Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, asırlık tarihi, yetiştirdiği müstesna hekimleri ve hayata döndürdüğü sayısız insanla ülkemizin gurur duyduğu nadir kurumlardan. Darülfünun’dan günümüze gerek yapısal gerek coğrafi gerekse idari birçok değişim yaşayan Cerrahpaşa’nın öyküsü insana, hayatına ve kaliteye duyulan saygının da öyküsü.
Bundan 130 sene önce, 1893’te İstanbul’da başgösteren büyük kolera salgını şehri vurmuş; hızla artan hasta sayısı nedeniyle acil hastane ihtiyacı ortaya çıkmıştı. O dönemde hastanelerin tespitini Şehremaneti’nin Hıfzıssıhha Komisyonu yapıyordu. Hubyar Mahallesi’nde, Mutasarrıf Hasan Rüştü ve İhsan Efendi’nin sahip olduğu “Takiyüddin Paşa Konağı” diye bilinen boş vaziyetteki büyük ahşap yapı geçici bir hastaneye dönüştürüldü; salgın mağdurlarının tedavisi için kullanılmaya başlandı.
Nisan 1894’te salgın bitip geçici hastaneler kapatılınca belediye dairesi olarak kullanılmaya devam edilen konak, aynı yıl 10 Temmuz’da meydana gelen şiddetli depremde zarar gördü. 1896’da hastane yapılmak üzere İstanbul Şehremaneti tarafından satın alınarak tamir edildi ve bahçesine ek bir pavyon yapıldı ama 1908’e kadar yine belediye dairesi olarak kullanıldı. Yakın çevrede Hürrem Sultan döneminde kurulan Haseki Nisa Hastanesi sadece kadınlar içindi; erkek hastalar için uygun bir sağlık kurumu yoktu. Bu nedenle, erkekler için günün koşullarına uygun bir belediye hastanesi yapılması amaçlandı. Gerekli tamiratı ve Yıldız Sarayı’ndan verilen eşyalarla tefrişatı yapılan ahşap konak, 2. Meşrutiyet’in yıldönümünde, 23 Temmuz 1910’da 80 yataklı Cerrahpaşa Zükûr Hastanesi adıyla Şehremini Suphi Bey tarafından açıldı.
Ahşap konak zamanla ihtiyaçlara cevap vermekte yetersiz kalınca, eski şeyhülislamlardan Cemaleddin Efendi’nin bağışladığı hastane bahçesinin bitişiğindeki arazide bir cerrahi binası yapılmasına karar verildi. Takiyüddin Paşa Konağı 1911’de yıktırılarak, birbiriyle bağlantılı iki kargir binanın inşaatına başlandı.
1912’de Balkan Savaşı biterken, İstanbul’da tekrar kolera salgını başladı; hastane bahçesine kadınlar için 12 yataklı, erkekler için 24 yataklı ahşap barakalar yaptırıldı. Bu barakalar salgın bittikten sonra da kullanılarak çeşitli tıbbi birimlere dönüştürüldü. Hastane giderek büyümeye başlamıştı; 1913’te 150 yatakla hizmet vermekte olan Cerrahpaşa Zükûr Hastanesi’nde cerrahi, dahiliye, bulaşıcı hastalıklar, kulak-burun-boğaz, deri ve zührevi hastalıklar servisleri, ayrıca röntgen, patoloji, bakteriyoloji laboratuvarları kuruldu.
Bugün Tıp Tarihi Müzesi olan Merkez Dairesi ve yine bugün Dekanlık olan Cerrahi Pavyonu binaları 1916’da tamamlanarak, kadın ve erkek hastalara hizmet vermek üzere Cerrahpaşa Belediye Hastanesi açıldı. Giderek büyüyen hastanenin cerrahi şefliğine 1925’te genç ve idealist bir cerrah olan Dr. Burhaneddin (Toker) getirildi; hastane, cerrahi ve travmatoloji ağırlıklı bir merkez olma yönünde ilerlemekteydi.
1927’de hastane çevresindeki 70 bin metrekarelik bir alan istimlak edilerek yapılan Dahiliye Pavyonu (daha sonra yakın zamanlara kadar psikiyatri kliniği olarak hizmet vermiştir) 1930’da hizmete girdi. Burası hastanenin cumhuriyet döneminde inşa edilen ilk binasıydı ve yatak sayısı 250 olmuştu.
