acta Medica Turcica dergisiçıkarılacaktı.
Ankara Tıp Fakültesi üniversite çatısı altında
Ankara’da 1925’te Hukuk Mektebi, 1933’te Yüksek Ziraat Enstitüsü, 1935’te Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmuş; 1859’dan beri kamu yöneticileri yetiştiren Mekteb-i Mülkiye 1936’da Ankara’ya taşınmıştı. 1943’te Fen Fakültesi ve 1945’te Ankara Tıp Fakültesi’nin ardından 1946’da Ankara Üniversitesi kuruldu; 13 Haziran 1946’da 4936 Sayılı Üniversiteler Kanunu’yla profesörlük ve doçentlik yasal hükümlere bağlandı ve bu statüler Avrupa Rektörler Konseyi’nde kabul edildi. Atatürk’ün hayali 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmişti.
Ankara Tıp Fakültesi bir eğitim kurumu olarak Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmasına karşın, kuruluşunun ilk yıllarında Millî Savunma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı gibi farklı kurumların yönettiği birçok farklı binada eğitim vermek zorunda kalmıştı. 20 Haziran 1952’de Cebeci’deki 750 yataklı Gülhane Askerî Hastanesi’nin tüm alet ve malzemeleriyle Ankara Tıp Fakültesi’ne devredilmesi üzerine; Hıfzıssıhha Okulu’ndaki dekanlık ve Numune Hastanesi’nde Tıp Fakültesi’ne ait klinikler de zaman içinde Cebeci Hastanesi’nde toplanarak hizmete burada devam edildi.
Cebeci Gülhane Askerî Hastanesi, aslında 1900’lü yılların başında ordu için süvari kışlası olarak inşa edilmiş ve Kurtuluş Savaşı yıllarında acil sağlık hizmeti vermişti. 2. Dünya Savaşı başladığında, güvenlik önlemi olarak askerî okulların ve Gülhane Askerî Hastanesi’nin İstanbul’dan Ankara’ya taşınmasına karar verilmesi üzerine, 21 Temmuz 1941’de tüm eşya ve personel 28 vagonluk bir katarla Cebeci Merkez Hastanesi’ne nakledilmişti.
Vehbi Koç’un bağışı ve ilk Göz Bankası
Gözün kornea denilen saydam kısmının başka bir gözden alınan parçayla değiştirilmesi olan “keratoplasti” ameliyatıyla, özellikle trahomdan hasar görmüş bazı gözlerin görmesi mümkün olabiliyordu. Sağlam parçayı bağış yoluyla elde etmek gerekiyordu; bir göz bankası kurulursa, hayırseverlerin hayatlarında bağışlayacakları gözleri, ölümlerinden sonra kullanılabilecekti. İlk göz bankası 1945’te New York’ta kurulmuştu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir göz bankası kurulması düşünülmüş fakat imkan bulunamamıştı.
Memleketimizde trahom tahribatı çok fazlaydı ve sırada yüzlerce hasta vardı. Vehbi Koç’un 1 milyon 200 bin lira bağışıyla Cebeci Hastanesi’nin yanında bir Göz Bankası 1963’ün sonunda; ikinci bağışla yapılan ikinci kısım da 1972 sonunda hizmete açıldı (Vehbi Koç, Hayat Hikâyem, Vehbi Koç Vakfı Yayınları, İstanbul, 1983).
Anadolu’nun yeni tıp fakülteleri
1956’da Hacettepe’de Ankara Tıp Fakültesi’ne bağlı “Çocuk Sağlığı ve Bilimsel ve Sosyal Araştırma Enstitüsü” kurulmuş, daha sonra genişletilerek 1958-59’da modern bir çocuk hastanesine dönüştürülmüştü. Bu nüveden 1963’te Hacettepe Tıp Fakültesi ve 1965’te Hacettepe Üniversitesi çıkacaktı…
Ankara Tıp Fakültesi, 1967’de Diyarbakır Tıp Fakültesi’ni kurdu ve fakültenin ilk öğrencilerine 6 yıl boyunca evsahipliği yaptı. Ankara Tıp Fakültesi’nin kurduğu ikinci fakülte, 9 Ocak 1973’te senato ve 5 Nisan 1973 Millî Eğitim Bakanlığı onayıyla kurulan Antalya Tıp Fakültesi oldu.
Ankara Tıp Fakültesi’nde göğüs hastalıkları profesörü olan Prof. Dr. Türkan Akyol, 25 Mart 1971’de Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na atandığında Türkiye’nin ilk kadın bakanı olmuştu. 13 Aralık 1971’de görevinden istifa ederek Ankara Üniversitesi’ne dönecek ve 1980’de Ankara Üniversitesi’ne rektör seçilerek bu kez de Türkiye’nin ilk kadın rektörü olacaktı.
