Ekim 2024 Sayımız Çıktı

Fetih sonrası göçler ve İstanbul’un değişim tarihi

15. YÜZYIL ORTASINDAN CUMHURİYET DEVRİNE

İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in en önemli uğraşı nüfus ve bayındırlık operasyonlarıyla kentin yeniden imarıydı. İlk iş olarak da Rum nüfusu dengelemek için Anadolu’nun birçok bölgesindeki Türkler İstanbul’a göçertildi. Ancak sonraki yüzyıllarda göç hızlanıp sorunlar başlayacak, İstanbul’a yerleşmek sıkı kurallara bağlanacaktı.

Doğu Roma İmparatorlu­ğu’nun parlak başkenti İstanbul, uzun süren kargaşa dönemlerinde ve özel­likle 1204’te başlayıp 1261’de sona eren Latin işgali sırasında epeyce tahrip edilmişti. Yeni­den mamur hâle getirilemeyen ve yıldan yıla harabeye dönen şehrin, yaklaşık iki asır sonra Osmanlıların kuşatması altına girdiğinde çok daha büyük bir yıkıma maruz kalacağı muhak­kaktı.

Fethedeceği şehrin bir en­kaza dönüşmesini istemeyen Sultan 2. Mehmed, Bizans’a tes­lim olmalarını teklif ettiyse de reddedildi. İslâm geleneklerine göre bir kenti kuşatma sonunda savaşla ele geçiren ordu, o kenti yağmalamaya hak kazanıyor­du. 2. Mehmed fetih ordusuna İstanbul’da 3 gün yağmayı serbest bıraktı.

Fethedildiği sırada Kos­tantiniyye nüfusunun 40-50 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Fetih süreci bittikten sonra İstanbul’u yeniden imar etmek, nüfus ve bayındırlık operasyonları ile Osmanlıların yeni başkenti hâline getirmek, Fatih’in en önemli uğraşı oldu. Kuşatma öncesinden başla­yarak kentten kaçan Rumlara güven telkin ederek, onları geri getirtmeye çalıştı. Rumların sayısını dengeleyecek hatta baskılayacak kudrette bir Türk çoğunluğunun İstanbul’a iskân edilmesi şarttı. Anadolu’nun birçok bölgesinden “sürgün” yöntemiyle kaldırılan haneler İstanbul’a getirildi.

İstanbul’un günümüze kadar kent belleğinde yaşayan semt ve mahalle isimlerinin tari­hinde bu sürgünlerin izlerine rastlanmaktadır. Anadolu’nun Aksaray, Karaman, Çarşamba gibi yerleşim merkezlerinden İstanbul’a getirtilenler, oluş­turdukları mahallelere geldik­leri yörelerin adlarını verdiler. İstanbul’daki ilk Türk mahal­leleri böyle kuruldu. Kente yerleşimi teşvik için, öncelikle şehrin birçok mahallesindeki boş hanelerin Türklere mülk olarak tapulanması kararlaştı­rıldı. Âşıkpaşazade’nin Teva­rih-i Âl-i Osman adlı eserinde belirttiğine göre Rum asıllı olan ve lakabı da aslını destekleyen Rum Mehmet Paşa, İstanbul’a Türklerin iskanını engellemeye çalışan yerli Rumların talep­lerini yerine getirdi; evlerin mülklüğe verilmesi yerine kiralanması hususunda Fatih’i ikna etti. Hâl böyle olunca, Ana­dolu’dan getirtilen sürgünler İstanbul’dan firara başladılar. Fatih çıkmaz yola girdiğini anlayınca kararını geri aldı ve iskan edilenlere mülknameleri yeniden verilmeye başlandı. Âşıkpaşazade, çağdaşı olan ve hiç hazzetmediği Rum Mehmet Paşa’nın idamına giden süreci iskanla ilişkilendirerek en so­nunda paşanın Fatih tarafından “it gibi boğdurulduğunu” söyler.