Askerî ve sivil tıbbiyenin birleştirilmesinin ardından tıp eğitimi veren yegane kurum hâline gelen Darülfünun Tıbbiyesi, 1909’dan itibaren Haydarpaşa’da bulunuyordu. Darülfünun’da inceleme yapmak üzere, Türk hükümetinin davetiyle 1932’de İsviçre’den gelen Prof. Albert Malche, hazırladığı raporda Haydarpaşa’daki tıp öğrencilerinin yeteri kadar hasta görerek uzmanlaşma imkanı bulamadığına değinmişti. Bu rapordan yaklaşık 1 yıl sonra yapılan üniversite reformunda Darülfünun’un bütün fakülteleri kaldırıldı ve 1 Ağustos 1933’te 2252 Sayılı Kanun’la İstanbul Üniversitesi ve ona bağlı tıp, hukuk, edebiyat ve fen fakülteleri kuruldu. Darülfünun Tıp Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi adını almıştı ve aynı yıl Maarif Vekaleti’nin kararıyla Haydarpaşa’dan Beyazıt’taki eski Harbiye binasına taşındı. Fakültenin klinik eğitimleri Haseki, Şişli Etfal, Vakıf Gureba, Bakırköy Emraz-ı Akliye ve Cerrahpaşa Belediye Hastanesi’nde yapılacaktı.
Üniversite reformu ile birçok öğretim üyesi görevden alınmış, aynı tarihlerde Almanya’da Nazi baskısına maruz kalan biliminsanlarından Türkiye’ye davet edilen Nissen ve Igersheimer gibi hekimler de tıp fakültesinde göreve başlamıştı. 1933’ten itibaren İstanbul Tıp Fakültesi’nin klinikleri 300 yatak kapasitesine ulaştı. Hem öğrencilere düzenli bir eğitim hem de hasta tedavi hizmetleri verilmeye başlanan Cerrahpaşa Hastanesi’nde, dahiliye kliniği şefi Atatürk’ün de doktoru olan kalp mütehassısı Neşet Ömer (İrdelp), cerrahi kliniği şefi Rudolf Nissen ve göz kliniği şefi de Josef Igersheimer oldu. Cerrahpaşa ününe ün katıyordu. Yine aynı yıl, üniversite kliniklerinin nakli esnasında Cerrahpaşa’nın ilk dershanesi yaptırıldı; İstanbul Üniversitesi’nin Cerrahpaşa’da yaptığı bu ilk bina Ord. Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’in ölümünden sonra “Neşet Ömer Amfisi” olacaktı. Cerrahpaşa artık “Cerrahpaşa Yerleşkesi” olmuştu.
1940’ta Ziya Gün’ün bağışıyla 60 yataklı modern yeni bir göz kliniği, 1941’de deri ve frengi servisi ve 1943’te 150 yataklı yeni 1. cerrahi kliniği hizmete açıldı; 1988’e kadar hizmet verecek olan bu binada, o devrin en modern cerrahi kliniği hayat bulmuştu. 1941’e kadar Prof. Dr. Nissen’in yönettiği 1. cerrahi kliniği, 20 Ağustos 1951’deki ani vefatına kadar Prof. Dr. Burhanettin Toker tarafından yönetildi. Tıp fakültesinin önemli bir bölümü artık Cerrahpaşa’daydı.
1950’lerde tıp fakültesi eğitim klinikleri Cerrahpaşa ve Çapa yerleşkelerinde toplanmıştı. Kadın-doğum kliniği 1933, çocuk hastalıkları kliniği 1948’den beri Haseki Hastanesi’nde bulunuyordu. Her iki kliniğin Cerrahpaşa yerleşkesindeki temelleri 1953’te atıldı. Hizmet kapasitesi ve kadrosu büyüdükçe yönetim sorunları ortaya çıkan Tıp Fakültesi, daha çok öğrenci alması yönünde baskıya maruz kalıyordu. 1960’ta 46’sı İstanbul Tıp kadrosunda olan 147 öğretim üyesi üniversiteden çıkarılmış, 1962’de kliniklerine geri dönmüşlerdi. 1963’te yeni bir tıp fakültesi yönetmeliği hazırlanmış ve 1964’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Çapa ve Cerrahpaşa yerleşkeleri idari bakımdan iki ayrı fakülte olarak ayrılmıştı.
