Osmanlı toplumunda esas olarak Tanzimat’tan sonra başlayan Batılılaşma hareketleri, âdâb-ı muâşeret kurallarında da kendini gösterdi. O dönemden günümüze, konuyla ilgili kaleme alınan temel eserler…
Toplumsal hayatın değişimini yansıtan en önemli kaynaklardan birini görgü ve protokol kitapları oluşturur. Bu nedenle de görgü yahut “âdâb-ı muâşeret” kitapları toplumsal bilimlerde araştırmacıların toplumdaki değişimleri gözlemlemek için kullandıkları vazgeçilmez kaynaklardandır.
Türk toplumunda son yüz elli senede meydana gelen değişimi incelemek için de görgü veya âdâb-ı muâşeret kitapları kullanılabilir, kullanılmalıdır. Son yıllarda Tanzimat’tan bu yana vuku bulan toplumsal değişimi inceleyen ve bu çalışmalara ana kaynak olarak âdâb-ı muâşeret kitaplarını kullanan bazı araştırmalar yapılmış ve yayımlanmıştır.
Osmanlıca âdâb-ı muâşeret kitapları hakkında bugüne kadar iki kapsamlı akademik çalışma yapılmıştır. Bunların ilki Nevin Meriç’in Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi: Âdâb-ı Muâşeret, 1894–1927 başlıklı kitabıdır. İkincisi ise yakın zamanda yayımlanan Fatma Tunç Yaşar’ın Alafranga Halleri: Geç Osmanlı’da Âdâb-ı Muaşeret başlıklı çalışması.
Osmanlıca âdâb-ı muâşeret kitapları hakkında bugüne kadar iki kapsamlı akademik çalışma yapılmıştır. Bunların ilki Nevin Meriç’in Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi: Âdâb-ı Muâşeret, 1894–1927 başlıklı kitabıdır. İkincisi ise yakın zamanda yayımlanan Fatma Tunç Yaşar’ın Alafranga Halleri: Geç Osmanlı’da Âdâb-ı Muaşeret başlıklı çalışması.
Osmanlıca âdâb-ı muâşeret kitapları hakkında bugüne kadar iki kapsamlı akademik çalışma yapılmıştır. Bunların ilki Nevin Meriç’in Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi: Âdâb-ı Muâşeret, 1894–1927 başlıklı kitabıdır. İkincisi ise yakın zamanda yayımlanan Fatma Tunç Yaşar’ın Alafranga Halleri: Geç Osmanlı’da Âdâb-ı Muaşeret başlıklı çalışması.
Türkçede basılı ilk görgü kitabını belirlemek biraz tartışmalı bir konudur. İsminde “âdâb-ı muâşeret” terimi olmayan, ama toplumsal hayatı düzenlemeye dayalı birtakım kurallar içeren nasihat veya âdâb kitapları vardır. Bunlardan ilk akla gelen, Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâ’î isimli eseridir. Yazma ve basma tasavvufi âdâb kitapları da tarikat ehli bir kesimin yaşam biçimini belirleyen kuralları içermeleri bakımında âdâb-ı muâşeret kitabı kabul edilmelidirler. Bunlar bir yana, saptanabildiği kadarıyla ilk basılan günümüz ölçülerine yakın âdâb-ı muâşeret kitabı, Mühendishâne-i Berrî–i Hümâyûn Fransız lisânı muallimlerinden Suvari Binbaşısı Resûlzâde Hüseyin Hüsnî Antakî’nin yazdığı Nezâket ve Usûl-i Muâşeret: Kavâid-i Edeb isimli çalışmasıdır. İlk baskısı 1306/1889 yılında yapılan bu eser modern anlamda tam bir görgü kitabı sayılmasa da, “âdâb-ı umûmiyeye muvâfık ve kâvaid-i Osmanî’ye mutâbık olarak tahrîr edilmiş, güzel bir eser” kabul edilmekte ve “bilhassa tahsîl-i kitâbet-i heveskârâna ve evlâdının terbiyesini arzû eden her pedere tavsiye” edilmektedir. Bu eser ilk basımından beş yıl sonra sadece Nezâket başlığı altında ikinci kez basılmıştır.