resim_2024-08-25_234321092
1572’de Köln’de basılan İstanbul haritasının alt bölümünde, ortada at üstündeki Kanunî Sultan Süleyman figürü ve etrafında yeniçeriler ile iki yanda padişah portreleri bulunuyor. (Ayşe Yetişkin Kubilay, İstanbul Haritaları 1422-1922)

İstanbul’un iskanıyla bir­likte idari ve adli teşkilatının kuruluşu da Fatih tarafından düzenlendi. Şehrin inzibat ve asayişinden sorumlu idarecisi olarak Karıştıran Süleyman Bey’i tayin eden Fatih, ilk kadı olarak da Sivrihisarlı Hızır Bey’i görevlendirdi. Osmanlı kadıları Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıl­masına kadar olan dönemde şehrin bir anlamda belediye işlerinden de sorumluydu. Do­layısıyla Hızır Bey, İstanbul’un ilk belediye başkanı olarak da kabul edilir. Bugünkü Kadıköy ilçesi, Fatih’in Hızır Bey’e arpa­lık olarak verdiği köyün adıyla günümüze kadar gelmiştir.

İstanbul daha o tarihlerde sur içinde yer alan yarımadanın adıdır ve Osmanlı terminolo­jisinde Nefs-i İstanbul olarak anılır. Resmî evrakta en yaygın kullanım ismi ise “Dersaadet” ve “Asitane”dir. Sikke ve akçe­lerde ise Arapça söylenişi olan Kostantiniyye tercih edilmiştir. 3. Ahmed ve 3. Selim’in bazı sikkelerinde bu isim yerine İslambol adı kullanılmış, ancak kısa süre sonra 4. Mustafa devrinde eski isme dönülmüş­tür. İstanbul’a komşu Galata, Haslar (Eyüp) ve Üsküdar adıyla kurulan üç adet kadılığa Bilad-ı Selâse adı verilmiştir. Haliç’ten öteye, Nefs-i İstanbul’un karşı­sındaki Galata ve Beşiktaş’tan Rumeli Kavağı’na ve arkaların­daki havzaya kadar köylerin tamamı, idari taksimatta Galata Kadılığı’na bağlanmıştı. Havza­nın ilerisinde kalan Alibeyköy, Eyüp ve bağlı köylerden Silivri, Çatalca’ya kadar uzanan geniş sahada 1.000’den fazla Has adı verilen padişah çiftliğinin bulunması, bu kadılık bölgesine “Haslar” kazası adının verilme­sine sebep olmuştur. Boğaz’ın Anadolu yakasında Üsküdar kadılığının bölgesi Anadolu Kavağı, Şile’den Kadıköy ve Gebze’ye kadar uzanmakla kalmaz; zaman zaman değişik­lik göstermekle birlikte, Güney Marmara kıyılarında Kapıdağ Yarımadası, Erdek, Bandırma, Mudanya ve Gemlik’i de kap­sardı (Tanzimat Devri’nde bir ara Üsküdar ilçesi Kastamonu vilayetinin sınırlarına dâhil edilmiştir).

resim_2024-08-25_234316169
Fetihten önce İstanbul. Cristoforo Buondelmonti’nin 1422’de çizdiği harita bilinen en eski İstanbul haritası. (Ayşe Yetişkin Kubilay, İstanbul Haritaları 1422-1922)

Şehrin ilk mahalleleri, Bizans döneminden kalma ki­liseler ve onlardan dönüştürü­len camiler çevresinde oluştu. Geleneksel Osmanlı şehrinde mahalle teşkilatı bir cami veya mescit etrafında şekillenmiş, genellikle tek sokaktan girişi olan ve çıkmaz sokaklarla sınır­ları belirlenmiş 30-40 hanelik birimlerden ibaretti. Müslüman ve Yahudi mahalleleri mezhep­lere göre ayrılmasa da Hıristi­yan mahalleleri Rum ve Ermeni olmalarına göre belirlenirdi. Tarihî Yarımada’nın merkezî bölgelerinde çoğunlukla Müs­lümanlar yaşarken, gayrimüs­limler surlar ve sur kapıları civarında yoğunlaşmışlardı. İstanbul’un karşısında yine sur içinde bulunan Galata mevkiine de Türkler yerleştirilmişti; fa­kat başlangıçta burada Latin ve Cenevizli nüfusu öne çıkıyordu.

