17. yüzyılın ilk yarısında yaşamış Yahudi asıllı Salih bin Nasrullah el-Halebî, 4. Mehmet tarafından hekimbaşılığa getirilmiş müstesna bir şahsiyetti. Yazdığı ayrıntılı eser, dünya tıp tarihi literatüründe özel bir yere sahip. Yaşadığımız pandemi günlerinde hem geçmişi hem bugünü aydınlatan elyazması eser, aynı zamanda yakın tarihte ortaya çıkan büyük bir tesadüf eseri!
Dünya yeni bir pandemi kıskacında. Doktorlar ve sağlıkçılar, koronavirüsle savaşımda iken tıp tarihi uzmanları da mutlaka eski kaynaklara, eski salgın kayıtlarına bakıyor olmalılar. Bunlar arasında özel bir yer tutan müstesna bir eser var: Kitâb-ı Gâyeti’l-Beyân fi Tedbir Bedeni’l- İnsan.
Olasılıkla Yahudi kökenli bir hekim-yazar Salih bin Nasrullah el-Halebî. Büyükbabası Sellum’a nisbetle İbn Salom da denirmiş. Gerçekten veya suri (görünüşte) Müslümanlığı seçip İslâmî ad alarak kamu görevi yapmak, Osmanlı yapılanmasında 14. yüzyıla kadar inen, 19. yüzyıla kadar süren bir gelenekti. Salih Efendi de onlardan ve 17. yüzyılın sayılı hekimlerinden, ilmiye sınıfına mensup bir aydın. Hassa hekimliği, İstanbul kadılığı, Etibba-hassa (saray tabipleri) ser-etibbalığı görevleri yapmış.
4. Mehmet’in saltanatındaki son görevi hekimbaşılık olmuş. Av çılgını bu padişah, Rumeli’nde Tırhala Yenişehri’nde sürek avında iken Salih Efendi de maiyetindeymiş. Oralarda ölmüş (1669). Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim’de, “Mehmed IV. zamanında iki saray hekimi, padişahın emriyle birer tıp kitabı yazarak memleketimizde yeni çıkan hastalıkları tarif etmişlerdir. Bunlardan biri, hassa tabipleri başhekimi Halepli Salih bin Nasrullah bin Sellum’un Kitâb-ı Gâyeti’l-Beyân fi Tedbir Bedeni’l- İnsan başlığıyle 1665’te padişaha takdim olunan eserdir ki padişah bu eserden memnun olarak yazara samur kürk giydirmiştir” diyor.
Salih Efendi de önsözünde, kitapta tıpta yeni ilerlemeleri anlattığından, padişahın bunların memlekette duyulmasını arzu ettiğini yazmış.
Kitabın ilk bölümünde sağlığın elemanlarından hava, besinler, içecek şeyler, vücut idmanları, ruhî idmanlardan sayılan uykudan bahsedilmiş ve “nefsin istekleri yönünde hareketler”den bahsedildikten sonra tedavi usulleri sıralanmış. Kan almanın o kadar lehinde olmaması ilginçtir; bu noktada “Bokrat Hekim”in (Hippokrates) “tabiat, hastalıkların seyri sırasında, pekala etkili olur; bize onun işine yardım etmek düşer” düsturunu benimsediğini vurgulamış.
Salih Efendi’nin Arapça eserleri de varmış. Bunlardan Gâyeti’l-İtikan fi Tedbir Bedeni’l-İnsan eseri, Türkçesiyle aynı içerikte veya bir özettir. Gate fi’t-tıb adlı başka bir kitabı dahavardır (Telif- çeviri eserleri için Adnan Adıvar’ın kitabının 132. sayfasında Ek-37’ye bakılabilir). Halepli Salih Nasrullah’ın dönme olduğu, Latince veya Rumcabildiği söylendiği gibi, hekimbaşılıkta ardılı Hayati-zade Mustafa Fevzi Efendi’nin de-Şeyhî’nin Şakayık zeylinedayanılarak- Yahudi dönmesi olduğu kabul edilmiştir.
Çöpte bulunan kıymetli elyazması
Hekimbaşı Salih Efendi’nin bu eserinin elimizde iki elyazması var. Bunlardan daha eski olanın son yaprağındaki “Mukabele tamam oldu, Mustafa bin Mahmud sene 1155 (1703)” kaydı, ölümünden 34 yıl sonra istinsah (kopya) edildiğini gösteriyor. Bu çok yıpranmış, sahaf diliyle “yorgun” tabir edilen eserde, deri kaplı ön ve arka kapağındaki gömme şemselerde görülen kabartma yazı istifinden, okunamasa da kitabın adı seçilebiliyor.