Yine Antakyalı Çençanzâde Hakkı tarafından yazılıp 1890 yılında basılan Zarâfet isimli 16 sayfalık kitapçık da ilk görgü kitaplarından kabul edilmelidir. Bu eserde yer alan “Ekl-i Taam” bölümü yemek adabına yönelik basılı ilk metinlerdendir. Yaklaşık bir sayfa tutan bu metin şöyledir:
“Yemeğe şürû’dan evvel elleri yıkamalı ve bed’inden evvel bismillâh demek vâcibdir. Familya ile yemek müstahsendir. Esnâ-yı eklde sâ’il gelir ise vermek lâzımdır. Cenâb-ı Kibriyâ Kur’ân-ı Kadîm’inde (ve emme’s-sâ’ile fe-lâ tenhar) buyurmuşlardır.
Lokma ne büyük ve ne küçük alınmalıdır. Büyüğü ağzı doldurur, küçüğü haset ve denâ’eti gösterir. Nihâyetinde elhamdülillâh demek ibâdettendir. Sabah akşam iki def’a yemek yemek âdet edinmelidir. Çok yemek hazmı zor olduğundan iştihâ bâki iken yemekten kalkmak âlâdır. Yemekte lüzumsuz söz câ’iz değildir. Diğerinin tavr-ı ekline bakmak abestir. Lokmayı acele almamalı fakat refîkinden dahi geri kalmamalıdır. El ile yemek ve sağ elin üç parmağını istimâl etmek lâzımdır. Çatal ve bıçak istimâlinde be’is yoktur. Lokmanın ağızdan dökülmemesine, yemeği ağıza, buruna sürülmemesine itinâ iktizâ eder. Aksırmak ve öksürmek icâb ettiğinde bir tarafa dönmelidir. Büyüğünden evvel el uzatmak kıllet-i edebe hufte-i akla delildir.
Su hayat-ı bedeniyeye hâdim niam-ı ilâhîdir. Su oturulduğu vakit içilmelidir. Birkaç kadehi üç def’ada bitirmelidir. Su içildiği zaman kemâl-i sükûnetle içip elhamdülillâh demek âdâb-ı İslâmiye’dendir. Su yemek arasında bir veya iki def’a içilmelidir. Yemekten lâukal iki saat yani midede yemek hazm olunduktan sonra içmek tab’en makbûldür. Büyük zat huzurunda kahve ve şurub içildiği halde fincan veya kadehi o zattan sonra uşağına vermelidir”.
Ünlü edebiyatçılarımızdan Ahmed Hikmet Müftüoğlu’nun 1892 yılında “Baronne Staffe” müstear adlı yazardan çevirdiği Tuvalet ve Letâfet-i Âzâ kitabı da âdâb-ı muâşeret kitapları içine alınmalıdır. Ağırlıklı olarak hanımlara yönelik bir kitap olmasına ve daha da çok süslenme, giyim-kuşam, güzellik gibi konuları işlemekle birlikte yemekle ilgili bir bölüm de içermektedir. İçinde cilt güzelliği ve bakımına ilişkin şöyle anekdotlar var örneğin:
Erkekler için selamlaşma
usullerini gösteren bir
çizim…
“Lui Filip’in saray erkânından bir baronun zevcesi seksen yaşında olduğu hâlde yirmi yaşında bir genç kadının rengini, tarâvetini hâ’iz imiş. Mümâ-ileyhâ müddet-i ömründe, kırk sene! portakaldan maada bir şey ekl etmemiştir. Sabahleyin kalkınca on iki portakal! eklinden ve öğleyin dahi keza on iki portakal!! ile taam ettikten sonra akşam taamını da bir dilim ekmek bir kadeh şarap ve yine bir düzine portakal!!! ile icra eyler imiş. Fe-te’emmül”.
Son yıllarda yapılan Osmanlıca âdâb-ı muâşeret kitapları incelemelerinde bu eser gözden kaçırılmıştır.