İstanbul’un ilk mahalleleri­nin çoğu, Fatih ve Bayezid devri ulemasının, komutanlarının veya esnaf isimleri taşıyan sıra­dan bireylerin adlarıyla anıl­maktadır. Bunlar mutlaka adla­rını verdikleri mahallelerin ya kurucuları yahut kurulmasına katkısı olan kişilerdir. Mahmud Paşa, Bayram Paşa, Murad Paşa, Çandarlı İbrahim Paşa, Davud Paşa, Koca Mustafa Paşa gibi fetih ordusunun veya 2. Bayezid devrinin büyük komutanları; şehrin çeşitli bölgelerinde ken­dilerine verilen araziler üzerine inşa ettirdikleri külliyeler ve çevresine yayılan mesken ve işyerlerinin meydana getirdiği mahallelerden oluşan nahiye­lerle şehirleşmeye büyük katkı sağladılar. Yeniçeri Ocağı’nın ilgasından sonra kurulan ih­tisap ve daha sonraki belediye teşkilatlarıyla cumhuriyet dö­nemindeki ilçe örgütlenmele­rinde de üç-dört asırlık mahalle adları çok az farklılıklar olsa da genellikle korundu.

İdari ve adli teşkilatı böy­lesine geniş bir alanda kuru­lan İstanbul’a, 2. Meşrutiyet devrine kadar bir vali tayin edilmemiştir! Barış zamanı sadrazam, şehrin her şeyiy­le ilgilenirdi. Orduyla sefere çıkıldığında veya 4. Mehmed, 2. Süleyman, 2. Mustafa devrinde olduğu gibi padişahların uzun müddet Edirne’ye yerleştikleri zamanlarda, sadrazamın yerine İstanbul’a sadaret kaymakamı tayin edilirdi. Sadrazam veya sadaret kaymakamı, İstan­bul’un bürokrasi, asayiş, iaşe, yangın, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi, fiyat kontrolü, emtia ve zirai üretim, ticaret, zanaat ve en önemlisi yetkilendirdik­leri komutanlar aracılığıyla Yeniçeri, Sipahi, Donanma ve diğer askerî sınıfların sevk ve idaresinden de sorumluydular.

Osmanlı Ordusu’nun daimi sınıflarını oluşturan Yeniçeri, Sipahi ve Donanma birlikleri­nin komuta merkezleri İstan­bul’daydı. İstanbul’un asayi­şinden genel olarak Yeniçeri Ağası sorumluydu. Asayişin sağlanmasında komutanlıkla­rın yerleştikleri semtlere göre bir görev bölümü yapılmıştı. Buna göre Topkapı Sarayı’nın çevresinin asayişi cebecibaşıya; donanmanın bulunduğu Ka­sımpaşa ve Galata kaptanpaşa­ya; topçuların bulunduğu Top­hane ve Beyoğlu’nun güvenliği topçubaşıya; Haliç ve çevresiyle Boğaziçi’nin her iki yakasının inzibatı bostancıbaşıya aitti. Bu dağınık yetkilendirme, Tanzi­mat sonrasında yerini tek elden yönetilen zaptiye, jandarma ve polis güçlerine bırakacaktır. İstanbul kadısının sorumlulu­ğundaki belediye hizmetleri de, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılma­sıyla birlikte kurulan İhtisap Nezareti’ne devredildi. 1855’ten itibaren İhtisap Nezareti’nin yerini alan ve Şehremaneti adıyla kurulan daire bugünkü modern belediyenin temeli olmuştur.

resim_2024-08-25_234310874
1680 tarihli Joseph Grelot imzalı kuş bakışı haritadan İstanbul’un kalabalıklaştığı, camileri ve minareleriyle bir Müslüman kenti çehresine büründüğü görülüyor. (Ayşe Yetişkin Kubilay, İstanbul Haritaları 1422-1922)

