Kasım
sayımız çıktı

Padişah, ferman, asker ayar verdi

Osmanlı döneminde bitmek tükenmek bilmeyen isyanlardan bir kısmı, dolaysız şekilde sultanları ve yönetim kademesini de hedef almıştı. Padişahların, vezirlerin katline kadar uzanan bu darbelerin motor gücü genellikle yeniçeriler, “üst akıllar”ı ise devlet içindeki çeşitli “paralel” güç odakları idi.

Binlerce yıllık insanlık tarihinde, oy ve sandık enstrümanının çok in­ce bir zaman dilimine tesadüf ettiğinin farkına varamıyoruz. Oysa bu kısa demokrasi döne­minden önce, büyük boyutlu ekonomik-toplumsal sıkıntı­ların ardından gerekli görülen yönetim ve sistem değişiklik­leri pek kan dökülmeden ger­çekleşemiyordu. Bu durum, her yerde aynı ölçüde olmasa da Doğu-Batı demeden insanlığın ortak tarihinde çok belirgindir.

Roma, Arap, Pers, Çin, Hint uygarlıklarındaki monarşiler­de olduğu gibi Osmanlılarda da gayrimemnun kitleler ba­zen isyan, bazen ihtilalle yö­netime ortak olabilirler, bazen tek başlarına sahiplenirler ve­ya tamamen dışlanabilirlerdi. Yaygın olan kardeşlerarası sal­tanat kavgaları, II. Bayezid ile Yavuz Sultan Selim arasında olduğu gibi baba-oğul arasın­da da gerçekleşebiliyordu. Şeyh Bedreddin, Şahkulu, Vehhabi, Yemen isyanları gibi dinî-ru­hani niteliği öne çıkan isyanlar seyrektir. İsyan tarihimiz daha çok iktisadi ve sosyal baskıla­rın tetiklediği hadiselerle do­ludur. Celalî genel adlı isyanlar ile Pazvantoğlu, Tepedelenli, Kavalalı, Menemencioğlu, Tuz­cuoğlu, Bedirhan isyanları gibi örneklerde bölgesel özellikler, kendine daha özerk bir saha yaratmayı amaçlayan eğilimler görülür. Doğrudan doğruya sis­tem hedef alınmaz. İlginç olan husus, çok az ihtilal veya dar­bede hanedan değişikliğinin düşünülmesidir. Bu kalkışma­lar sonucu ölen/öldürülen pa­dişahlar olmuşsa da yerlerine oğul veya kardeşleri geçirilir. Bu derlememizde, isyan şeklin­de başlayan ve daha ziyade pa­dişah ve yüksek rütbeli devlet adamlarını hedef alan girişim­leri ana hatlarıyla sunuyoruz.

1445 – BUÇUKTEPE İSYANI

Yeniçeri ilk kez ayaklandı, maaşa buçuk akçe zam aldı

II. Murad 23 yıl saltanat sür­dükten sonra 1444’de tahtını 12 yaşındaki oğlu II. Mehmed’e (Fatih) bırakarak Manisa’ya çe­kilmişti. Başkent Edirne’de tah­ta çıkan II. Mehmed namına ke­silen akçelerin gümüş miktarı, II. Murad akçelerine göre eksik­ti. Bu durum piyasada buhrana sebep oldu. Doğal olarak gelirle­ri azalan yeniçeriler de iktisa­di sıkıntıya düştüler. O sırada Edirne’de meydana gelen büyük bir yangın durumu daha da zor­laştırdı. Evleri ve çarşıları ile büyük ölçüde tahrip olan Edir­ne’nin karmaşasından istifade eden yeniçeriler, Vezir Şihabüd­din Paşa’nın konağını yağma­layarak Edirne dışına çekildi­ler. İsyandan vazgeçirilmek için maaşlarına “buçuk akçe” zam yapıldı. Sonradan yeniçerilerin toplandığı o bölgeye Buçuktepe adı verildi. II. Mehmed’in tah­tı babasına terk etmesini telkin eden bazı paşaların isteğiyle, II. Murad 1445’te ikinci defa tahta çıktı. Tarihimizdeki ilk yeniçeri isyanı böylelikle hükümdar de­ğişikliğiyle sonuçlandı.