Ahmed Midhat’ın Avrupa Âdâb-ı Muâşereti, yâhûd Alafranga ile çevirmeninin kimliğini bilemediğimiz, isminin baş harfleri “M. Ş.” olan Avrupa’da Merâsim ve Âdât isimli eserler 1894 yayımlanır. Amasyalı İbrahim Edhem ise, aile hayatı ve sosyal ilişkileri gözlemleyen Rehber-i Misafirîn ve Âdâb-ı Muâşeret isimli eserini 1899 yılında çıkarır. Mehmed Emin’in 1903’te İzmir’de yayımlanan Âdâb-ı Muaşeret nasıl hâsıl olur ve Millî Kütüphane’de kaydına rastladığımız, fakat kendisini göremediğimiz “Alimetü’l-benat” müstear adıyla 1908’de St. Petersburg’da yayımlanan Muâşeret Âdâbı isimli kitaplar dışında 1911 yılına kadar görgü kitabı basılmaz.
Bunu takib eden 1911–1918 yılları arasında ise daha çok askerler için Süleymaniye’deki Askerî Matbaa’da basılan, yazarı belirsiz Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret isimli eserden başlayarak, ikisi aynı eserin ikinci baskıları olmak üzere sekiz kitap yayımlanır. Ahmed Cevad Emre’nin çevirdiği Rehber-i Muâşeret: Avrupa Âdâb-ı Muâşereti, Selânikli A. Tevfik’in Çocuklara Nezâket Dersleri ve Hasan Bahri’nin Centilmen isimli eserleri 1912’de çıkar. Bunları 1913’te Lütfi Simavi’nin Teşrîfât ve Âdâb-ı Muâşeret’i ile 1914’te Azmi Ömer’in Hanım Kitabı adlı eseri izler. “Kadınlar Dünyası Külliyâtı”ndan çıkan Alafranga Yaşamak Yolları ise 1915’te yayımlanır.
Bu yayınları 1918–1925 yılları arasında, görgü ve protokol kitapları açısından yine durgun bir dönem izler, bu yıllarda yenilik pek yoktur. Ancak 1918’de Centilmen ile Teşrîfât ve Âdâb-ı Muâşeret’in, 1923’te ise Hanım Kitabı’nın ikinci baskıları bazı değişikliklerle yayımlanır. Jandarma Zâbit Mekteb-i Âlisi muallimlerinden Kıdemli Yüzbaşı Ayıntablı Mehmed Şerif’in ders programlarına uyarak kaleme aldığı Jandarma’nın Terbiye-i Askeriye ve Mülkiyesi ve Âdâb-ı Muâşeret-i İçtimâiyye 1921 yılında basılır.
Latin alfabesinin kabul edildiği 1928 yılına kadar görgü ve toplumsal yaşantının değişimini ifade eden sekiz kitap basılır. Cumhuriyet’in ilânından sonraki döneme rastlayan bu kitaplar, yeni sistemin getirdiği pek çok yenilik ve toplumsal değişimi görgü kuralları çerçevesinde bir bir anlatmaktadır. Bu dönem kitaplarının en öne çıkan özelliği kıyafet ve kadın konuları üzerinde önemle durmalarıdır. Cahid Sahir’in Âlem-i Medeniyetde Âdâb-ı Muâşeret ve Elbise ve Şapka Giymek Usulleri 1925 yılında, Vasıf Necdet Armay’ın Muâşeret Yolları: Elbise, Şapka ve Medenî Âdâbdan Bahseder, Miralay Naci’nin Kolordu Sunuf-ı Muhtelifesine Aid Resm-i Ta‘zîm Talimatnamesi ve Lütfi Simavi’nin Teşrifat ve Âdâb-ı Muâşeret (Şapka Hakkında Nâfi Mâlûmat ve Ayrıca Yeni İlâvelerle Tekemmül Eden Dördüncü Tab‘ı) isimli eserler 1926 yılında, Safveti Ziya’nın Âdâb-ı Muâşeret Hasbıhâlleri ve Sevimli Ay Mecmuası’nın Herkesin Bilmesi Lazım Gelen Muâşeret Usulleri 1927 yılında yayımlanır.