Fatih’in 1481’de ölümüne ka­dar şehrin imarı ve organizas­yonu büyük ölçüde tamamlan­mış, Tursun Bey eliyle ilk hane ve işyeri sayımı da yapılmıştır. İlk sayımın belgeleri günümü­ze intikal etmemişse de Rıfkı Melûl Meriç’in yayımladığı İs­tanbul Kadısı Muhyiddin Efendi tarafından hazırlanan 26 Mart 1477 tarihli İstanbul ve Galata hane sayımı icmali elimizdedir. 1477’te İstanbul ve Galata’da 3.927 dükkan, 16.324 ev olmak üzere toplam 21.251 birim mevcuttur. Hanelerin 9.784’ü Müslümanlara, 6.540’ı gayri­müslimlere aittir. İstanbul’un verilerine ulaşabildiğimiz bu ilk sayımına göre, fetihten çeyrek asır sonra İstanbul’un imarı ve şenlendirilmesinin büyük ölçü­de başarıldığı görülüyor.

Bu başarıya paralel, şehrin kozmopolit bir dünya başkenti olması çok kısa sürede ger­çekleşti. 2. Bayezid devrinde İspanya’dan kovulan Yahudi­lerin büyük çoğunluğu Selanik ve Bağdat’a, hatırı sayılır bir bölümü de İstanbul’a iskan edil­di. Yavuz Sultan Selim ve oğlu Kanunî devirlerinde göçler ve fethedilen şehirlerden İstan­bul’a sürgünler devam etti. 16. yüzyıl ortalarında İstanbul’un nüfusunun 400 bin seviyesine ulaştığı kabul edilir. Tabii bu arada işsiz-güçsüz macerape­restlerle Celalî isyanlarında çiftini-çubuğunu terketmek zorunda kalan topraksız aileler de İstanbul’a akın etti.

“İstanbul’un taşı toprağı al­tındır” diyerek memleketlerin­den kopup gelen işsiz uşaklar, “bekâr odaları” tabir edilen yerlerde yaşardı. İstanbul’da asayişin ihlal edildiği en küçük hadisede bile, hükümetin ilk hedefi bu bekar odaları olurdu. Buralarda yaşayanlar memle­ketlerine gönderilmek üzere İstanbul’dan sürülürdü. Hatta 1527’de, Sultan Selim semtinde hırsızlık amacıyla girilen bir evin sahiplerinin öldürülme­si üzerine korkunç bir zulüm uygulanmış; İstanbul’da ne kadar ırgat, ekmekçi, mumcu, aşçı, odun yarıcı gibi genellikle bekarların icra ettikleri meslek mensupları bir anda suçlu ilan edilmişlerdir. İçlerinden hiçbi­rine hırsızlık ve cinayetin faili suçlaması yapılamamış olsa da, toplatılanlardan durumla­rı şüpheli görülen 800 kadar insan çarşıda, pazarda, sokak­larda idam edilerek katledil­mişlerdir.

resim_2024-08-25_234215626
İstanbul’un ilk Müslüman mahalleleri bir cami veya mescit etrafında şekillenmiş, genellikle tek sokaktan girişi olan ve çıkmaz sokaklarla sınırları belirlenmiş 30-40 hanelik birimlerden ibaretti

17. ve 18. yüzyıllar

İstanbul’da 17. ve 18. yüzyıllarda ciddi bir sayım yapıldığına dair kayıt da yoktur. Klasik dönem uygulamalarında günümüzden farklı olarak sadece askerlik ve vergi tahsilatı açısından sayım yapıldığından, kadın nüfusuna değinilmiyordu. Ayrıca bazı sayımlarda hane ve dükkanlar sayılmış, bireyler sayılmamış­tır. Gayrimüslimlerden alınan cizye vergisinin tespiti için semtlere ve mükellef adlarına göre düzenlenen cizye defterle­rinden çıkarılacak sonuçlar da tam sayıyı tespite yetmemek­tedir.