Sultan II. Murad

Flaman ressam Van Mour’un 1730 tarihli “Patrona Halil” tablosu.

1589 – BEYLERBEYİ OLAYI

Akçenin değeri düştü, yeniçeri kışladan çıktı

Sultan III. Murad devrine kadar çeşitli bahanelerle isyan eden ve istekleri yerine getirilip yatıştırılan yeniçeri­lerin “kelle isterüz” talebiy­le padişahların karşısına çık­tıkları ilk isyan 1589 yılında gerçekleşmiş ve “Beylerbeyi Vakası” olarak adlandırılmış­tır. Amerika’nın keşfiyle altın ve gümüşün bollaşmasının ar­dından askerî ve mülki harca­maların giderek artması eko­nomide enflasyon baskısını tetiklemişti. Bu sıralarda yapı­lan “sikke tağşişi” tabir edilen işlemle akçenin değeri bir an­da %50 düşürüldü. 100 dirhem gümüşten 500 akçe kesilirken 800 akçe kesildi. Halkın ve ka­raborsacıların da bu akçelerin kenarlarından kırparak değe­rini daha da düşürmeleri ak­çenin alım gücünü iyice azalt­tı. Ulufesi 10 altın olan bir ye­niçeri aslında 5 altın almaya başladı.

Maddi zorluklar ve piyasa­nın baskısıyla Topkapı Sara­yı’na dolan yeniçeriler sorum­lu olarak gördükleri Beylerbeyi Mehmed Paşa ve Başdefterdar Mahmud Efendi’nin kendi­lerine verilmesini dayattılar, “verilmezlerse başka padişah buluruz” tehdidini de savur­dular. III. Murad sözünün din­lenmediğini görünce içoğlan­ları, bostancılar ve baltacıların silahlarını ellerine alıp karşı koymalarını emretmeye kalk­tı. Vezirler padişahı fikrinden caydırıp istedikleri adamla­rı teslim ettirdi. Hemen ora­cıkta başları kesilen bu devlet adamlarından sonra yeniçe­riler, 1826’da ortadan kaldırı­lıncaya kadar her olumsuzluk­ta istedikleri devlet adamının kellesini almayı başardılar.

Sultan Selim Han oğlu Murad Han’ın Mısır’da basılan sikkesi (III. Murad).

1603 – ZORBA İSYANI

Türkmen sipahilere karşı devlet-yeniçeri ittifakı

Osmanlı ordusunda ya­ya “yeniçeri” birlikleri devşirme, atlı “sipahi” bir­likleri genellikle Türkmen grupların hâkimiyetindedir. 1603’e gelindiğinde Anado­lu’da Celâlilerin sindiril­mesi uğruna devşirmelerin yaptıkları zulüm üzerine, mazul Şeyhülislam Sunul­lah Efendi’nin teşvikiyle si­pahiler ayaklandı. Zulmün sorumluları olarak görü­len Kapıağası Gazanfer Ağa ile Darüssaade Ağası Osman Ağa’yı idam et­tiklerinde ortalık yatıştı. Sadrazam Yemişçi Hasan Pa­şa, Belgrat’ta iken bu ayaklan­manın kendini hedef aldığını bildiğinden İstanbul’a acilen dönerek duruma hâkim oldu ve isyanın kaderi değişti. Si­pahilerin Celâlilerle işbirli­ği yaptıkları iddiasıyla, devlet yeniçerilerle ittifak etti. Kanlı katliamlar sonucu sipahiler zayıf düştü ve ortalık tekrar yeniçerilere kaldı. Sonraki yıl­larda sıklıkla görülecek yeni­çeri-sipahi kavgasının temeli bu isyanda atıldı. “Zorba” ola­rak adlandırılmak da sipahile­rin üzerine yapıştı.