Türkiye’nin yeni üniversitelere, özellikle tıp fakültelerine ihtiyacı vardı. Yüksek Öğrenim Şurası’nda da gündeme geldiği üzere, 10 Aralık 1965 tarihinde Çapa ve Cerrahpaşa’nın iki ayrı fakülte hâlinde örgütlenmesi kararı alındı. Çapa’da göz, üroloji, nöroloji, çocuk ve anestezi kürsüleri kurulurken, Cerrahpaşa’da fizik tedavi, radyoloji, cildiye, kulak-burun-boğaz, ortopedi, anestezi, psikiyatri kürsüleri açıldı.
Cerrahpaşa Hastanesi’nde 1953’te temeli atılan çocuk hastalıkları ve kadın-doğum klinikleri, 20 Ocak 1967’de dershaneleri ve amfileriyle hizmete girdi. Cerrahpaşa yerleşkesinde hastane kapasitesi 1.000 yatak olmuştu. 6 Mayıs 1967’de fakülte kurulunun, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin ikiye ayrılarak Cerrahpaşa yerleşkesinde İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi adıyla yeni bir tıp fakültesi kurulması kararı tutanaklara geçti ve İ.Ü. Senatosu’nun 27 Temmuz 1967’de yapılan oturumunda karara bağlandı. Eski fakültenin devamı kabul edilen Çapa’daki fakülteye “İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi” adı verildi; Cerrahpaşa’daki fakülte ise yeni kurulmuş kabul edilerek “İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi” adını aldı. Halbuki her iki fakülte de kuruluşundan beri eski fakültenin bir parçası olarak var olmuştu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin kuruluş tarihi uzun yıllar sonra, 2019’da düzeltilecekti.
Öte yandan Cerrahpaşa’daki binaların mülkiyeti İstanbul Belediyesi’ndeydi. Fakülte komisyonu binaların satın alınmasına karar vermiş, fakat belediye meclisinde “yoksul ve kimsesiz hastalar nerede tedavi görecek?” muhalefeti üzerine “Cerrahpaşa Hastanesi binaları satılamaz” kararı çıkmıştı.
6 Eylül 1967 tarihli gazetelerde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin ilk dekanı Prof. Dr. Celal Öker’in ilk demeci yayımlandı: Fakültenin bütün üniteleriyle kurulduğu ve 2 Ekim’de bütün sınıflarda öğretime başlanacağı duyuruluyordu. Öte yandan bina sorunu henüz çözülmemişti ve belediye binalarının üniversiteye devredilmesi gerekiyordu. 19 Eylül 1967’de olağanüstü toplanan İstanbul Belediye Meclisi’nde, Cerrahpaşa yerleşkesindeki belediye binalarının Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne tahsis edilmek üzere 25.800.000 Türk lirası karşılığında İstanbul Üniversitesi’ne devredilmesine karar verildi. 22 Ekim 1967’de İstanbul Valisi Vefa Poyraz, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Memduh Tağmaç, İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Dr. Ekrem Şerif Egeli, Belediye Başkan Haşim İşcan, İstanbul Üniversitesi’nin iki tıp fakültesinin dekanları Prof. Dr. Cihat Abaoğlu ve Prof. Dr. Celal Öker, öğretim üyeleri ve konukların katıldığı bir törenle devir gerçekleşti. 2 Ekim 1967 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde eğitim ve öğretim başladı.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi binaları artık fakültenindi… 1967’de 1.000 yatak ve 75.000 m2 alanda hizmet veriyordu ve o ders yılında toplam 903 öğrencisi vardı. Tıp Fakültesi’nin klinikleri hasta kabulüne ve eğitime kesintisiz olarak devam ettiler. 1970’lerde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin Hemşire ve Laborant Okulu ile Ebe Okulu eğitime başladı; merkez laboratuvarı hizmete girdi ve fakülte merkez kitaplığı faaliyete geçti. 1973’te kuruluşunu üstlendiği Edirne Tıp Fakültesi’nin 1974’ten başlayarak 1982’ye kadar öğrencilerinin tıp eğitimleri de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde yapıldı. İç Hastalıkları yeni binası 1975’te, Temel Bilimler Binası 1978’de yapıldı; yeni amfiler açıldı ve aynı yıl Göz, KBB, Üroloji ve Dermatoloji kürsüleri yeni binalarına taşındı.