Belli başlı kaynaklarda Osmanlı Devleti’nde ilk nüfus sayımının 1831’de yapıldığı belirtilmekle birlikte; 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kal­dırılması sonrasında şehirde meskun ahali ile esnaf grupla­rını da ele alan genel bir nüfus sayımı vardır; maalesef tüm defterleri, bilhassa icmalleri günümüze ulaşmamıştır.

Kırım Savaşı sonrasında baş­layan ve 1877-78 Osmanlı-Rus ve Balkan Savaşları sonrası de­vam eden yoğun göç dalgası İs­tanbul’un nüfusunu olağanüstü arttırmıştır. 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sıralarındaki göçler de etkili olmuştur. Bu dönemlere ait sağlıklı istatistik veriler olmayınca nüfus tahmi­nen belirtilebilmekte; 1 milyon­dan 1.5 milyona kadar sayılar söylenmektedir.

Fetihten itibaren 1870’e ka­dar yapılan sayımların hiçbi­rinde kadın nüfusu belirtilmez. 1870’te ise “Osmanlı nüfus tezkiresi” yani kimlik belgesi verilebilmesi için kadınların da sayılması istenilmişse de, gelen tepkiler üzerine birçok yerde kadınların sayılmasına imkan bulunamamıştır. 1882’de tepki­lerin önü alınmış ve nüfus sa­yımı gerçekleşen kadınlara da kimlik belgesi verilmeye baş­lanmıştır. Pek güvenli olmayan 1905 ve 1914’teki sayımlardan sonra ilk defa 1927’de İstan­bul’un nüfusu kesin olarak 806 bin rakamıyla tespit edilmiştir.

resim_2024-08-25_234210032
Kadıköy, Fatih Sultan Mehmet’in fetihten sonra şehrin ilk kadısı olarak atadığı Sivrihisarlı Hızır Bey’e arpalık olarak verdiği köydü. CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ

Nüfus ve gıda

İstanbul’un kalabalık nüfusunu besleyebilecek iaşenin sağlan­ması, eski devirlerin organi­zasyon imkanları dahilinde kolay değildi. Bilhassa temiz ve sağlıklı içme suyunun temini oldukça müşküldü. Roma ve Bizans döneminden başlayarak şehir merkezine uzak kaynak­lardan su getirebilmek için inşa edilen su kemerlerinin besle­diği açık ve kapalı sarnıçlarda biriktirilen sularla ihtiyacın giderilmesi sağlanıyordu. Türk­ler sarnıç suyuna rağbet etmez; bilhassa İstanbul ve çevresin­deki kaynaklardan veya şehir içinde kaynak suyu akan çeş­melerden başka su içmezlerdi. Büyük külliyelerin çevresinde vakfedilen sebillerden ücret­siz dağıtılan suları içerler, bir kısım insan da su sakalarının kırbalara doldurup sokak sokak dolaşarak sattıkları suları içme suyu olarak kullanırdı.

Kanunî döneminde şiddetli bir sel sonucunda yıkılan ve tahrip olan tarihî su kemerleri­nin eskisinden daha kapasiteli yapılmasına yönelik çalışma­lara başlatılmıştı. Dönemin sadrazamı Semiz Ali Paşa bu noktadaki endişeleri ilginçtir: İstanbul’un her sokağına çeşme inşaı, birçok zenginin konak­larına su getirilmesi hayırlı ve sevap kazandıran işlerin en başında gelse de; böyle bir ba­yındırlık hamlesinin İstanbul’a olan rağbeti artıracağını; çif­tini-çubuğunu bozanın soluğu İstanbul’da alacağını; bunların gelmesiyle bu kadar kalabalık bir nüfusun iaşe temininin zorlaşacağını ve fiyatların alabildiğine artarak sonradan gelecek padişahların çok sıkıntı çekeceğini belirtiyordu! Selani­ki Mustafa Efendi de Tarih’inde “filhakika 30 sene sonraki mü­zayakayı (darlık-sıkıntı) haber vermişlerdir” diyerek Semiz Ali Paşa’nın endişelerinde haklı çıktığını vurgulamıştır.