317 yıllık bir serencam saklayan bu elyazmasının son tehlikeli serüveninin tanığıyım! Şöyle: 2010’larda deprem geliyor velvelesinde sağlam-çürük demeden rant yıkımları başladığında sıra bizim apartmanımıza da gelmek üzereydi. Yıkılmak için boşaltılan komşu apartmanlardan çöp konteynerinin yanına bırakılmış kitaplardan tekini, kapıcımız “bu Kur’an olmalı” diyerek almış ve “anlarım” diye bana getirmişti. Sahibi zat-ı muhterem yıkımı beklemeden öbür âleme göçmüş ki, aile bireyleri atılacak kitaplar yığıntısına merhumun bu fersude elyazmasını da katmışlar. İçlerinden biri, bizim kapıcımız gibi hassasiyet göstererek Kur’an (!) tanısı koyamamış! (21. yüzyılda İstanbul’un seçkin bir semtinde sokağa kitap yığan “aydın” ailelerimiz, elyazmasını çöpe atan insanlarımız var). Tarih 7 Nisan 2011. Uzatmayalım: Hekimbaşı Salih Efendi’nin Gâyeti’l-Beyân fi Tedbir Bedeni’l-İnsan’ına o gece itibarı iade edildi!
İkinci elyazması, 800 Dolar!
İkinci elyazmasının son yaprağında ise “11 Zilhicce 1155 tarihi” (7 Şubat 1743) ve “Hasan bin İbrahim bin Abdullah, Allah’ın lütfu, irfan kardeşlerinin himmetiyle bu Şifânâme-i şirin edâyı, şikeste hattı (kırık yazı) ile tamama eriştirdim” diye kayıt düşülmüş. Bu elyazmasının bir de bana pahalıya maloluş öyküsü var: Vefat eden bir bilge dostumun satılan kitaplarından anı olsun diye 800 dolara almışım! Bu da bir yazgı çelişkisi: Biri çöpe atılıyor, öteki 800 dolara satılıyor.
Bu ikinci yazmada, istinsah eden veya bir ispenciyar (eczacı-hekim) tarafından yapraklarına kenar çıkmaları, zeyller (eklemeler) yazılmış. Bunlar başlı başına bir halk hekimliği, ilaç tertipleri kaynağıdır. Yazımızdaki alıntıları bu ikinciden yaptık.
Doğal ki Hekimbaşı Salih Efendi, kitabının ilk yapraklarında dönemin padişahı “Sultan bin sultan bin Sultan el-gazi Mehmed Han bin Sultan İbrahim Han”a, yani “sultanlar silsilesinden inen” 4. Mehmet’e olağanüstü övgüler sıralamış. Kitabını da padişahın mizacının iyi olması için yazdığını, çünkü o iyi olursa dünya âlemin de itidalde, yedi iklimin intizamda olacağını vurgulamış. Kendisi, yani “güçsüz Salih bin Nasrullah” kulunun ise ona hizmet koşturarak riyaset-i etıbba-i hassa (padişah tabiplerinin başı) görevine onun saltanatında yükseldiğini vurgulamış.
Padişahın kendisine “Öyle bir mecmua hazırla ki fenn-i tıbda tedbir-i sıhhatte mizacımızı muhtevi (içeren) bir kitap olsun. Fen usullerinden nice kaideler ve cüziyatı (ayrıntıları) içersin” buyurmuş. Salih Efendi de huzurdan çıkarak çalışmaya koyulmuş. Kaynaklar toplamış. En faydalı tertipleri (formülleri), ilaçları, eski hekimlerin kitaplarını inceleyerek yazdığı eserine Gâyeti’l-Beyân fi Tedbir Bedeni’l- İnsan adını vermiş.