Arap harflerinin Türkiye matbaacılığında son kullanıldığı 1928 yılında yayımlanan iki görgü ve protokol kuralları kitabının biri dışişlerine, diğeri ise askeriyeye aittir. Safveti Ziya’nın Dahilî Teşrîfât Rehberi Hariciye Vekâleti neşriyâtı, Remzi’nin Hayât-ı İctimâîye Hakkında isimli çalışması ise Harp Akademisi yayını olarak çıkar.
Lâtin alfabesiyle basılan protokol ve görgü kitaplarının sınıflandırılması çok daha zordur. Türkiye’de yayınlanan Lâtin harfli kitapları içeren kesin bir katalog bulunmayışı, taşrada yayımlanan kitapların —özellikle de Halkevi yayımlarının— tam bir tesbitinin yapılamamış oluşu bu sınıflamayı güçleştirmektedir. Basılı âdâb-ı muâşeret kitapları hakkındaki çalışmamız sırasında 128 adet kitap tesbit edebildik. Bunlardan bazıları aynı kitabın ikinci veya üçüncü baskılarıdır…
Son yıllarda gerek üniversite içinde ve gerekse dışında yemek tarihine duyulan alâkanın sonucu olarak değişen mutfak ve yemek hayatımız incelenmekte, yeni yeni araştırmalar, kitaplar, makaleler yayımlanmaktadır. #tarih’te “Sofralarda Görgü Kuralları, Bıçak Sağ Elle, Çatal Sol Elle” başlıklı bir makale yayımlanmıştır (2017). Yine âdâb-ı muâşeret kitaplarındaki sofra düzenini anlatan ve destekleyen bir yayın da ünlü koleksiyoncu F. Muhtar Katırcıoğlu’nun menü koleksiyonundan yola çıkılarak yayımlanan Osmanlılar ve Avrupa Sofralarında Menüler isimli yayındır.
Âdâb-ı muâşeret kitaplarının hemen tümünde “Mekulât, taam, ziyâfet, sofra âdâbı, çay dâveti, suare–balo” ve benzer başlıklar altında yemek ve sofra âdâbı için bölümler ayrılmıştır. Bu bölümler kitabın hacmine göre değişmektedir. Basılı görgü kitapları eskiden yeniye değişen, modernleşen, Batılı dünyanın hâl ve hareketine uygun davranmak amacını taşıyan bir çizgidedir. Cumhuriyet sonrası kitaplarda bu çok daha belirgindir. İlk kitaplarda görülen sofra âdâbındaki İslâmî izler yeni harfli görgü kitaplarında Batılı tarzda yemek usulünün artık yerleştiğini bunun detaylarının yapılıp yapılmaması üzerinde durulduğu görülmektedir.
(Adab-ı Muaşeret – Osmanlıca Adab-ı Muaşeret Kitaplarında Sofra ve Mutfak Adabı / “ruhun gıdası kitaplar”-2018 / Kısaltılarak alıntılanmıştır.)
1930’larda sofra kuralları
1938’de Yedigün dergisinde “Sofrada Çirkin Görülen Hareketler” başlığı ile yayımlanan yazı, adab-ı muaşeret kurallarının belki de en çok önemsendiği alanı, yemek sofrasını konu edinmiş.
1- Havluyu boynunuza asmayınız.
2- Havlunuzu buruşturarak ağzınızı silmeyiniz.
3- Su içerken bardağı dikmeyiniz.
4- Sofraya dirseklerinizle dayanmayınız.
5- Bıçak ve çatalla oynamayınız.
6- Tabağınızdaki etin hepsini kesmeyiniz. Yedikçe kesiniz.
7- Tabağınızı sıyırmayınız.
8- Ekmek lokmanızı bıçakla kesmeyiniz.
9- Ağzınızdaki lokmayı her ne sebeple olursa olsun çıkarmayınız.