Bu uyarılara o vakit kulak asılmamış ve Mimar Sinan öncülüğünde büyük bir mü­hendis ekibinin çabalarıyla İstanbul’un her köşesi suya kavuşturulmuştu. Gerçekten de halkın rağbeti iyice artmış, yerleşim için akın akın İstan­bul’un yolu tutulmuştu. Zaman içerisinde taşradan ev göçünün yasaklanması için ardı ardına fermanlar yayınlanacak, İstan­bul’a yerleşmek sıkı kurallara bağlanacaktır.

resim_2024-08-25_234009778
Yoğun göç dalgası nedeniyle nüfusu olağanüstü artan İstanbul’da 1910’lu yıllarda kaç kişinin yaşadığına dair güvenilir veri mevcut değil. Dönemin nüfusuna ilişkin tahminler 1 milyondan 1 buçuk milyona kadar değişiklik gösteriyor.

3.SELİM’İN EMİRLERİ

Mısır fellahları defedilsin
Dışardan göç engellensin
Çocuklar hamama sokulmasın

Sultan 3. Selim’in elyazısıyla Sadaret Kaymakamı’na yazdığı hatt-ı hümayundaki emirleri, devletin İstanbul’da Müslümanlarla gayrimüslimler arasında gözettiği dengeye ve sosyal hayattaki bazı hususlara dair önemli ipuçları içeriyor:

Orijinal metin:

resim_2024-08-25_234758471

Kaymakam Paşa

Şimden sonra bina olunan ev­ler[e] tenbih edesin. Gâvur evleri gibi siyah laciverd boyamasın­lar. Hem pek yüksek yapıyorlar. Âdetten ziyade yapmasınlar. Müslüman evleri siyah olmasın. Gâvur ve Yehûd evleri siyah olsun. Gâvur Müslüman belli olsun. Mi­mar ağayı çağırıp tenbih edesin. Hem Cumalarda ve tebdillerde görüyorum, miskinler gelip saillik ediyor. Onlar gelmek âdet değil­dir, tenbih edesin. Öyle yaralıları Miskinler’e göndertesin. Ve sair eli ayağı ve gözleri sağ olup kâra kesbe gücü yetenler sail[l]ik etmesinler. Ve külhânî çocuklarını külhana komasınlar ve sokak­lardan men‘ ettiresin. Ve Mısır fellahlarını bunları def‘ ettiresin. Sağları men‘ def‘ ettiresin. Ve dışarıdan ev göçü her gün geliyor. Aslından beri yasak değil midir? Ona dahi tenbih edesin. Bunların men‘ olunacakların men, nefy olunacakların nefy ve Tersane’ye müstahak olanları Tersane’ye gönderesin. Ve külhânîleri Tersa­ne’ye gönderesin hizmet etsinler.

Günümüz Türkçesiyle:

1. Müslümanlar evlerini siyah veya laciverde boyamasın, Hıristiyan ve Yahudiler siyaha boyasın ki Hıristiyan-Yahudi-Müslüman evleri farkedilsin.

2. Âdet olandan daha yüksek ev yapılmasın.

3. Cuma selamlıklarında ve teb­dil-i kıyafet gezerken gördüğüm dilencilerden cüzzam yarası olanlar Karacaahmet Mezarlığı içinde bulunan Miskinler Tekke­si’ne gönderilsin.

4. Eli, ayağı, gözleri sağlam olup işe gücü yetenler dilencilik etmesin.

5. Çocuklar hamam külhanla­rına sokulmasın, sokaklardan engellensin.

6. Mısır fellahları defedilsin.

7. Eskiden beri yasak olduğu halde her gün devam eden İstanbul’a dışarıdan ev göçü engellensin.

8. Bunlardan engellenecekler engellensin, sürülecekler sürgün edilsin, cezaya müstehak olanları Tersane’ye gönderilsin.

9. Külhânîler Tersane’ye gönderil­sin, hizmet etsinler.