Kasım
sayımız çıktı

Düğün olur iki kişiye pastası düşer deli komşuya

Yaz geldi çattı, gelinlerin tatlı telaşı başladı. İki bayram arasında bile olsak havaların ısınmasıyla dünya evine girmek isteyenler planlamalara başladılar. Hazırlıkların ana kalemlerinden biri de düğün pastaları… Bugün şatafatlarıyla çiftlerin rüyalarını süslerken cüzdanlarını da hafifleten düğün pastaları var. Roma döneminde ise baharatlı çörekler, şekerin nadir bulunduğu zamanlarda sakatat ve istridyelerle yapılan düğün turtaları vardı.

Yaz kapıda. Düğün mev­simi geldi çattı… An­cak galiba kimse artık evinin bahçesinde kuru pasta, limonata ile mahalle çalgıcı­larının ezgisine oynamak is­temiyor. Yalnız bizde de değil, tüm dünyada küresel düğün endüstrisinin ateşlediği çıl­gınlık, pandemi sınırlamala­rına rağmen 2020’de pazar büyüklüğünü 160 milyar Do­lar’a çıkarmış. Her yıl bir %5 daha büyümeye devam ediyor.

2030’da tahminler yarım tril­yon Dolar’a işaret ediyor. Yani dünyada açlığı ortadan kaldı­rabiliriz, ama yok! Yeni bir yu­vanın kuruluşunu herkese ilan etmek lazım.

Düğün denildiğinde iki ta­rafın da fitili ateşleniyor. Her­kes düğününün unutulmaz olmasını, yıllar boyu konuşul­masını arzu ediyor. Her kül­türün farklı eğlence ve ikram geleneği var. Pek değişmeyen ise sonlara doğru maytaplarla, marşlarla sahneye gelen gös­terişli, kat kat düğün pastası… Gerek yükseklik gerekse süs­lemeler bakımından son yüz­yılda iyiden iyiye abartılan dü­ğün pastalarının geçmişine bir göz atalım.

İtalyan ressam Paolo Veronese’nin “Kana’da Düğün” tablosu (1563).

Antik Çağ’dan bu yana, evlilik törenlerinde simgesel önemi olan bir hamur işinin sunulması gelenek. Roma dö­neminde mustaceum denilen, arpa ya da buğdaydan yapılan bir somun, şans dilekleriyle birlikte gelinin başında kırılır­mış. Bu somundan alınan par­çalar, yani confarreatio, sim­gesel olarak yeni çiftin pay­laştıkları ilk lokma olurmuş. Misafirler de şans getirdiğine inanarak dökülen ekmek par­çalarını yanlarına alırlarmış. Şair Lucretius, De Rerum Na­tura (Nesnelerin Doğası) isim­li eserinde, gelinin kafasında ekmek kırma âdetinin daha sonra hafif tatlandırılmış buğ­day keklerinin gelinin başının üzerinde ufalanması alışkan­lığına dönüştüğünü anlatır. Bir de misafirlere avuç avuç confetto dağıtılırmış; yani ku­ruyemiş, kuru meyve ve ballı bademler… 1487’de Lucrezia Borgia Ferrara Dükü’nün oğlu Alfons evlenirken davetliler 130 kiloya yakın confetto’yu gelinle damadın başından aşa­ğı yağdırmışlar. Zaman için­de kuruyemişlerle meyvelerin yerini kağıt konfetiler, çiçek yaprakları ve pirinç alsa da bu âdet bugün hâlâ devam ediyor.

Romalıların 43 yılında Bri­tanya’ya ayak basmaları ile birçok gelenek de Manş De­nizi’nin öte yakasına atlamış. 1.000 yıl sonra yaşanacak Nor­man istilası ile gelen Fransız âdetleri de Ada’ya yerleşmiş. Bize ne İngilizler’den deme­yin! Bu düğün pastası geleneği onların başının altından çık­mış. Romalılar geldiğinde he­nüz çamur, saman ve ahşaptan yapılma evlerde yaşayan, köy­leri-yolları bile olmayan dağı­nık topluluklardan, üzerinde güneş batmayan bir impara­torluğa evrilmeyi becerdik­lerine göre haklarını vermek lazım. Bugün bütün dünyanın şu ya da bu şekilde etkilendiği düğün âdetlerinin birçoğunun kökeninde bu çokkültürlü geç­mişin izlerini görüyoruz. Biz düğün pastasına dönelim…