6 Kasım 1981 tarihinde yürürlüğe giren 2447 Sayılı Yüksek Öğretim yasası uyarınca, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kürsüleri anabilim dallarına dönüştü. Yine 80’lerde Merkez Araştırma Laboratuvarı ve Merkez Kütüphanesi, kapalı spor salonu hizmete açıldı. 1987’de Prof. Dr. Uğur Derman’ın kurucusu olduğu bir İngilizce Tıp Programı açılarak eğitim ve öğretime başlandı. 1988 yılında Cerrahi Monoblok binası açıldı. Dekanlık 1995’te yeni bir binaya taşındı ve eski dekanlık binasında 2004’te Tıp Tarihi Müzesi açıldı.
9/5/2018 tarih ve 7141 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Ek Madde 182’yle, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa adıyla yeni bir üniversite kuruldu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin dışında Florence Nightingale Hemşirelik, Hasan Ali Yücel Eğitim, Orman, Sağlık Bilimleri, Spor Bilimleri, Veterinerlik, Mühendislik Fakülteleri ile yeni kurulan Diş Hekimliği, İktisat, İşletme ve Eczacılık Fakülteleri de yeni üniversitenin kapsamındadır.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 18 Mayıs 2018’den itibaren eğitim-öğretim faaliyetlerini İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa’ya bağlı olarak sürdürmekte ve geçen zaman içinde yıpranan ve hasar gören yapılarda restorasyon ve yerinde dönüşüm çalışmaları devam etmekte iken; 6 Şubat 2023’te yaşanan Kahramanmaraş depreminin ardından süreç hızlandırıldı ve risk arzeden binalar boşaltıldı. Boşaltılan binalardaki klinikler yeniden yapım sürecinde geçici olarak Yeşilköy’deki Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Prof. Dr. Murat Dilmener Hastanesi’nde hizmete devam etmekte.
19. yüzyıl sonuna doğru, geçici kolera hastanesi olarak kurulduğu yıllardan beri sağlık hizmeti sunan Cerrahpaşa Hastanesi, yurdun her köşesinden her hastaya kapısı her zaman açık ve Türkiye’nin en güvenilir sağlık kurumlarından biri olmaya devam ediyor.
1933’ten beri kesintisiz tıp eğimi veren kurum, üniversite giriş sınavlarında hekim adaylarının ilk tercihlerinde yer alıyor ve mezun ettiği hekimlerin tıpta uzmanlık sınavı (TUS) başarısında yine ilk sıralarda bulunuyor.
(… – 1604)
Cerrah Mehmet Paşa: Semte, camiye, hastaneye adını verdi
Cerrahpaşa adı, Osmanlı sadrazamlarından Cerrah Mehmet Paşa’nın yaptırdığı külliyeden geliyor. Enderun’da yetiştirilmiş bir devşirme olan Cerrah Mehmet Paşa, Yeniçeri ağası iken 1578’de 2. Selim’in kızı ve Piyale Paşa’nın dul eşi olan Gevher Sultan’la evlendi. 1582’deki vezirliği sırasında 3. Murad’ın oğlu Şehzade Mehmed’i sünnet ettiğinden dolayı “cerrah” lakabıyla anıldı. Takip eden yıllarda 3. Mehmed devrinde Hadım Hasan Paşa’nın azli üzerine 9 Nisan 1598’de sadarete getirildi. Sadrazamlık makamında 9 ay kalabildi; gut hastalığı sebebiyle aktif çalışması mümkün olmadığından 6 Ocak 1599’da azledilerek yerine Damat İbrahim Paşa getirildi. 10 Ocak 1604’te vefat eden Cerrah Mehmet Paşa’nın kabri, yaptırdığı caminin haziresindeki türbededir.