10- Bıçağın ucu ile ağzınıza lokma götürmeyiniz.
11- Ellerinizi yahut parmaklarınızı ağzınıza götürmeyiniz.
(Yedigün, Birincikânun (Aralık) 1938, Sayı: 301)
SOFRALARDA GÖRGÜ KURALLARI
Bıçak sağ elle, çatal sol elle
Bugün sofra adabına ilişkin bir kitap yazılsa “Dirseklerini masaya dayama!” yerine “Masada mesajlaşma!” veya “Televizyonu kapat!” şeklinde uyarılar eklenirdi herhalde. Geçmişten kalan sofra kurallarından ise bugüne kadar geçerliliğini koruyanlar mevcut.
PETEK ÇIRPILI
Isabella Beeton 150 yıl önce yazdığı “etiquette” kitabında “Bütün canlılar beslenir ama yalnız insanlar yemek yer” demiş (Mrs. Beeton’s Book of Household Management, 1861). Bugün “etiket” olarak tanımlanan kurallar, eğlenceler sırasında Versailles Sarayı’nın bahçesini talan eden davetlilere sınırları öğretmek için Kral 14. Louis tarafından uygulanmış. Davetiyelerin arkasında davet kuralları yazılmış ve herkesin uyması istenmiş. Bu kuralların ortaya çıkma nedenlerinin çoğu kaybolmuş olsa da, öyle yer etmişler ki hâlâ uygulamaya özen gösteriyoruz. Ortaçağda bir kütüğün üzerine oturtulan tahtadan ibaret masaya dirseklerle abanılırsa masayı devirme tehlikesi olduğundan, bugün de dirseklerimizi masaya dayamadan yemek yemeye dikkat ediyoruz.
Aristokratların çocukları sofra adabını asil evlerde “staj” yaparak ve el kitaplarından öğrenirlerdi. 1530’da felsefeci yazar Erasmus, Veere Prensi’nin siparişiyle, onun 11 yaşındaki oğlu Hendrik için bir görgü kitabı yazdı (On Good Manners for Boys). Basit bir dille herkesin anlayabileceği şekilde yazdığı bu temel eser kısa sürede birçok dile çevrildi. Erasmus, küçük beye “Sofrada gaz çıkarman gerekirse bunu bir öksürükle gizle, çiğnediğin kemikleri tabağa çıkarma (yere at, köpekler yer), bıçakla dişlerini karıştırma” gibi öğütler vermişti.
O dönemlerde altın çağını yaşamakta olan Osmanlılara yüzümüzü döndüğümüzde sofra adabına yönelik Batı’dan farklı kurallar olduğunu görüyoruz. Yemek yer sofralarında ve ortadan, sağ elle ve üç parmakla yenir, herkes önündeki kaptan yerdi. Höpürdetmek, ağız şapırtısı, yemeğe herkesten önce saldırmak, durmaksızın diğerlerini düşünmeden yemek, yemeğin içinden tanelerini ayıklamak gibi konular sofra adabına uygun görülmüyordu. II. Mahmud ile başlayan Batılılaşma, önce gayrımüslimler, sonra Müslümanlar arasında yaygınlaşmış, sininin yerini yemek masaları, peşkirin yerini peçeteler, ortak çanakların yerini yemek takımları almıştı.
Cumhuriyet döneminde Batılılaşma çabaları ile genç kızlar ve erkekler için adab-ı muaşeret kitapları yayınlanmış, okullara dersler konmuştu. Batılı kaynaklardan doğrudan çevrilen kurallar elbette ilk başlarda zamanın aile ve toplum yapısına uymamış, ancak çabalar sayesinde masa düzeni, ayrı tabak ve bardaklarla temel temizlik ve sofra alışkanlıklarımız değişmiştir. Ama öğütlenenin aksine hâlâ yemekte konuşmaya bayılıyoruz ve sanat, edebiyat gibi zarif konular yerine iki kadehten sonra memleketi kurtarıyoruz.
(#tarih’in Nisan 2017 tarihli sayısından kısaltılarak alınmıştır.)