16.yüzyılda sipahi ağası.
Avrupa’daki yankılar Genç Osman’ın tahttan indirildikten sonraki feci ölümü tüm Avrupa’da yankılanmış, olay üzerine müstakil kitaplar yazılmış, çok sayıda tablo ve gravür yapılmıştır (solda). Yedikule zindanlarında Genç Osman’ın öldürüldüğü yer (altta).

1622 – II. OSMAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ

‘Paralel ordu’ deyince Yedikule’de boğuldu

I. Ahmed’in 1617’deki ölü­müyle veliaht şehzade olan 12 yaşındaki Osman yerine, amcası I. Mustafa tahta çıka­rıldı. Akıl hastalığı yüzünden üç ay sonra tahttan indirilin­ce saltanat II. Osman’ın oldu. Yeni padişah, hakkını yedik­lerini düşündüğü, saltanatta veraset usulünü değiştirip en yaşlı şehzadenin tahta çıkarıl­ması kuralını getirenlere cephe aldı. Bir yandan da yeniçeri ve sipahi ocaklarının ilga edilerek Anadolu, Suriye ve Mısır Türk­lerinden bir ordu düzenlemek, bir süreliğine Kahire’yi başkent ilan edip İstanbul’dan ayrılmak gibi projeler geliştirdi.

Kısa sürede ilmiye, sey­fiye, kalemiye ricali arasın­da düşmanı çok, bağlısı az bir hükümdar haline geldi. Hac­ca gitme bahanesiyle kafa­sındaki orduyu oluşturmaya niyetlenince, ulema ve rical-i devletin itirazları ile karşılaş­tı. Padişahların hacca gitme­mesi yönünde verilen fetvayı da buruşturup attı. Kulları ve yöneticileriyle kendi arasın­da büyük bir gerginlik doğun­ca geri adım atsa da, ihtilalin fitili artık ateşlenmişti. Hayli karışık ve çatışmalı geçen bir­kaç günün ardından 1622’de tahttan indirildi ve yerine akıl hastası olan amcası I. Mustafa ikinci defa tahta geçirildi. Da­ha sonra kapatıldığı Yedikule zindanında feci bir şekilde öl­dürüldü.

1648 – SULTAN İBRAHİM’İN ÖLDÜRÜLMESİ

Dayak yiyen sadrazam, saray darbeli intikam

Sekiz yıl saltanat süren Sul­tan İbrahim’e tamamen akıl hastası denemezse de, 23 yıl kapalı tutulduğundan dola­yı bozulan psikolojisinin den­gesizliği kesindir. Devrinde devletin işleyişi asker, bürok­rat ve ulema eliyle yürütül­müştür. Valide Kösem Sul­tan’ın harem ağaları ve bazı vezirlerle kurduğu ittifak, onu bir güç odağı olarak iyice be­lirginleştirmişti. Saltanatının sonlarında “samur ve anber vergisi” adıyla topladığı ver­gilere büyük tepkiler gelince, rakip siyasi gruplar, bunla­rı akıl eden Sadrazam Ahmed Paşa’nın azlini istedi.

Yeni sadrazam Sofu Meh­med Paşa saraya çıkarak Ah­med Paşa’nın idamını istedi­ğinde, padişah tarafından şid­detle dövüldü. Buna rağmen yine de fetva alındı ve idam edilen Ahmed Paşa’nın cese­di Atmeydanı’na çırılçıplak bırakıldı. Şişman ve yağlı bir vücudu olduğundan “insan ya­ğı eklem ağrılarına iyi gelir” inancıyla gelen geçenin ceset­ten bir parça koparmasından dolayı (Hezarpare=Bin parça) lakabıyla tarihe geçmiştir. İk­tidarı ele geçiren Sofu Meh­med Paşa yediği dayağın acısı­nı unutmamış, Valide Kösem Sultan’ı da tazyik ederek Sul­tan İbrahim’in tahttan indiril­mesini ve yerine 7 yaşındaki oğlu IV. Mehmed’in geçirilme­sini sağlamıştır. On gün sonra da eski padişah idam edilmiş­tir. Kendisinden sonraki bütün padişah ve şehzadeler İbra­him’in neslindendir.