Kitapta, her hastalık grubu/türü için belirtiler, tanı koyma, tedavi yöntemleri, hasta ortamı, yiyecek ve içecekler vb. açıklamalar yazılmış. 17. yüzyılın ikinci yarısında yazılan bu eser, içindeki sağlam bilgilerle ancak sonraki yüzyıl tabiplerinin önerebilecekleri tıp-sağlık açıklamalarını içeriyor. Bu bakımdan hekim Salih Efendi’yi farklı bir yere koymamız gerekir. Eserde ur, cerahat, kan birikmesi, kırık ve çıkıklar için de cerrahi tedavi yöntemleri öngörülmüş. Calinus’tan (Galien) İbn Sina’ya kadar eski bilge hekimlere göndermeler, bulaşıcı hastalıkların ilk kez görüldüğü yerler ve zamanlar için de açıklamalar var. Salih Efendi, psikolojik rahatsızlıklar için gayet isabetli önermelerde bulunurken, okuma-üfleme, nazar tutma-bağlama, muska gibi âdetlerden hiç sözetmemiş. Verdiği bilgiler, çağına ve o dönemin ilaç-eczacılık olanaklarına göre tabip önermeleridir. Tıp tarihi uzmanlarının bu kitabı çağına ve çağımıza göre değerlendirmeleri kuşkusuz önemlidir.
Günümüzde bir salgın çalkantısında bulunduğumuzdan, eserin içerisinden eski salgınlara ilişkin birkaç alıntı seçtik:
Yaprak 147b- Humma-yı dak Yunan dilinde bu hummaya aftikus derler. Türkçede kuru hastalık derler. Bu bir garip hararettir ki evvela azâyı asliyeye müteallik (ana organlarda) olur. Sebebi ekseriya gamdan ve gussadandır (üzüntü ve sıkıntı).
Yaprak 149/b- Bu hummalara terleme hastalığı, İngiliz sıtması da derler. Bu humma evvel yok idi. Şimdiki zamanda çoktur. Hususa İstanbul’da çok vaki olur. Bunun dahi sebebi bir zehirli keyfiyettir ve bazı zamanda taun (veba) gibi halk arasında sâri (salgın) olur. Çok zaman humma-yı muhrıkadan (ateşli humma) ve humma-yı vebâiyeden (veba) sonra bu hummaya müntakil olur (dönüşür). Bu bir hummadır ki kuru hastalığa müşabihtir (benzer).
Yaprak 150/b- Taun (veba) Bu dahi halka şamil ve sâri olan marazlardandır. Bu maraz gayet yaramazdır ve mühlik (öldürücü) marazdır ve bu marazın sebeplerini etıbba (tabipler) ihtilaf eylediler. Calinus ve Bokrat (Hipokrat) derler ki bu maraz bir fesattandır ki havada veya yerde olur. Bazılar da derler ki zehirli bir keyfiyettir ki bazı diyarlara mahsus olur. Mesela İstanbul’daki gibi, Mısır’daki gibi sâri olur. İnsandan insana nakleyler ve bir diyardan bir diyara nakleyler. Nice kere tecrübe olunmuştur. Demişlerdir ki ol fesadın keyfiyeti evvela kalbe sirayet eyler, badehu ruha sirayet eyler. Bazıları esbab-ı semaviyeden (göksel nedenlerden) olur derler. Mesela bazı kevakibin karanatından (yıldız kaymalarından) olmak gibi. Amma hak budur ki (doğrusu) bu marazın sebebi kesret-i isyandandır (ayaklanmalar). Zinadan ve livatadan ve katl-i nefsden (cana kıymaktan) ve zulümden de olur. Hak süphane ve tealâ kullarının üzerine havale eyler. Ya cin veya melek tavassutuyla (aracılığıyla) taunun zuhuruna alâmet, kuyruklu yıldız görünmek gibi, yağmurların çok yağması gibi, hayvanatın çok kırılması gibi ve bazı adamlarda zehirli çıbanlar zuhur eylemek gibi…
Yaprak 156/a-b- Frengi Zehirli olan emrazdandır (hastalıklardan). Bu maraz yeni zuhur eyleyen emrazdandır. Etibba-i mütekaddimin (en eski tabipler) kitaplarında yazmamışlar. Bunun iptida zuhuru tarih-i Hicret’in 900 senesine (1400’lerin sonu) zuhur eylemiştir. Zira ol zaman İspanya kralı Yeni Dünya (Amerika) semtine asker gönderip ol Yeni Dünya’nın bazı yerlerini zapt eylediler. Ol diyarın adamlarına ihtilat eylediler (karıştılar) ve bu maraz ol diyara mahsus idi. Bunlara dahi sirayet eyledi. Giderek kendi vilayetlerine yayıldı. Hususa (özellikle) İstanbul’da