Pasta değil gökdelen Henüz 18 yaşındaki Elizabeth Taylor ile Hilton ailesinin oğlu Conrad “Nicky” Hilton’un 1950’deki düğününde 5 katlı muhteşem pasta, düğünün yıldızlarındandı

Ortaçağ İngiltere’sinde dü­ğüne gelen davetliler yanla­rında baharatlı bir çörek ge­tirirmiş. Gelin ve damat orta­ya tepeleme yığılan bu çörek dağının üzerinden öpüşme­ye çabalar ve becerebilirlerse bunun yaşam boyu rahat ya­şayacaklarının bir göstergesi olacağına inanırlarmış. Yazılı ilk düğün pastası tarifi Robert May’in 1685’de yayımlanan Usta Aşçı isimli kitabında yer alıyor. Bu döneme kadar, or­taya getirilen her ne ise, ismi “Gelin Pastası” olarak geçiyor ama garip olan bunun tuzlu bir pasta olması. İçi istiridye­ler, çam fıstığı, horoz ibiği, ku­zu billuru, uykuluk ve çeşitli baharatlarla doldurulmuş ko­caman, süslü bir turta kabu­ğu… Geliri bu pahalı “pasta”­ya yetmeyenler için ise koyun kıyması ile doldurulmuş ver­siyonunu sunuyorlar. Yeme­mek çok ayıp ve uğursuzluk sayılıyor. Bir de gelin pastası­nın içine yerleştirilen yüzüğü hangi genç kız bulursa sırada­ki düğünün onunki olacağına inanılıyor. Şimdiki gelin buke­ti atma âdetinin eski hâli buy­muş demek.

17. yüzyılda daha öncele­ri İngiltere’ye ithal edildiği için nadir ve pahalı bir malzeme olan şekerin ülke sınırla­rı içinde de üretilmesi ile etli turtanın bugünkü düğün pas­tasına dönüşmeye başladığını görüyoruz. Eskiden 5-20 kilo­luk koni şeklinde sert şeker­lerin evde dövülmesiyle ha­zırlanan toz şeker artık hazır olarak bulunabiliyor. Önce bol kuru meyveli, sert ve dayanıklı kekler sunulmaya başlanıyor. Meyveli kek, doğurganlığın ve yeni yuvanın bereketini sim­geliyor. Gelinin kendi kekini pişirmesi ve düğünden önce tadına bakılması uğursuzluk sayılıyor. Çok sayıda çocukla­rının olması için herkesin bir lokma olsun tadına bakması ve yeni evlilerin keki birlikte kesmesi gerekiyor.

Bu yüzyılda ilk defa, şe­kerle çırpılan yumurta akının sıcak sıcak kekin üzerine uy­gulanıp tekrar pişirilmesi ile oluşan beyaz bir kaplamanın kullanıldığını görüyoruz. Mik­serin olmadığı dönemde iki saat boyunca çırpılan karışı­mın fırında kararmaması için sürekli başında beklemek ge­rekiyor. Şekerin 19. yüzyılda incelip, arıtılması ile birlikte üç kere rafine edilmiş şekerin sağladığı beyazlık bir dönem ailelerin zenginliğine işaret ederken, Victoria Dönemi’nde bu beyaz kaplama, pek abartı­lan saflık ve bekaretin sembo­lüne dönüşüyor.

Beyaz laboratuvar önlüklü “pasta mimarı”, Kraliçe Elizabeth’in 1947’de yapılacak pastası için Ana Kraliçe’nin 1923’teki pastasının bir replikasını inceliyor.

Yine 17. yüzyılda, gelinin kekinin yanında bir de koyu renkli, daha ağır “Damat Ke­ki” sunulması âdeti çıkıyor. Gelin kekinden daha ufak ve genellikle üzeri süslü olmayan bu kek, ufak parçalara ayrılıp şans getirmesi için minik ku­tularda hatıra olarak davetli­lere dağıtılıyor. Bizdeki nikah şekeri gibi… “Damat Keki”nin bir yandan da eskinin gelenek­sel meyveli kek lezzetini özle­yen misafirlere hoşluk olması için ortaya çıktığı söyleniyor. Uzun süre unutulan bu kek, son yıllarda ABD’de yeniden canlandırılmış; ancak damat kekleri artık damadın merak­larını yansıtması için futbol topu, golf çantası gibi eğlence­li şekillerde yapılıyor.

