Kasım
sayımız çıktı

Çıktık açık alınla, politikadan geçtik, küresel bir ağ kurduk

20. yüzyılda bir seçkinler grubu olarak ortaya çıkan okumuş genç nüfus, 1968’den 1980’e uzanan dönemde ülke siyasetinde özerk bir aktör oldu, 1980 darbesi sonrası depolitize edildi. Son yıllarda artan ve farklı grupları biraraya getiren “değer” merkezli eylemlerin içindekiler, küreselleşmeyi egemen aktörlerden daha iyi kavrıyor.

HAKAN YÜCEL
m vel ut ea adit iriuremNet nim velit luptate minit landrerCat re,

Gezi Parkı eylemleri ile başlayıp ülkeye yayılan toplumsal hareketler, gençlerin yoğun katılımları, etkin aktörleri oldukları “orantısız” zeka ürünü afişler, duvar yazıları, sloganlar, şarkılar ve videolarla biçimlenen bir protesto kültürünün kendisini göstermesi, gençlik ve kuşak olgularını kamuoyu gündemine getirdi. 

Toplumsal kurgu olan gençlik, çoğulluk içinde okunmalıysa da, gençler arasında kuşak kavramıyla belli düzeyde ortaklaşmalardan söz edilebilir. Kuşağı düşünceleri, duyguları ve yaşam tarzları benzeşen ve unsurları oldukları toplumu etkileyen büyük olaylara benzer tepkiler veren ortak fiziksel, entelektüel ve ahlaki koşullarda yaşayan insanlar topluluğu, yaş grubu olarak ele alıyoruz. Bizde modernleşme sürecinin başlamasıyla birlikte gençlik, devlet için temel önem- deki konuların arasındaki yerini aldı. 19. yüzyılda Batılı terbiye ile geleceğin seçkinleri olarak gençler yetiştirmek hedeflendi. Genç Osmanlılar ve II. Meşruti- yet rejimini kuran Jön Türk hareketi bu koşullarda oluşmuştu. Bu eğitimli gençlik uzun süre bir seçkinler grubu olarak kaldı. Cumhuriyet ilan edildiğinde nüfusun sadece % 10’u okur-yazardı. Yine aynı dönemde üniversite öğrencileri çok küçük bir nüfus oluşturuyorlardı; 285’i kadın olmak üzere 2.629 öğrenci vardı. Hemen hemen tümü kamuda istihdam edilen, “gençlik mit”i ile biçimlendirilen ve çok küçük bir nüfus oluşturan bu eğitimli gençliğin maddi ve ideolojik açıdan siyasi merkezden özerkleşen bir toplumsal aktör oluşturduğunu söylemek güç. Zaten Cumhuriyet’in ilk onyıllarındaki öğrenci olayları da genellikle yabancı şirketlere karşı “milliyetçi” gösterilerden ibaretti. 1950’lerin sonuna kadar bu durum pek değişmedi. Ancak Levent Cantek’in deyimiyle Cumhuriyet’in ilk özgün popüler kültürü olan ve 1940’lı yılların ikinci yarısındaki “buluğ çağı”nda başlayan Bobstil kültürü, gençlerin Batı etkisiyle oluşan hazcı özellikte bir kültürle özerkleşmeye başlamasının işareti olarak görülebilir. 1950’li hatta 1960’lı yıllara hakim olan saç stili, kılık-kıyafet tarzı, davranış kodları, İngilizceyle karışık kendine özgü bir argo ile biçimlenen bu gençlik kültürü bir tehdit olarak görülüp hem ilerici hem de muhafazakar seçkinler tarafından kıyasıya eleştirilmişti. 

1950’lerden başlayarak kentlileşen, eğitime ulaşan, nüfusu çeşitlenen ve gelişen Türkiye’de 1960’larda eğitimli gençlik kendi yaş grubu içinde hâlâ küçük bir kesimse de, artık önemli ve heterojen bir nüfus oluşturmaya başlamıştı. 1968’de nüfusun % 6.5’i, yani 146.299 kişi artık üniversite öğrencisiydi. Bu koşullarda eğitim doğrudan kamuda istihdama yol açmıyor ve seçkinlik oluşturmuyordu. 

Türkiye 68’inin ve onun oluşturduğu gençlik kültürünün, Batılı örnek- lerden etkilenmiş olsa da, kendine özgü nitelikleri oldukça belirgindi. Siyasi olan, kültürel olana göre daha ağırlıkta bulunduğu gibi, bireysel özgürlük arayışı da antiemperyalizm ve bağımsızlık taleplerinin gölgesinde kalıyordu. Devleti ve toplumu kurtarmayı hedefleyen bir gençlik söz konusuydu. Genelleyici bir açıklamayla, 1978 kuşağını 1968 kuşağının toplumsal tabanının yaygınlaşması olarak görebiliriz. 1960- 1978 yılları arasında yüksek öğretimde okuyan öğrenci sayısının 63 binden 298 bine çıkarak neredeyse beşe katlandığı görülür. 70’li yıllardaki üniversite nüfusu yeni bir toplumsal grup yaratmıştı. 