Ankara Tıp Fakültesi’nin Cebeci Hastanesi, yıllar içinde eklenen modern kliniklerle beraber, Eski Gülhane Hastanesi ve Askerî Tıp Tatbikat Okulu’nun cumhuriyetin ilk tıp fakültesinin kuruluşuna yaptığı emsalsiz katkının bir anıtı olarak bugün de hizmet vermeye devam ediyor. Cebeci Hastanesi’nin Millî Mücadele’ye tanıklık eden tarihî binaları 2005’ten beri Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altında. 1942’de Jean Walter’ın projesini yaptığı ve 1945’te temeli atılan, ancak 21 yılda bitebilen merkez bina, dekanlık yönetim büroları, klinik öncesi kürsüler, konferans salonu ve kütüphanesiyle 1967’den beri Sıhhiye kampüsünde. 1985’te hizmete açılan 16 katlı 4 bloktan oluşan 1.286 yatak kapasiteli İbn-i Sina Hastanesi ise yine Sıhhiye kampüsünde faaliyet gösteriyor. Çağdaş sağlık hizmetlerinin yanısıra bilimsel araştırma kurumu hüviyetini de taşıyan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi her şeyden öte bir eğitim kurumu. Kuruluşundan bugüne 19.000 doktor mezun eden bu seçkin okulda halen 2.600 tıp öğrencisi eğitim görmekte.
Osmanlı toplumunda Tıbbiye, yaşanan acı tecrübelerin ve ordunun ihtiyaçlarının şekillendirdiği koşulların gerçekleri üzerinden hayata geçmiş; cumhuriyet döneminde sağlık hizmetleri örgütlenirken de Anadolu insanının ihtiyaçları asıl belirleyici olmuştu. Kurumların gelişmesi, iyi yetişmiş insan kaynaklarıyla mümkün olduğu için nitelikli hekimler, nitelikli sağlık hizmetleri demekti ve Ankara Tıp Fakültesi tıbbiye geleneğinin Anadolu’ya aktarıldığı bir başlangıç oldu.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyada sağlık hizmetlerinin büyük ölçüde kamusal bir hizmet olarak sunulduğu bilinir. Bizde ise “sosyalizasyon” 1961’de kabul edilmiş, bunun 15 yıl içinde bütün ülkeye yayılması planlanmış, süre bittiğinde ise 67 vilayetten 47’sinde bu gerçekleşmişti. Ancak 5 yıllık ertelemeden sonra bunun devamı getirilemedi. Özetle, 1961 Anayasası’nda sağlık hizmetleri “devletçe sağlanan temel bir hak” iken, 1982 Anayasası’nda “devletçe planlanan ve denetlenen bir hizmet”e dönüşmüş oldu.
Dünyada 1980’lerden sonra başlayan neoliberal politikalarla, artık sağlık da alınıp satılabilen bir meta olarak görülmeye başlandı; yani artık esas olarak işletme mantığı geçerliydi. 1987’de “sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi” yasası kaldırılmadı ama onun yerine “sağlık hizmetleri temel kanunu” kabul edildi. Bu yasaya göre sağlık teşkilatı artık kendi kendini finanse eden kuruluşlar olacaktı. Kamu sağlık kuruluşları işletmeye dönüştürülerek piyasalaştırılacaktı ve sağlık insan gücü sözleşmeli çalıştırılacaktı.
2002 genel seçimleri sonrası yapılan acil eylem planında, tüm nüfusu kapsayan bir SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) kurulması ve devletin tüm vatandaşlara temel sağlık hizmetlerini sunmakla sorumlu olması planlandı. 2003’te bu plan dahilinde “sağlıkta dönüşüm programı” uygulanmaya başlandı. Sağlık Bakanlığı yeniden yapılandırılırken, hizmet sunucu işlevinden kurtularak, bunun yerine planlama ve yönetme, kalite güvencesi ve insan kaynakları gibi konulara odaklandı.
Türkiye sağlık ortamı 2003’ten bu yana, dünyadaki dönüşümün bir parçası olan ve Dünya Bankası tarafından finanse edilen “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı verilen bir reform programıyla yeniden yapılandırılmaktadır. İyi niyetlerden ve yüksek ideallerden bahsetmek elbette mümkün. Ancak bu defa ne Osmanlı dönemindeki Tıbbiye’yi ne de Ankara Tıp Fakültesi’ni hayata geçiren hakiki sebepler sözkonusu. Bir varoluş sebebi (raison d’être) olmadığında, sadece amaçlar kurumların sürekliliğini sağlamaya yetmemekte.
Bugün ise yaşadığımız ağır pandemi koşulları, tüm dünyada neoliberal sağlık sisteminin çöküşüne neden oluyor, bu politikaların sorgulanmasına yolaçıyor. Ülkemizde tıp fakültesi sayısı 2020 itibariyle 5’i yurt dışında olmak üzere 122 ve bunların değişen sağlık sisteminde nasıl bir dönüşüm gösterecekleri henüz berrak değil.