Büyük Britanya Kraliçesi 2. Elizabeth’in eşi Prens Philip’in soyağacı, hayatından ilginçti. Atası Danimarka Kralı, babası Sakarya Muharebesi’ne katılmış bir Yunan generali, ablaları Nazi Partisi üyesi, kendisi ise sonradan olma bir İngiliz’di. Hiçbir şey yapmadı; kendisinden beklenenleri yerine getirdi.
Prens Philip aslında bir 19. yüzyıl insanıydı. O çağın kadın hükümdarlarına layık görülen, fakir ancak kraliyet aileleriyle akraba, mavi kanlı bir prensti. Aile ilişkileri 19. yüzyıla özgüydü ve bir genetik uzmanını çıldırtacak kadar karmaşıktı. Schleswig-Holstein-Sonderburg-Glücksburg gibi akılda tutulması zor bir Alman ailesinden olan büyükbabasının babası, 9. Christian adıyla Danimarka tahtına çıkmıştı. Onun oğullarından Georg ise zamanın büyük devletleri tarafından Yunanistan Kralı seçilmişti. İşte Philip (1921-2021), bu Yunan kralının torunlarından en küçüğüydü.
Philip’in babası Yunanistan Prensi Andreas (1882-1944), Sakarya Meydan Muharebesi’ne katıldığı için tanınıyordu. Balkan Savaşları’nda yarbay olarak bir sahra hastanesinin komutasını üstlenmişti. Sakarya Muharebesi sırasındaysa Yunan 2. Ordusu’nda tümgeneraldi. Üstlerini küçümsüyor, yetersiz buluyordu. 19 Eylül 1921’de Prens Andreas’a Türk mevzilerine saldırı emri verildiğinde, “panikten kaynaklanan umutsuz bir hareket” olarak gördüğü bu karara uymayarak birliklerine geri çekilmeyi emretti. Yunan orduları komutanı General Anastasios Papulas’tan sıkı bir azar işitince oracıkta istifasını sundu ama reddedildi.
1 yıl sonra, Türklerin İzmir’e girişinin ardından 11 Eylül 1922’de Yunanistan’da bir darbe yapıldı ve “Küçük Asya felaketi” denilen Anadolu işgalini yürütmüş politikacılarla komutanlar hapse atıldı. Prens Andreas da yargılananlar arasındaydı; “vatana ihanet”ten suçlu bulundu, ancak “hiçbir askerî komuta deneyimi olmadığı” gerekçesiyle hakkındaki idam kararı ömür boyu sürgüne çevrildi. Ailesiyle birlikte Fransa’ya gitti; ölümüne kadar orada yaşayacak, sadece 1930’da İngiltere’de bir kitap yayınlayacaktı. Towards Disaster: The Greek Army in Asia Minor in 1921 (Felakete Doğru: 1921’de Küçük Asya’daki Yunan Ordusu) adlı bu kitapta, Sakarya Muharebesi’ndeki tavrını açıklıyor, kendini savunuyordu.
Aile sürgüne gittiğinde, Prens Andreas’ın tek oğlu Philip henüz 2 yaşında bile değildi. 4 ablasıyla Avrupa’da oradan oraya savrularak yaşamaya başladı; üstelik annesiyle babası bir süre sonra ayrıldı. Philip’in annesi Prenses Alice, o fakir, mavi kanlı Alman ailelerinden birinin üyesiydi ama anne tarafından İngiltere Kraliçesi Victoria’nın torunu olmak gibi şansa sahipti. Philip’in dayısı Lord Mountbatten İngiliz donanmasında bir amiraldi (yıllar sonra Hindistan’ın son genel valisi olacaktı).
1930’larda Philip’in 4 ablası hepsi de Nazi partisi üyesi olan birer Alman prensiyle evlendi. Genç Philip, 1937’de bir uçak kazasında ölen ablası Nazi partisi üyesi Hessen Grandüşesi Cecilia’nın Almanya’daki cenaze törenine katıldı. Cenaze fotoğraflarında Philip, önde gelen Nazilerin arasında görünüyordu. Bu fotoğraf, tarihçi Jonathan Petropoulos tarafından Alman prenslerinin Nazi sempatisini ele aldığı Royals and The Reich adlı kitabında 2006’da yayımlandı.
Neyse ki Philip, eğitimini Almanya’da ablalarının yanında değil İngiltere’de dayısı Lord Mountbatten’ın gözetiminde yaptı. 2. Dünya Savaşı’nda Britanya donanmasında Akdeniz ve Pasifik’te teğmen olarak bulundu. Ancak askerî kariyeri babasınınki gibi yarım kaldı çünkü savaşın ardından 1947’de Büyük Britanya Kralı 5. George’un kızı ve veliahtı Prenses Elizabeth ile evlendi. Müstakbel kraliçe için ondan uygun aday bulunamazdı: Bütün hanedanlarla akraba olduğu halde, aile bağlarının sağladığı servet veya güce sahip değildi. Soyadı (Mountbatten) bile dayısından ödünç alınmıştı. Babasının söylenmesi zor Alman adını bir kenara atmıştı. Düğüne “Nazi ablalar” davet edilmedi; böylece 2. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış İngiliz halkına damadın Almanlığını hatırlatacak hiçbir şey kalmadı.
Edinbrough Dükü unvanını alan Prens Philip’in bundan sonraki upuzun hayatı, kısacık bir paragraftır. Eşi tahta çıktıktan sonra birkaç çıkış yapmaya kalktığında hemen haddi bildirildi. Sonradan edindiği soyadını çocuklarına vermesine bile uzun süre engel olundu. Bir-iki skandala karışmaktan kılpayı kurtuldu. En yakın dostu ve sekreterinin zina nedeniyle boşanması, Soğuk Savaş ortamında patlak veren Profumo skandalına karışanlarla tanışıklığı, basın tarafından fazla dillendirilmedi. Kraliyet ailesini modern dünyayla tanıştırmakta rol oynadığı söylendi. Bu iddianın dayanakları, kraliçenin tahta çıkış töreni filminin televizyonda yayınlanmasına ve 1969’da “Kraliyet Ailesi” adlı bir belgesel film çekilmesine önayak olmasından ibaretti. Bir de kimilerinin ırkçı ve kaba bulduğu, bazılarının da açıksözlülük ve egzantriklik belirtisi saydığı ünlü esprileri vardı:
“Siz hakikaten bir kadın mısınız?” (1984’te Kenya’da yerel bir kadının sunduğu hediyeyi aldığı sırada)
“Burada çok fazla kalırsanız, hepiniz çekik gözlü olacaksınız” (1986’da Çin’de bir grup İngiliz öğrenciyle konuşurken)
“Hepiniz korsan torunu değil misiniz?” (1994’te Cayman Adaları’nda sohbet ederken)
“Hâlâ mızrak fırlatıyor musunuz?” (2002’de bir Avustralya yerlisiyle konuşurken)
Bu gaflar dışında ömrünü hiçbir şey yapmadan geçirerek, kendisinden bekleneni yerine getirmiş oldu.