19. yüzyılda çöküş sürecine giren tekkeler 1925’te kapatıldı. 1940’lardan itibaren farklı bölgelerde ortaya çıkan cemaatler adlarını duyurmaya başladı. İslâmî literatürde başka anlamda kullanılan “cemaat” kavramının ilk defa tarikat benzeri hareketlere isim oluşu 1950 hatta 1960 sonrasındadır.
Cumhuriyet’in ilanının ardından 1925’te yürürlüğe giren kanun uyarınca Türkiye genelinde faaliyet gösteren bütün tekkelerin kapatılması kararı da alınmıştı. Zaten tekkelerin çoğu aslî çizgisinden sapmış, hizmet göremez haldeydi. Tekke yapıları ise harap ve sahipsizdi. İstanbul, Bursa, Konya ve Edirne’de ise, merkezlerde bulunan tekkelerin çoğu kapanma kararının alındığı tarihlerde henüz faaldi. Bu tekkelere de tebligatlar yapıldı ve tekke binalarının anahtarlarının ilgili kurum müdürlüklerine teslim edilmesi bildirildi.
Ne var ki zaman içinde tekkelerin kapatılmasından doğan boşluk doldurulamadı. Diğer yandan gözden uzak yerlerde kanunun izin vermediği bazı faaliyetler gizliden gizliye yürütülmeye başlamıştı. Bu dönemde bazı eski şeyh aileleri haftalık usûl gününün yerine, yine haftanın belirli bir gününde sohbet yapmayı sürdürmüşlerdir. 1930’ların ve 1940’ların İstanbul’unda ünlü din adamlarından Samatya’daki Etyemez Cami’nin imamhatibi Şemseddin Efendi (Yeşil) ve Fatih, Hırka-i Şerif mahallesindeki konağında misafirlerini irşâd ile meşgul olan Kenan Efendi (Kenan Rifaî, Büyükaksoy) haftada bir ve özellikle Ramazan ayı boyunca yaptıkları bu tasavvufi sohbetlerle isimlerini kısa sürede bütün şehirde duyurmuşlardı. Boşluktan yararlanarak ortaya çıkan değişik dinî gruplarsa özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da gizli faaliyet göstermeye başladılar.
1946 seçimlerinden sonra “cemaat” deyimi duyulmaya başladığı gibi gayriresmi yaklaşımlarla da devletle uzlaşma çözümleri aranır oldu. Bu yeni süreçte ilk başarıyı Mevlevîler elde etti ve bir tarikattan çok sembolik bir kültür topluluğu haline gelmeyi önemsedi. Demokrat Parti yöneticileri ile ters düşse de mücadelesinden vazgeçmeyen Said Nursî, risaleleriyle devletle pasif mücadeleye girerken çalışmalarını yeraltında yürüten ve Süleyman Hilmi Tunahan’ın önderliğinde şekillenen Süleymancılık akımı ise cumhuriyet döneminde Kur’an-ı Kerim’in unutturulduğu endişesiyle yıllarca hafız yetiştirerek İslâmi bilimlerin yayılmasına çalışmıştı. 1970’lerde hayli güçlenen Süleymancılar sonraki yıllarda güç kaybetti.
Tam da tekkelerin ıslah edilmesi düşünülüyorken 1925’te kapatılmaları büyük bir şokun yaşanmasına ve boşluğun doğmasına sebep olmuştu. Bu boşluk özellikle merkezden uzak kentlerde şekillenen cemaatler eliyle dolduruldu. İslâmî literatürde farklı anlamlarda kullanılan “cemaat” kavramı ilk defa tarikat benzeri bir hareketi isimlendiriyordu. 1920’lerin sonunda şekillenmeye başlayan ve 1946-1950 yıllarından sonra ortaya çıkan bu “nev-zuhur” oluşum, gerek uygulamaları ve gerekse yapısı açısından tarikatlerden farklıydı.
Osmanlı devlet yapısı içinde tekkelerin kontrolünü sağlayan kurumlar vardı. Oysa cumhuriyet Türkiyesi’nde yapılanan cemaatler resmen tanınmadıkları ve bir kuruma bağlı olmadıkları için kontrolsüz kalmıştı. Tekkeler, yüzyıllar içinde tarihî bir fonksiyon üstlenmiş, eğitim kurumlarının yaygınlaşmadığı bir dönemde halkın edep-erkân öğrenmesine yardımcı olmuş, ardından doğal ömrünü tamamlayarak diğer kurumlar gibi tarih sahnesinden çekilmişti.
Cumhuriyet Türkiyesi’nde ortaya çıkan cemaatler ise çok daha esnek, müdavimlerin kolaylıkla devam edebilecekleri, anlayışlı dinî yapılanmalardı. Tekkelerde görülen zikirlerin ve ağır evradların yani ödevlerin yerini belirli periyodlarla tekrarlanan sohbetler almıştı.
İslâmî literatürde başka anlamda kullanılan “cemaat” kavramının ilk defa tarikat benzeri hareketlere isim oluşu 1950 hatta 1960 sonrasındadır. Yaklaşımı ve uygulamalarıyla da tarikatlardan farklı olagelmiştir.
Osmanlı Devleti’nin tekke ve tarikatları tanımasına karşılık Cumhuriyet Türkiyesi’nde yapılanan cemaatler resmen tanınmadıkları için ortaya çıkışlarından itibaren kontroldışı yapılanmalar olageldi ve her cemaat belki bundan da yararlanarak çok daha esnek, müdavimlerin kolaylıkla devam edebilecekleri bir örgütlenme yolu seçtiler. Tekkelerde görülen zikirlerin ve ağır ritüellerin yerine de tesbihat ve sohbeti benimsediler. Tekkeler vakıf gelirleri ile ayakta dururken cemaatler ekonomik faaliyetlere de yönelerek şirketler kurdular, medya aracılığıyla seslerini duyurmaya başladılar. Zenginlerden alınan bağışlar, toplanan zekat paraları, kurban derileri, açılan okullardan elde edilen gelirler gibi kaynaklar edindiler… Halbuki tekkelerde böyle bir yapılanma tarihin hiçbir döneminde sözkonusu değildi. Kaynaklar tarikat bünyesinde sıkı ve samimi bir dostluğun sürdürelebildiğini kaydediyorken, günümüz cemaatleri içine kapalı, dışardan kimseyi kabul etmeyen ve birbirine mesafeli dinî topluluklar olarak çıkıyor karşımıza.