Sultan İbrahim’in tahttan indirildikten sonra boğdurulduğu anın temsili gravürü.

1687- IV. MEHMED’E (AVCI) KARŞI İSYAN

Sevk ve idare kayboldu, Avcı Mehmed av oldu

1648-1687 arası otuz dokuz yılla Kanunî’den sonraki en uzun taht süresini geçiren IV. Mehmed, bir türlü vazgeçeme­diği avcılık yüzünden toplumu kendinden soğutmuştu. Avcılık deyip geçmemek lazım, nere­deyse küçük bir ordu ile çıkı­lan av seferleri aylarca sürüyor, maliyetini karşılayacak gelir kaynakları gittikçe azalıyor­du. Devrinde çeşitli zorluklara mâruz kalan Osmanlılar, Batı dünyasının giderek yükselen bilimsel, teknik ve iktisadi se­viyesini anlamakta zorlandılar. Aradaki makas açıldıkça re­form sesleri çıkaranlar hemen susturuldu.

1683’de Viyana önlerinden ricat eden ordunun perişanlığı, ekonominin zayıflığı, asayişin bozulması ile devlet bir kaos ortamına girmişti. Bu olum­suz şartlarda bile tövbe ettiği halde avcılıktan vazgeçemeyen padişah kontrolü elinden ka­çırdı. 1687’de Eğri’de bulunan ordu, sevk ve idaresinde başı­boş kalarak isyancılar önderli­ğinde İstanbul’a doğru yürü­yüşe geçti. İki ayda hedefinden sapmadan İstanbul’a gelerek Ayasofya Camii’nde toplanan ulema ve vüzeranın kararıy­la IV. Mehmed’i indirerek ye­rine kardeşi Süleyman’ı tahta çıkardı.

1703 – EDİRNE VAKASI

Şeyhülislam ve oğlu Fethullah’ın feci sonu

1683’ten itibaren 16 yıl süren korkunç bir savaşın ardın­dan 1699 Karlofça Antlaşması ile büyük bir darbe alan Osman­lı Devleti barut fıçısı gibiydi. Sefer masraflarının yüklendiği halk perişan, ülke asayiş ihlal­leri ve kargaşa içindeydi. Bu­na rağmen II. Mustafa Edir­ne’ye yerleşiyor, babası gibi sü­rek avları düzenliyor, kızlarına muhteşem saraylar yaptırarak israfın sınırlarını zorluyordu. Hocası olduğu için şeyhülislam yaptığı Erzurumlu Feyzullah Efendi devleti ele geçirmişti ve onun izni olmadan yaprak kı­pırdamıyordu. Bütün makam­lara, görevlere tayinler onun izni ile gerçekleşiyordu. Yüksek mevkilerin tamamı evlatları ve sülalesinden adamlarca işgal edilmişti. Büyük oğlu Fethullah için kendinden sonra şeyhülis­lam olmasını garantileyen emri bile padişahtan alabilmişti.

Osmanlı hanedanı gibi şey­hülislamlıkta da “Feyzullah Efendi Saltanatı”nın kurulma­sına az kalmıştı. Adamı oldu­ğu için sadrazamlığa getirdi­ği Rami Paşa gidişten rahatsız olanlarla ittifak ederek Feyzul­lah Efendi’ye cephe aldı. 1703’te Edirne Vakası adı verilen hare­ket patladı. İstanbul’da gönüllü halktan, esnaf ve ulema yanında yirmi bin askerden oluşan is­yan ordusu 50 bin kişiye ulaştı. Edirne’ye doğru yola çıktığın­da Sultan Mustafa ordusu da 80 bin kişi ile İstanbul’a yürüyüşe geçti. İki ordu karşılaşmak üze­reyken padişah ordusu isyan­cıların safına geçti. Böylelikle gücü kalmayan II. Mustafa’nın yerine III. Ahmed padişah oldu. Feyzullah ve Fethullah Efen­diler yakalanarak işkence ile öldürüldükten sonra cesetleri Tunca nehrine atıldı.