Kitabesinde 1594’de inşa edildiği yazan Cerrah Mehmet Paşa Külliyesi’nin mimarı, Mimar Sinan’ın haleflerinden Davut Ağa’dır. Gevher Sultan’ın 1587- 88’de kurduğu medresenin karşısında klasik Osmanlı Türk mimarisi tarzında inşa edilen külliyenin içinde cami, çeşme, şadırvan, türbe ve çifte hamam yapılmıştır. 1660’ta yaşanan büyük yangında içine sığınanlarla birlikte yanmış ve ertesi yıl tamir edilmiştir. 1782’de bir diğer büyük yangında yine zarar görmüş, 1894 depreminde ise minaresi ve son cemaat yerinin kubbeleri yıkılmıştır. Minaresi 20. yüzyıl başlarında yeniden yapılmış, 1958’de ve 1982’de restore edilmiş; külliyenin doğu kısmında kadınlar ve erkekler için yapılmış olan çifte hamam ise 1908’de kapandıktan sonra bakımsızlıktan yıkılmış ve geriye hiçbir şey kalmamıştır.
Cerrah Mehmet Paşa Camii, 16. yüzyıl Türk mimarisinde kubbesi altıgen kaideye oturan en güzel eserlerden biridir; merkezî kubbenin ağırlığını altı fil ayağı taşımaktadır. Ana duvarlar ve kubbe kasnağı üzerinde çok sayıda pencereden bol ışık alır. Sadece kubbe kasnağında 18 pencere vardır. Cami avlusunu çevreleyen duvarlar kesme taştan; kuzeyde orta kısmındaki avlu kapısı kemerlidir. Avluda 16 köşeli mermer bir şadırvan havuzu; kuzeybatı köşesinde sekizgen planda yapılmış klasik bir Osmanlı türbesi ve içinde Cerrah Mehmed Paşa ile oğullarına ait üç ahşap sanduka vardır. Bizans döneminin 12. bölgesinde, Yedinci Tepe’de kurulan Cerrahpaşa Hastanesi, 1930’lara kadar topografik olarak eski Hubyar Mahallesi sınırları içinde yer alırdı. 1928 İstanbul belediye reformundan sonra eski mahallenin sınırları düzenlenerek adı Cerrahpaşa olarak değiştirildi.
(330-1711)
Bizans’tan Osmanlılar’a, Arkadius’tan Avrat Pazarı’na
Roma İmparatoru 1. Konstantin, 330’da başkent yaptığı Byzantion’a 7 tepe üzerinde kurulmuş Roma’dan esinlenerek “Nova Roma” adını vermiş; sonraları kurucusuna ithafen Konstantinopolis (Kostantiniyye) diye anılan bu şehir 395’ten sonra Doğu Roma İmparatorluğu’na başkent olmuştu.
Güneyindeki Theodosius Limanı’yla büyük bir ticaret merkezi olan bu zengin şehir yeniden inşa edilirken Eski Roma gibi 14 bölgeye ayrılmıştı. Genişleyen şehrin hipodromu, devasa bir sarayı, heykellerle süslenmiş sokakları vardı.
İmparator Arkadius’un 7 tepeli şehrin yedinci tepesi olan Xerolophos’da yaptırdığı, dört köşeli kaide üzerinde 47 metre yüksekliğindeki anıt 421’de tamamlandı. 740’taki depremden sonra zirvesindeki heykel devrildi; geçen zaman içinde depremlerden ve üzerine düşen yıldırımlardan çok zarar gördü.
1453’te Fatih, Kostantiniyye’yi payitaht ilan ettiğinde de Arkadius anıtı varolmaya devam etti. 2. Bayezid döneminden itibaren etrafındaki alanda kadınların ticaret yaptığı ve “Avrat Pazarı” diye bilinen bir pazar kurulması nedeniyle “Avrat taşı” olarak anılan sütun; 1711’de onarılamayacak kadar hasarlı olduğundan ve devrilme tehlikesi gösterdiğinden yıktırıldı.
İstanbul’un “suriçi” dokusu birbirine bitişik mahallelerden oluşuyordu ve Bizans’ın yedinci tepesinde, Fatih devrinin sonlarında var olan 4 mahalle, Hubyar, İsa Kapısı, Kasap İlyas ve Sancaktar Hayrüddin mahalleleriydi. Arkadius sütununun kaide kalıntısını eski Hubyar Mahallesi’nde, Cerrahpaşa Haseki Kadın Sokağı’nda, sokağa bakan cepheden görmek halen mümkün.