1968’den 1980’e uzanan dönemde gençliğin özerkleşen bir toplumsal grup kimliğiyle ülke siyasetine özerk bir aktör olarak ağırlığını koyması, 1980 darbesinin ertesinde gençlik karşıtı ve depolitizasyon hedefli yeni bir politikanın belirmesine yol açtı. Ancak bu depolitazasyon politikası, spor ve kültür alanlarının daha fazla siyasallaşması sonucunu da doğurdu. Toplumsal hareketlerde son derece aktif olan taraftar grubu Çarşı, 1980’lerde kuruldu. Gençliği damgalayan “apolitiklik” ise, çok kez bilinçli olarak geliştirilen ve gençlerin katılımına kapalı ve ahlaki olarak kirlenmiş bir alan kabul edilen “kurumsal siyaset”ten uzak durup, siyasetin başka ortamlarda gerçekleştirilmesini içeren bir tutumdur. Bu nedenle 1990’lardan başlayarak yeni kuşakları anlamak için kültür alanındaki pratikleri önemsemek gerekir. 

Son haftalardaki toplumsal hareketlerin aktörü olan 1990’lı yıllarda doğan gençleri, – imkan ve kısıtlarıyla – küreselleşme süreci, neoliberal politikaların krizi ve AKP hükümetlerinin özne olmaya çalışan toplumsal aktörlerin özgürlük arayışıyla çelişen otoriter uygulamalarıyla anlamak doğru olacaktır. Birbirinden son derece farklı grupları biraraya getiren gençlik eylemleri, “değer” merkezli Yeni Toplumsal 

Hareketler’e uygun özellikler gösteriyor. Bu bağlamda bireysel/kolektif “çıkarlar” değil “değerler” ile birleşen Gezi Parkı gençleri iyi bir örnek oluşturmakta. 

Dominique Reyné’nin yönetiminde yayına hazırlanıp 2011’de basılan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu yirmi beş ülkeyi kapsayan güncel bir araştırma, bize oldukça ilginç veriler sunuyor. Türkiye’deki gençlerin % 63’ü, “ideal toplum”u kişisel performansın ödüllendirildiği bir toplum değil de zenginlik- lerin hakkaniyetli olarak dağıtıldığı bir toplum olduğunu ifade ederek, yirmi beş ülkenin gençleri arasında toplumsal duyarlılık açısından birinci sırada. Belki de Türkiye gençleri, bazı liderlerin sandığı kadar “maddiyatçı” değiller. 

Sermayenin küreselleştiği bir dünyada sermayenin etkilerine karşı mücadelenin de küreselleşmesini ve dayanışma ağlarının kurulmasını dış komployla açıklama çabası bize şunu gösteriyor: Küreselleşmenin mağdurları, küreselleşme sürecini egemen aktörlerden daha iyi kavramakta. Gençlerden mi öğrensek? 

19 MİLYONLUK BİR “ÖTEKİ”: 90 KUŞAĞI

Kategorize edilemeyenler…

BEKİR AĞIRDIR

Bugün Türkiye’de 15-30 yaş arası, teorik tarif ile, gençliğe baktığımızda 19 milyon insan görüyoruz. Batı’daki tarifiyle bilgisayar ekranına doğmuş, daha eğitimli, aynı zamanda aileleri de eğitimli bir kuşak bu. Bunların sadece 2 milyonu Batı’da Y Kuşağı olarak adlandırılan normlara uyuyor ve Türkiye ortalamasını yansıtmıyor. Hâlâ bu ülkede üniversite mezunu 25 yaş üstü kişi oranı % 11. 

Bizim ıskaladığımız şey, bu topraklardaki farklılar. Artık ezberlerden kurtulmak lazım. Mesela eğitimi, geliri arttıkça insanlar bireyselliğe ve özgürlüğe daha düşkün olurlar, aileye bağlılığı daha az olur gibi şema var. Ancak genel gençlik araştırmasında, “hayata hazırlanmak için en çok şeyi nereden öğrendin” diye sorduğumuzda % 65 “aileden” cevabını veriyor. Bu çocuklar elbette özgürlüklerine düşkün, ama aynı zamanda daha çok geleneklerine bağlılar (…) Son 30 yıldır bu ülkede bütün hayat değişti. Nüfusun yarısı göç etmiş, %52-53’ü metropollerde yaşıyor. Biz ise hala eski kurallarla yeni hayatı yönetmeye ve etkilemeye çalışıyoruz. 

Şimdi bizim bankacımız, reklamcımız vs. bütün o yeni teorileri kullanıyor. Ama bilgisayarı kapatıp hayat konuşmaya başladığı zaman, eski kavramlardan devam ediyor sanıyor hâlâ. Artık politikanın sadece politika denen particilikten ibaret olmadığı anlaşıldı. O çocuklar yarın da gidip bir partiye üye olmayacaklar. Hep şöyle bir ezberi var Türkiye entelektüellerinin, medyasının: Efendim “Türkiye örgütsüz, tepkisiz, Mısır’da kıymaya zam geliyor, halk sokaklara dökülüyor, bizimkiler hiçbir şey yapmıyor” gibi. Bütün bunların efsane olduğu ortaya çıktı. Gezi’nin buradaki anlamı, “bir dakika abi bütün bu değişimi sadece siyasetten okumayın” olmuştur. Gezi bize dedi ki “bu yeniyi sadece Kürtler, Türkler diye kuramazsınız; Aleviler, Sünniler diye kuramazsınız. Hayat diye bir şey var ve bu hayatın ihtiyaçları ve karakterleri farklı şeyler: kadın meselesi, çevre vs.”. İşin özü budur. 

Bekir Ağırdır’la yaptığımız söyleşiden derlenmiştir.