ri” adı yakıştırılan bir dönem yaşandı. Mutlu azınlık bir kitle gününü gün ederken, yoksul­ların durumu giderek kötüleş­ti. Orducu esnafının ve savaş ekonomisine endeksli ekono­mik sınıfların durumu gittikçe kötüleşti. İsyan hiç beklenilme­yen bir anda patlak verdi. Eski bir tellak olduğu öne sürülen, denizci ve “patrona” rütbeli Ha­lil ve arkadaşlarının önderli­ğinde gerçekleştirilen isyan, ilk başta önemsenmediğinden git­tikçe büyüdü. Yeniçeri, esnaf ve ulema isyanda birlikte hareket etti. 1730’da isyan ateşi tüm İs­tanbul’u sardığında III. Ahmed, damadı ve sadrazamı İbrahim Paşa’nın cesedini asilere teslim etti. Daha nice devlet adamının başı da verildi. Damad İbrahim Paşa’nın cesedi yerine Manol adlı bir kürkçünün cesedi veril­diği iddiasıyla isyan tekrar alev­lendi. Padişaha tahtını kardeşi I. Mahmud lehine terketmesi teklif edilince hemen kabul etti. Tahttan indirildikten sonra beş yıl daha yaşadı.

1730 – LALE DEVRİ’Nİ BİTİREN PATRONA İSYANI

Asker, esnaf ve ulema III. Ahmed’i teslim aldı

1703’de tahta çıkan III. Ah­med, Edirne’de oturan padi­şahlar yüzünden uzun süredir terk edilen İstanbul’a yerleşti. İstanbul bakımsız kalmış, vira­neliklerle dolmuştu. Ruslarla, Avusturyalı ve Venediklilerle de ara ara savaşlar devam etti. 1718’de Pasarofça Antlaşması ile Batı cephesi fiilen barış orta­mına girdi. Nevşehirli İbrahim Paşa, III. Ahmed’in hem damadı hem de sadrazamı olarak döne­min güçlü adamı oldu.

İran’da açılan cephelerde süren savaşların olumsuzlukla­rı İstanbul’a pek yansımadan 12 yıl boyunca sanat, kültür, bili­min konuşulduğu ve “Lale Dev­ri” adı yakıştırılan bir dönem yaşandı. Mutlu azınlık bir kitle gününü gün ederken, yoksul­ların durumu giderek kötüleş­ti. Orducu esnafının ve savaş ekonomisine endeksli ekono­mik sınıfların durumu gittikçe kötüleşti. İsyan hiç beklenilme­yen bir anda patlak verdi. Eski bir tellak olduğu öne sürülen, denizci ve “patrona” rütbeli Ha­lil ve arkadaşlarının önderli­ğinde gerçekleştirilen isyan, ilk başta önemsenmediğinden git­tikçe büyüdü. Yeniçeri, esnaf ve ulema isyanda birlikte hareket etti. 1730’da isyan ateşi tüm İs­tanbul’u sardığında III. Ahmed, damadı ve sadrazamı İbrahim Paşa’nın cesedini asilere teslim etti. Daha nice devlet adamının başı da verildi. Damad İbrahim Paşa’nın cesedi yerine Manol adlı bir kürkçünün cesedi veril­diği iddiasıyla isyan tekrar alev­lendi. Padişaha tahtını kardeşi I. Mahmud lehine terketmesi teklif edilince hemen kabul etti. Tahttan indirildikten sonra beş yıl daha yaşadı.

Van Mour’un 1730 tarihli, Patrona Halil isyanını konu alan tablosundan bir detay.