1840’ta Kraliçe Victoria ile Prens Albert’in düğünü, pas­talar için de yeni bir dönemin başlangıcı olmuş. Her detayıy­la ilk “medyatik düğün” sayıla­bilecek bu törende, gelinlikten pastaya her şey gözler önün­deymiş. İlk çok katlı pasta, ilk pasta süsü bu düğünde kulla­nılmış. Halen kraliyet krema­sı olarak anılan beyaz, sert kıvamlı “royal icing” yine ilk defa bu düğünün pastasında kullanılmış. Victoria’nın pas­tası kiliseden dönüşte sarayda verilen kahvaltıda ortaya getirilmiş. 30 santim yüksek­liğinde çevresi 3 metrelik bu tek katlı pastanın ikinci katın­da “Britannia” çifti selamlıyor; Romalı giysileri içindeki gelin ve damadın ayaklarının dibin­deki köpek sadakati, iki kumru ise saflık ve masumiyeti sim­geliyordu. Aşk meleklerinden biri de pastanın üzerindeki levhaya düğün tarihini not dü­şerken görülüyordu.

Ancak ziller, çanlar, kuşlar ve çiçeklerle dekore edilmiş en süslü kek, 1882’de Prens Leo­pold’un düğün pastası olmuştu. Kat kat, üst üste konmuş ağır süslerle ve kraliyet kaplaması ile süslenmiş, altında meyve­li yoğun bir kek olan bu pas­tanın her katı yenebiliyordu. Pastayı yapan Antoine Care­me, mimarlık eğitimini pastaya yansıtmıştı. Kaplama, üstüne konan kekin ağırlığında çök­meyecek kadar sertleştirildiği için üstüste birkaç kat çıkmak mümkün olmuştu. 20 yıl son­rasında ise keklerin arasına yerleştirilen üzeri krema kaplı süpürge sopaları ile “sütunlu pasta” modası çıkmıştı.

Beyaz kreması saflık sembolü Fellini’nin 1973 yapımı “Amarcord”unda Gradisca’nın düğün töreni.

1947’de Prenses Elizabeth ile Prens Philip’in resmî düğün pastası 2.7 metre yüksekliğe ve 250 kilo ağırlığa erişmişti. Savaş sonrası karne ile yiye­cek alınan bu dönemde, pasta­nın malzemesi Avustralya’dan gönderilmişti. Bu bakımdan pastaya “10 bin mil pastası” diye isim takılmıştı. Pastanın bir katı Prens Charles’ın vaftiz töreninde yenmek üzere sak­lanmış, üçüncü katı da Krali­çelerini düşünerek malzemeyi gönderen kızlara hediye olarak Avustralya’ya yollanmıştı.

Kraliçe Victoria ve
Prens Albert’in 1840’taki
düğünlerinde servis edilen
düğün pastası (altta).

Bu pasta, geleneksel mey­veli, yoğun düğün pastalarının sonuncularından olmuştu; zi­ra yavaş yavaş Amerikan icadı “sünger kek” ile yapılan hafif ve kremalı pastalara geçile­cekti. İngiliz düğün pastaları görsellik anlamında Victoria Dönemi’nden 1980’lere gelin­ceye kadar pek değişim gös­termedi. 1980’lerde ise ince ince işlenen kraliyet kreması ile yapılan süslemelerin yerini daha yumuşak, akışkan kre­malar ve şeker hamurundan yapılan çiçekler aldı.

Milenyuma girildiğinden beri, artık pastacılar herkesin hayallerini gerçeğe çevirebili­yor ama yine de ana akım bir pasta modasından söz etmek hâlâ mümkün. Mesela son za­manlarda beslenmedeki “do­ğallık” merakıyla birlikte, kap­lamasız “çıplak pastalar” taze çiçek, meyve gibi doğal malze­melerle süsleniyor. Ancak bol kremalı, şeker hamurlu, hey­kelli, mücevherli, püskürtme boyalı düğün pastalarına da her zaman yer var. Özellikle az gelişmiş ülkelerin zengin tai­fesi gösterişte sınır tanımıyor. En iddialı pastalar Lübnan, Endonezya veya Hintli zen­ginlerin düğünlerinde sunu­luyor. Zaten bu tarz düğünler, gelin ve annesinin düşlerini mi yoksa damadın zenginliğini mi yansıtıyor, orası meçhul.

Geleceğin başkanı Reagan’ın pastası Jane Wyman ile daha sonra ABD Başkanı olacak Ronald Reagan’ın 25 Ocak 1940’taki düğünlerinde yedikleri pasta, klasiklerden…