ve Mısır’da vesair vilayetlerde de şâyi (yaygın) oldu. Bu maraz bir sâri marazdır ki ekseri cima (seks) ile sirayet eder veya ihtilat ile sirayet eder. Çok bakıp istikrah (tiksinme) eylemeden dahi olur. Fahişe avretler ile cima edip türlü türlü meniler rahimde muhtelit (karışıp) olup ondan sirayet eder ve taam (yemek) yerken görüp istikrah eylemeden dahi olur. Kaftanını giyip mezburun (kişinin) kaftanının kokusundan olur ve hamamda peştamaldan ve oturduğu yerden ve suyu sıçradığından sirayet eder. Dahi çoktur. Elhasıl babadan anadan dahi miras olur… Bazılar dediler ki taun (veba) gibi bazı diyara düşer, birbirinden sirayet eyler. Bu marazın sebebi bir yaramaz zehirli keyfiyettir ki ahlatı ifsat (dokuları bozar) eyler Bunun için mahsus alametler (özel belirtiler) yoktur. Alametlerinden bazısı kemiklerde sızı olur ve bazı yaramaz çıbanlar ve yaramaz yaralar olur ve bazısının bedeninde yaramaz kokular ve belsoğukluğu olur ve bazısının bedeninde katı veremler zahir olur. Bu marazın ilacı iptidada asandır (başlangıçta kolaydır). Amma eskidikten sonra ilacı güçtür. İlacı: Evvela bedeni ahlattan tenkıye eyleyeler (temizlenip arındırılmalı). Eğer kan galebesi (çokluğu) var ise kan alalar ve beden pak olduktan sonra bu maraza hasiyyetle (özellikle) faide eyleyen şeyleri istimal eyleyeler. Mesela saparina gibi. Çöbçini ve peygamber ağacı ve sasfaras gibi. Bunlardan kaynatalar, suyunu içireler ve terleteler. Kaynatmasının tariki (yöntemi) odur ki peygamber ağacı ve saparine ve çöpçini her birisinden on ikişer dirhem on iki rıtl suyla bunları kaynatalar, yarısı kalıncaya. Badehu her gün altmış dirhem kadar içireler ve sıcak yerde oturtalar ve terleteler ve eğer marazın mizacı hararet üzerine ise bunları kaynatırken içine sandal ve nilüfer koyalar ve eğer marazın mizacı bârid (soğuk) ise kuru üzüm ve beyan kökü koyalar ve gâhice (ara ara) saparineyi süfuf eyleyip (dövüp) yiyeler… Bu marazda perhiz lazımdır. Peksimet ile kuru üzüm yiyeler ve piliç suyu içeler. Eğer zayıf ârız olursa piliç kebabı vereler.
SALİH BİN NASRULLAH
İki biyografiden: Âlim, usta bir tabib
“Sultan Mehmed Han ibn İbrahim Han devri etıbba-yi Osmaniyesinden olup riyaset-i etıbba vazifesiyle ve mevkib-i hümayunla (4. Mehmet’in eşliğinde) Yenişehir’de bulunduğu esnada H. 1080 (1669) tarihinde vefat etti. Fenn-i ispeciyariden (eczacılık biliminden) bahseden Akardadin isminde bir eseriyle bir mukaddeme, dört makale ve bir hâtimeyi havi olan Gâyeti’l-Beyân fi Tedbir Bedeni’l- İnsan ismindeki eser-i tıbbiyenin müellifidir ki bu eser mu’aharen darüşşifa tabib-i evveli Ebülfeyz Mustafa Efendi tarafından bir takım ilâvât ile tezyil edilerek “Nüzhetü’l-ebdan fi tercüme-i gâyetü’l-beyan” tesmiye olunmuşdur. Eser ahiren tab edilmiştir. (400) sahifeden müteşekkil olan eserin bir nüshası Ayasofya kütübhanesinde vardır. Salih Efendi an-asıl Halebli olup tahsili Dersaadet’tedir”.
(Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, H.1342 / C: 3, s: 234)
ve
“Halepli Nasrullah bin Sellum’un oğludur. İbşir Paşa (sadrazamlığı 1654/55) İstanbul’a getiripFatih Darüşşifası’na hekimbaşı yaptı. Sonra saray tabiplerine katıldı. Ağustos 1656’da reis-i etibbâ (baştabip) oldu. 166’de Mekke, 1665’te İstanbul pâyesi (onursal İstanbul kadılığı) verildi. Mevkib-i hümayunla (4. Mehmet’e eşlik edenlerle) Yenişehir’de bulunduğu sırada Eylül 1669’da vefat etti. Alim, usta tabipti. Gâyeti’l-Beyân adında bir eseri vardır”.
(Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî 5/ s: 1462, İstanbul 1996)