1808 – III. SELİM’E KARŞI KABAKÇI İSYANI

Orduyu modernleştirdi, bedelini canıyla ödedi

Fransız İhtilali ile aynı yılda 1789’da tahta çıkan Sultan III. Selim, kendini Avusturya ve Rusya ile savaşın içinde bul­du. Mağlubiyetlerle geçen üç yıldan sonra yapılan antlaşma­ların ardından ülkede revizyon çalışmaları başladı. Bu revizyo­nun Batı tarzı modernleşmeye yönelecekti ama, nasıl bir yol izlenecekti? Öncelikle ulemaya sipariş edilen layihalarla kafa­larda bir model oluşturulma­sı düşünüldü. Önerilen yenilik faaliyetlerinin tamamı ordunun modernleşmesinden geçiyor­du. İsveç elçiliği tercümanı Mu­radcan Tosunyan’ın (Ignatius Mouradgea D’ohsson) layıhası dikkate alındı.

1793’ten itibaren askerî ve mâli sahalarda Nizam-ı Cedid adı verilen yenileşme hareket­lerine başlandı. Sürekli bir barış ortamı olsa III. Selim’in sami­mi çabaları bir sonuç verebilirdi ama Fransızların Mısır, İngiliz­lerin Akdeniz, Rusların Boğazlar ve Slav dünyası projeleri devleti rahat bırakmadı. 1807’de Kabak­çı Mustafa’nın ismiyle simgele­şen bir isyan sonucunda hapse­dilen Selim’in yerine IV. Mustafa tahta geçti. Yaklaşık 1 yıl sonra hareket yön değiştirse de Selim’i tekrar padişah yapmak isteyen Alemdar Mustafa Paşa ve Rus­çuk Yaranının gayretleri yeterli olmadı. Öldürülen Selim tahta çıkarılamadı ama IV. Mustafa yerine II. Mahmud padişah ya­pıldı. II. Mahmud zamanında Selim’in katilleri de idam edildi.

Üçüncü Selim’i katledenlerin idam gerekçelerinin yazılı olduğu idam yaftaları

1876 – ABDÜLAZİZ’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİ

‘Artık asker darbe yapmaz’ dendi, Abdülaziz hal’ edildi!

Sultan Abdülaziz, Batıcı ve modern II. Mahmud’un oğlu olmasına rağmen biraz alaturka görünse de Avrupa’yı ziyaret eden tek padişahtır. Batı müesseselerinin ve devri­nin son teknolojisinin ülkede yaygınlaşması, donanmanın modernize edilmesinde çok gayret gösterdi. Batı müziğin­de gayet güçlü bir bestekârdı. Ekonomik sıkıntıların had saf­haya çıktığı, askerî başarısız­lıkların da ardı ardına geldiği bir sırada seraskerlikten sad­razamlığa getirdiği Hüseyin Avni Paşa’nın liderliğini yap­tığı bir darbe sonucu 1876’da tahtından indirildi ve yerine V. Murad getirildi. “Yeniçeri Ocağı kaldırıldı, modern ordu kuruldu, artık Osmanlı Ordusu padişahları hal’ etmez” denilen bir zamanda, yeniçeri devrin­den daha sert bir darbeye mâ­ruz kalınmıştı. Tahttan indiril­dikten dört gün sonra trajik bir şekilde hayata veda etti. Gü­nümüzde intihar ettiğine veya öldürüldüğüne yönelik tartış­malar halen canlılığını kaybet­memiştir. Ölümünden son­ra ailesi, annesi ve yakınları çok sıkıntılar çekti. İlk defa bu olayda, darbeye mâruz kalmış bir padişahın etrafında laubali askerlerle fotoğrafının çekil­diğine şahit olundu. Darbe­ci Hüseyin Avni Paşa, Midhat Paşa’nın konağında toplantı halinde iken Çerkes Hasan ad­lı tartışmalı bir kişilik tarafın­dan öldürüldü. Darbeci bir pa­şa olmasına rağmen Süleyma­niye Camii haziresi girişindeki görkemli mezarına defnedildi.

Darbeci iki askerin arasındaki Sultan Abdülaziz’e acayip bir kıyafet giydirilerek fotoğrafı çekilmiştir.

