İlk sandviçin ne zaman yapıldığını bilmek pek olası değil ancak ekmek arası lezzetler antik dönemlerden beri yiyeceğini yanında taşıması gerekenlerce benimsenmiş bir yöntemdi.
Hikâyesi eğlenceli ve kolay hatırlanır olduğundan olsa gerek, sandvicin keşfi 1762 yılında, 24 saatlik bir kumar maratonu nedeniyle akşam yemeğini masadan kalkmadan halletmek isteyen 4. Sandwich Earl’ü John Montagu’ye atfedilir. Halkın içinden yükselmiş bir politikacı olan Montagu zaten kibar ortamlarda bile elleriyle yemek yermiş. Bu nedenle elleriyle “soğuk et ve ekmeğe” girişmesi çevresindeki asilzadeler tarafından pek de ayıp karşılanmamış. Dahası kulüpte geç vakitlere kadar kumar oynayan diğer müdavimler de bu yiyeceği hemen benimseyerek “Bana da Sandwich’inkinden,” diyerek ekmek arası yiyeceklerin adını “sandviç” koymuşlar.
Biraz daha geçmişe göz atarsak, MÖ. 1. yüzyılda Hillel isimli bir hahamın Pesah Bayramı boyunca hamursuz krakerleri arasına, çölde çektikleri acıları simgeleyen acımtrak otları koyarak yediği bilgisine rastlıyoruz. Bu uygulamaya onun adı verilmiş ve “Hillel Sandviçi” denilmiş.
6 ile 16. yüzyıl arasında Ortaçağ boyunca tabak yerine her yerde kalın ve bayat ekmek blokları kullanılır, etler ve diğer yiyecekler ekmeğin üzerine dökülür ve elle yenirdi. Bu bayat ekmekler yağı, yemek sularını ve sosları emerdi. Yemeğin sonunda şayet karın doyduysa ekmek fakirlere veya köpeklere atılırdı. Bu kalın tabak yerine geçen ekmek dilimleri açık sandviçlerin atası sayılır. Aslında sandviçe bu isim takılmadan önce malzemesine göre “et-ekmek” (bizdeki “peynir-ekmek” gibi) deniliyordu. 16 ve 17. yüzyıl İngilteresi’nde kaleme alınmış piyeslerde bu terimlere rastlanmaktadır.
Sandvicin mucidi elbette Montagu değildi. O sadece bu pratik yiyecek türünü İngiltere’nin kibar çevrelerine kabul ettirmişti. Sandviç önceleri sadece gece geç vakitte içkili partilerde erkekler tarafından tüketilen bir yiyecekti. 1762’de ilk kez Edward Gibbons isimli bir İngiliz yazar, gazetede ülkenin en zengin ve asil 20-30 şahsiyetini The Cocoa Tree isimli oyun klübünde sandviç yiyip, üzerine de panç içerken gördüğünü yazar. Bu, sözcüğün yazılı olarak ilk kayda geçen kullanımıdır.
Sandviç tüketimi kısa sürede topluma yayıldı; giderek beş çaylarının, pikniklerin vazgeçilmezi, tavernaların en tercih edilen yiyeceği haline geldi. Demiryollarının ilk zamanlarında istasyonlarda da satılabildiği için sandviçler en ideal ‘hızlı yiyecek’ haline geldi.
Önce İngiltere’de yaygınlaşan sandviçin Yeni Dünya’da benimsenmesi biraz zaman aldı. Bu, o yıllarda Amerikalı şeflerin İngiliz modaları ile aralarında mesafe bırakma isteğinden kaynaklanıyordu. Sandviç Amerikan yemek kitaplarında ilk defa 1816’da yer aldı. Artık içine konanlar salt soğuk et ile kısıtlı da değildi. Tariflerde peynir, meyva, deniz ürünleri ve mantar kullanılıyordu. Amerikan İç Savaşı’nı takip eden yıllarda tüketim oldukça artmıştı. 1920’lerde Gustav Papendick dilimlenmiş, ambalajlı ekmek yapmanın yolunu keşfedince sandviç annelerle okul çocukları, işçiler ve çalışanlar için kolay hazırlanan, taşınabilir bir yiyecek olarak iyice popüler hale geldi.
Yola çıktığımız İngiltere’ye geri dönersek, en pahalı sandviç Selfridges’da şef Scott MacDonald tarafından yaratılan bir sandviçmiş. Wagyu bifteği, taze kaz ciğeri, siyah trüflü mayonez, brie peyniri gibi pahalı malzemelere yüklendiği için tanesi 85 pound’a satılan MacDonald, ucuzluğu ve tekdüzeliği ile dünyanın her köşesinde damak tadının canına okumaya yemin etmiş zincir sandviç markalarından çok farklı elbette. Buna Okyanus’un öbür yanından bir yanıt gelmiş: Bildiğin kaşarlı tost 214 dolar desek, “Ne yani, altın mı kaplamışlar?” diye sormaz mısınız? Sorun bakalım… Bildiğimiz kaşarlı tostun kenarlarını yenilebilir altın varakla kaplayıp yanına da domatesli ıstakozlu bisque’i Baccarat kristali bir bardakta sunup faturaya 214 dolar yazmışlar. Üstelik peyniri de, şefin iddiasına göre, pek ‘nadir’ bulunan kaşkavalmış.
Bırakalım onları kendi aralarında yarışmaya devam etsinler, bizim ellerin de “yeme de yanında yat” sandviçleri çoktur doğrusu… Dilli-kaşarlısı, karışık kumrusu, Ayvalık tostu, eskiden vapurlarda satılan beyaz peynir-domates-yeşil biberlisi… Sonra, dönerli pofuduk pideler, arnavut ciğerli uzun sandviçler, yarım ekmek içi kokoreçten tutun da söğüşüydü, çiğ köfteli dürümüydü, ıslak hamburgeriydi derken ne yaratıcı, ne lezzetli sandviçlerimiz var. Kıymetini bilelim derim.