Kasım
sayımız çıktı

Günlük: Eskiden şimdiki bugün ise geçmiş zaman

Günlük, öbür yazı türlerinden farklı olarak bir “şimdi”de yazılmasına karşın, zaman geçince “geçmiş”in kesitlerine dönüşür. Bu anlamda “anı” kapsamına sokulabilecek bir özelliği olduğunu vurgulamak gerekir. Thomas Mann’dan Orhan Pamuk’a, çocukluk-ilkgençlik dönemindeki “hâtıra defterleri”nden bugüne…

Orhan Pamuk’tan hâtıralar… Uzak Dağlar ve Hatıralar, yazarın “ajanda” defterlerine yıllar içinde döşediği resimli yazılardan oluşuyor.

Thomas Mann’ın gün­lükleri 10 ciltte topla­nıyor; S. Fischer Ver­lag’da. İlk cilt 1918-1921 arası­nı kapsıyor; sonrakiler 1933’te sürgüne çıkmasıyla başlıyor ve 1955’teki ölümüne dek hız kesmeden sürüyor -yaklaşık 8.500 sayfalık bir toplam. Ya­zarın gençlik yıllarının gün­lüklerini Los Angeles döne­minde yokettiği biliniyor: Özel yaşamının dışarıdan görünü­şünün tersine, girdaplarla ve sapkın tutkularına ilişkin tes­pitlerle dolu olduğu için on­ları ortadan kaldırdığına so­nunda pişman olmuş muydu? 58’inden başlayarak günlüğü­nü benzer ayrıntılar doldurur; günlüğünün yayımlanmasını 25 yıl ertelemiş olmasının te­mel gerekçesi buydu herhalde.

Thomas Mann’ın günlü­ğüyle Goethe’nin günlüğü ara­sındaki belirgin koşutlar ve sözkonusu etkilenme süreci üzerinde çalışan Jochen Golz, günlük tutmanın ana iki ekse­nine gönderme yapar: Yaşam akışının kaydını tutmak ve iti­raflarda bulunmak. Bu anlam­da çoğu güncenin bir tür sır­daş olma özelliği barındırdığı söylenebilir.

Goethe’de, “ibadet de reza­let gibi gizli kalmalıdır” şiarı­nın ağır bastığına dikkat çeki­yor Golz: “Ne(ler) yaşadığım kimseyi ilgilendirmez. Usta, bir adım daha atmıştır: Olup bitenler hakkında ne düşün­düğümü söylemek durumun­da değilim”.

Duruşunda ve seçimle­rinde Goethe’yi model olarak görüp izini sürmesine karşın, günlüklerinde o çizgiden ge­niş ölçüde uzak durur Tho­mas Mann: Tuttuğu kayıtlar birden fazla cephesini sergiler ve karmaşık, düpedüz para­doks yüklü bir bünye ortaya koyar. Tabloyu Mann “aile”si­nin öbür üyeleriyle (Heinrich ve Nelly, Erika, Klaus, Golo…) birlikte okumak “itiraf” sınır­ları açısından verimli bir yol sayılabilir! Tek bir “aile”, Av­rupa’nın en karanlık dönem­lerinden birine, yazdıkları ve yaptıklarıyla, benzersiz bir ta­nıklık toplamı üzerinden ışık tutmuştur. Kaldı ki, 2. Dünya Savaşı yıllarının arka planını değerlendirmek yolunda baş­vurulan kaynaklar arasında Virginia Woolf ve Stefan Zwe­ig gibi yazarların günlüklerini de saymak gerekir: Onlar, tıp­kı Klaus Mann gibi, yaşanan yıkımın bedelini intihar etme­yi seçerek ödemişlerdir.

Günlük, öbür yazı türlerin­den farklı olarak bir “şimdi”­de yazılmasına karşın, zaman geçince “geçmiş”in kesitleri­ne dönüşür. Bu anlamda “anı” kapsamına sokulabilecek bir özelliği olduğunu vurgulamak gerekir. Günlük yazarı ânı ânına farketmeyebilir tuttuğu kayıtların o boyutunu; sonra, dönüp yazdıklarını okuduğun­da kavrayacaktır bunu.

Ölümsüz… Thomas Mann (1875-1955) (solda), Virginia Woolf (1882-1941) ve Klaus Mann (1906-1949) (en üstte sağda ). Avrupa’nın en karanlık dönemine günlükleriyle de ışık tuttular.

Orhan Pamuk, yeni yayım­lanan ‘resimli kitab’ının da­ha başlığında “hâtıra” kavra­mını kullanıyor: Uzak Dağlar ve Hatıralar (YKY). Seçtiği “ajanda” defterlerine yıllar içinde döşediği resimli yazı­lar, araya zaman girince, kişi­sel “geçmiş”inden kesitler hü­viyetine bürünmüş gerçekten de. Onları tuttuğu bir günlü­ğün parçaları olarak görmü­yor mu yazar? Sözlüğü hiç kullanmamış kitabında, ama -örneğin- Virginia Woolf’un güncesinden de “hâtıra” diye sözettiğini, bir anı kitabı olan Walden’ı da benzer kategoriye soktuğunu görüyoruz. İşi da­ha da ileri götürerek, çocuk­luk-ilkgençlik dönemimizde revaçta olan “hâtıra defter­leri” ile bir özdeşlik kuruyor kendi defterleri arasında. Yıl­ların bütün “şimdi”leri artık bir “geçmiş”in ögeleri Pa­muk’un gözünde; onun için de “hâtıra”yı kullanmayı yeğliyor.

Yazar olsun olmasın, kişi günlüğü içtenlik/sahihlik ek­seninde turnesol işlevi de gö­rür; bir bakıma denektaşıdır. Günlüklerini yazarken biri, yayına hazırlarken bir başkası olunabildiğini kanıtlayan ör­neklere rastlanır: Dönüp dö­nüştürmüş, “asıl”ı çarpıtmış­tır kalem efendisi!

Günlükler, çoğu zaman ya­zarının etik duruşunun ana­hatlarını içerirler. Ernst Jün­ger’ın güncesi, özellikle de 2. Dünya Savaşı yıllarını kap­sayan oylumlu dilimi sarsı­cı modeller arasındadır: Bu derin, incelikli yazar, 3. Rei­ch ordusunun önde gelen bir subayı olarak işgal Paris’inde görevdeyken savaşın amansız gerçekliğine farklı bir prizma­dan bakmış, “dünyevi” keyif­lerinin ağır basması yaşanan vandallığa sırt dönmesiyle sonuçlanmıştı -okurun solu­ğunu tıkayan bir perspektif tabii, gelgelelim canalıcı bir belge de.

Perdeyi, işbirlikçi Drieu la Rochelle’in yakıcı güncesiyle kapatabiliriz belki de.