1859 – KULELİ OLAYI

Islahat aleyhtarı fedailer darbeyi eyleme dökemedi

1856’da ilan edilen Islahat Fermanı gayrimüslimler lehine, Müslümanlar aleyhi­ne bir ortam yarattı. Batılılı­laşma eğilimleri, Avrupa nü­fuzunun Osmanlıları gittikçe baskı altına alması, bazı ke­simlerde nefretle karşılanı­yordu. 1859’da, hoşnut olma­yan kitlelerin temsilcisi olmak adına gizli dernek kimliğiyle Türkiye’nin ilk siyasi parti­si sayılan Fedailer Cemiyeti kuruldu. Süleymaniyeli Kürt Şeyh Ahmed adlı bir hocanın önderliğinde Çerkes Hüseyin Daim Paşa, Arnavut Caferdem Paşa, Didon Arif gibi asker bü­rokrat ve sade vatandaşlardan oluşan üyeleri bulunuyordu. Sultan Abdülmecid’i tahttan indirip yerine Abdülaziz’i pa­dişah yapmak niyetindeydiler. Bunun için askerî bir darbe planladılar. İhbar neticesinde yakalandıklarında eyleme kal­kışamamışlardı. Sorgularının ve mahkemelerinin yapılma­sı için Çengelköy’deki Kuleli Askeri Lisesi’ne götürüldüler. Oraya izafeten bu darbe girişi­minin adı “Kuleli Vakası” ola­rak yerleşti. Mahkeme sonucu üyelerinden bazıları idam ce­zasına çarptırıldılarsa da Ab­dülmecid tarafından cezaları müebbede çevrildi.

Kuleli’de yargılananların sorgu tutanağı.

1909 – II. ABDÜLHAMİD’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİ

31 Mart İsyanı bastırıldı, padişah Selanik’e yollandı

Sultan Abdülhamid 1876’da Kanun-ı Esasi’yi ilan edip 1877’de meclisi açan padişah ol­masına rağmen kendine yönelik darbe korkusuyla özgürlükleri kısıtladı. Yine de Ermeni terö­ristlerin bombalı saldırısından kıl payı ile kurtulabildi. 1908’de kendi kaldırdığı Kanun-i Esasi’yi yeniden ilan edip, kapattığı mec­lisi tekrar açtıysa da muhalefetle arası düzelemedi. 31 Mart İsyanı ile karşı darbe gerçekleşti ama Hareket Ordusu kontrolü sağla­dı. 27 Nisan 1909’da tahtından indirilen II. Abdülhamid, sürgü­ne gönderildiği Selanik’te Alatini Köşkü’ne kapatıldı.

Sultan İkinci Abdülhamid’e hal’ fetvasının tebliğ edildiği anı canlandıran Halife Abdülmecid’in tablosu.
Enver Bey’in [Paşa] başına silah dayadığı Sadrazam Kamil Paşa’nın istifa mektubunu yazmasının temsili resmi.

1913 – BÂBI-ÂLİ BASKINI

Son Osmanlı darbesi, modern darbelerin atası

Osmanlı tarihindeki en son darbe/ihtilal olarak tarih­teki yerini almıştır. Geleneksel isyan-ihtilal-darbelerin küçük çaplılarında sadrazamın, şeyhü­lislamın veya bazı yüksek rütbe­lilerin teslim edilmesiyle ortalık sakinleşirdi. Esas hedefin taht olduğu bazı girişimlerde ise pa­dişahların canına kastedilme­ye kadar gidilmiştir. Bâbı-Âli Baskını’nda ise hedef doğrudan hükümet kabinesi ve sadrazam­dı, padişahla kimse ilgili değildi. Bu özelliği ile ayrılmakta olan Bâbı-Âli Baskını’nda, İttihat ve Terakki Partisi iktidarı kesin olarak eline geçirmiştir.

Enver ve Talat Beylerin li­derliği ve organizasyonu ile ger­çekleşen darbeyle Harbiye Nazı­rı Nâzım Paşa öldürülmüş, Sad­razam Kâmil Paşa’nın kafasına silah dayayan Enver Bey zorla is­tifa mektubu yazdırmıştır. Aha­linin teşviki ve darbeye katılımı­nın sağlanması için bir miktar dezenformasyon (algı operasyo­nu!) yapılmış ve bu durum etkili de olmuştur.