Koronavirüs salgını beklenmedik bir sonuca yolaçtı: İklim krizinin sorumlusu olarak görülen karbon salımında küresel çapta yüzde 17’lik bir düşüş görüldü. Peki “Gölge etmeyin, başka ihsan istemem” diyen doğanın sesini bu sefer duyacak mıyız? Yoksa salgın biter bitmez, iklim krizini doğuran “normal”e yeniden dönecek miyiz? Tarihten örneklerle salgınların ve ekonomik krizlerin çevresel etkileri…
Koronavirüs salgınına karşı tüm dünyada alınan önlemler beklenmedik bir sonuca yolaçtı: İklim krizi bir mola verdi. Salgının en kritik olduğu dönemde, sanayi, ulaşım ağları ve işletmelerin kapanmasıyla, küresel ısınmaya neden olan günlük karbon salımında geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 17 civarında (günde 17 milyon ton azalma) düşüş yaşandı. Öte yandan iklim krizi, Haziran ortasında, Türkiye çapında sağanak, dolu ve hortumlarla kendilerini evlerine kapamış insanların pencerelerini tıklatarak kendini hatırlatıyordu.
Bağımsız uzmanlardan oluşan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2018’de yayımladığı “1,5 Derecelik Küresel Isınma Özel Raporu”na göre Sanayi Devrimi öncesi döneme göre dünyamızın yüzeyinde neredeyse 1°C sıcaklık artışı meydana geldi. Rapora göre, sera gazı emisyonları bu düzeyde kaldığı takdirde, 2030’a kadar sıcaklık artışının iklim krizinin kritik eşiği 1,5°C’ye ulaşacağı hesaplanıyor. Önlem alınmadığı takdirde, 2100’e kadar 3°C’nin üzerinde sıcaklık artışı olacağı tahmin ediliyor. IPCC, NASA, Dünya Meteoroloji Örgütü gibi kuruluşlar, düzensiz ve aşırı yağışları, fırtınaları ve artan kuraklık riskini, küresel sıcaklıkların artmasına bağlıyor. Türkiye’nin de imzacısı olduğu Paris Anlaşması’nda belirtilen, küresel ısınma artışını 1.5°C’de sınırlama hedefine ulaşabilmek için emisyonların 2030’a kadar her yıl yüzde 7.6 oranında düşmesi gerekiyor.
İsveç Lund Üniversitesi’nde sürdürülebilirlik üzerine araştırmalar yürüten Kimberly Nicholas, salgın döneminde emisyonların düşmesinin farklı nedenleri olduğunu söylüyor. Salgın döneminde elzem olmayan seyahatlerin engellenmesi, küresel karbon emisyonunun yüzde 23’ünü oluşturan ulaştırma sektörünün ayakizinde bir küçülmeye neden oldu. Bu düşüşteki en büyük pay otomobil kullanımına ait. Kara ulaşımı yoluyla üretilen karbon gazlarındaki düşüş yüzde 43 düzeyinde. Bu, sanayi ve enerji santrallerinin ürettiği karbon salımı toplamındaki düşüşe eşit.
İnsanların hayatlarını ve geçim kaynaklarını tehdit eden küresel bir salgın, bir ekoloji krizinin çözümü olarak görülemez elbette. Ama bu dönemin, geçmişteki örnekleriyle karşılaştırılmalı olarak incelenmesi, yıkıcı etkileri bakımından en az salgın kadar tehlikeli bir küresel soruna karşı alınabilecek önlemleri de yeniden düşünmemizi sağlıyor.
Bugün yaşadığımız pandemi, bir salgının atmosferik karbondioksit seviyelerine iz bırakmasının ilk örneği değil. Endüstriyel çağdan önce bile hastalık dönemleri, emisyonların düşmesine neden olmuş. Münih Üniversitesi Coğrafya Bölümü profesörlerinden Julia Pongratz, antik buz çekirdeklerinde sıkışan küçük hava baloncuklarından yaptığı ölçümlere dayanarak, 14. yüzyılda, Avrupa’da kara vebanın ya da çiçek hastalığı gibi salgın hastalıkların ve 16. yüzyılda da İspanyolların Güney Amerika’ya gelmesinin, atmosferik karbondioksit seviyelerinde küçük işaretler bıraktığını söylüyor. Bu değişimin bir nedeni hastalık ya da soykırım nedeniyle yükselen ölüm oranlarıyken, bir diğer nedeni de terk edilen tarım arazilerinin yerinde yabani bitkilerin büyümesiydi.
Koronavirüs salgınında ölüm oranlarının, arazi kullanımını etkileyecek düzeye gelmesi beklenmiyor. 2008 ve 2009 ekonomik krizleri ise, bugün gördüğümüz çevresel etkileri değerlendirmek için daha uygun bir referans noktası olabilir. Pongratz, bu ekonomik krizler sırasında endüstriyel faaliyetlerin azalmasıyla bir yıl boyunca küresel emisyonların düştüğünü hatırlatıyor. Ancak ekonominin toparlanmasıyla 2010’a kadar emisyonlar hızla yükselerek tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı.
Uzmanların bir kısmı, koronavirüs döneminde edinilen yeni alışkanlıkların ve değişen önceliklerin kalıcı etkileri olabileceğine dikkati çekerken, bir kısmı da hayatın “normale” dönmesiyle karbon salımının da eski haline dönebileceğini söylüyor. Salgının ne kadar süreceği, pandemi sonrası ekonomiyi canlandırma çabalarında yeşil enerji gibi sektörlere odaklanılıp odaklanılmayacağı gibi faktörler de önümüzdeki günler için belirleyici olacak.
Türkiye’de önlemler ne durumda?
Günümüzde pek çok ülke gibi Türkiye de, Kyoto Protokolü, Paris Antlaşması gibi uluslararası sözleşmeler uyarınca iklim değişikliğiyle küresel mücadelenin bir parçası. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre, geçtiğimiz yıllarda İklim Değişikliği Stratejisi, İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı ve İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı hazırlanmış. “Düşük Karbon Salımı İçin Çözümsel Tabanlı Strateji ve Eylem Geliştirilmesi Teknik Yardım Projesi” ile atık, tarım, bina ve ulaştırma sektörlerinde düşük karbonlu büyüme fırsatları değerlendirilerek, çevreye duyarlı ekonomik büyümeyi sağlayan yeni iş alanları, Ar-Ge ve yenilikçi yaklaşımlar üzerine çalışılmış. Bunun yanında, “Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik” ile Türkiye’nin ulusal sera gazı emisyonlarının yaklaşık yarısı tesis seviyesinde izlenmeye başlanmış. Halen devam eden “Türkiye’de İklim Uyum Eyleminin Güçlendirilmesi Projesi” ile ise sektörlerin ve kentlerin iklim değişikliğinin etkilerine karşı direncinin artırılması hedefleniyor. Bakanlık, önümüzdeki dönemde bütün paydaşların iklim değişikliği ile mücadeleye dahil olması için kurumsal kapasite geliştirme, kurumlar arası koordinasyon ve işbirliği ile toplumsal farkındalık geliştirme çalışmalarına devam edileceğini söylüyor.