Kasım
sayımız çıktı

İlk Kürtler ilk Kürdistan

16. YÜZYILA KADAR KÜRT TARİHİ

“Kürt” kelimesinin yarı-etnik bir gruba işaret etmek için sıklıkla kullanılmasının ilk örneklerine erken dönem İslam kaynaklarında rastlıyoruz. “Kürdistan” terimi ise ilk kez 12. yüzyılda Büyük Selçuklu Devleti tarafından idari bir birimi belirtmek için kullanıldı.

HAKAN ÖZOĞLU

Kürtlerin kökeni konusunda birçok farklı görüş olmasına rağmen, tüm kuramların ortak bir yanı da vardır. Hepsi de otoktonistik (toprağa dayanan) bir yapıya sahip olma eğilimindedir. Diğer bir deyişle bu kuramlara dayananlar, 12. yüzyıldan sonraki bir zamanda “Kürdistan” diye bilinen belirli bir bölgenin kadim sakinlerine bakıp bu insanlarla modern Kürtler arasında etimolojik bağlantılar kurmayı umarlar. Bu nedenle bu özcü kuramlar, Kürtlerin kadim tarihte farklı adlarla tanınmış ancak bugün “Kürdistan” olarak adlandırılan bir bölgede yerleşmiş olan insanlar oldukları sonucuna varırlar.

“Kürdistan” terimi ilk kez Büyük Selçuklular tarafından idari bir birimi belirtmek için kullanılmıştır. 12. yüzyılda Ahmed Sencer (ölümü 1157) Zagros’un doğu kısmında Hamedan yakınlarında idari bir bölge kurmuş ve bu vilayete “Kürdistan” adını vermiştir. Kürdistan’ın esas idari yapısı hakkında çok fazla bir şey bilinmiyor. Ancak elimizde İlhanlıların hizmetinde eski bir devlet muhasibi olan Kazvin’li Hamdullah-Müstavfi’nin Kürdistan eyaletine ışık tutabilecek kayıtları var. Nüzhetü’l-Kulûb (1340) adlı eserinde, bu vilayette bulunan on altı kazayı sıralayan Müstavfi, Kürdistan’ın Selçuklular zamanındaki sınırlarını şöyle gösterir: “(Kürdistan’ın sınırları) Arap Irak’ı, Kuzistan, Farsî Irak’ı, Azerbaycan ve Diyarbakır’ı (kapsamaktadır)”.

İlk Kürtler ilk Kürdistan

Öyle görünüyor ki Müstavfi, Kürdistan’ın idari bir birim olarak 14. yüzyıldan önce de var olduğunu doğruluyor. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki Kürdistan’la ilgili bu kayıt Sencer’in döneminden iki yüz yıl sonra tutulmuştur. Her durumda bu, mevcut tarihsel kaynaklarda Kürdistan hakkındaki en eski referanstır. Bu açıklamada aynı idari yapılanmanın Selçuklu İmparatorluğu dağıldıktan sonra da devam edip etmediği belirgin değildir. Belirgin olan ise, idari bir birim olarak Kürdistan’ın, bazı önemli Kürt şehirleri dışarıda bırakıldığı için Kürdistan’ın “etnik” sınırlarıyla ilişkilendirilmediği ve sadece idari bir düzenleme olduğudur.

Yalnızca Kürtler ve Kürt tarihiyle ilgili olarak bir Kürt tarafından yazılmış, bilinen en eski metin ancak 1596 yılında kaleme alındı. Bitlis Emirliği’nin o zamanki yöneticisi Şerefhan Bitlisi’nin yazdığı kitabın adı Şerefnâme idi. Farsça yazılmış Şerefnâme’de “Kürt” terimi sıklıkla kullanılmış olsa da bu terimin kesin bir tanımı verilmez. Bu terim, Şerefhan Bitlisi’nin daha nesnel bir şekilde tanımladığı coğrafi bir bölgeyle, Kürdistan’la ilişkili kolektif bir kimliğe işaret eder: “Kürtlerin memleketlerinin sınırları, okyanustan ayrılan Hürmüz Denizi (Basra Körfezi) kıyısından başlar; bir doğru çizgi üzerinde oradan Malatya ve Maraş illerinin nihayetine kadar uzanır. Böylece bu çizginin kuzey tarafını Fars, Acem Irak’ı (güneybatı İran’ın Kuzistan eyaleti), Azerbaycan, Küçük Ermenistan ve Büyük Ermenistan teşkil eder. Güneyine ise Arap Irak’ı, Musul ve Diyarbekir illeri düşer”.

İlk Kürtler ilk Kürdistan
Bitlis kalesinin Akkoyunlular tarafından ablukaya alınması, Şerefnâme.

Kürt kelimesinin yarı-etnik bir gruba işaret etmek için sıklıkla kullanılışına ise erken dönem İslam kaynaklarında rastlıyoruz. Arap coğrafyacıları, seyahat ettikleri ülkeleri ve sakinlerini betimlerken Kürtlerden de bahsediyorlardı. Erken dönem İslam kaynaklarında Kürtlerden bahsediliyor olması Kürt kimliğinin evrimini anlama çabamızda bize bir çıkış noktası sağlıyor.

Kaynaklara göre Kürtlerin en yüksek toplumsal ve siyasal örgütü MS 10. yüzyıla dek emirlik düzeyini aşmamıştır. Ancak 959’da Arap tarihçiler Doğu Kürdistan’da Hamedan civarında öteki Kürt aşiretleri üzerinde ciddi bir hakimiyet kurmuş olan Hasanvayhi isimli bir Kürt hanedanından bahsediyorlardı. 990’da bir başka Kürt ailesi olan Mervaniler Diyarbakır yakınındaki Mayyafarikin’de (bugünkü Silvan) hâkim hanedan ailesi olarak ortaya çıktı. Bu aile 1096’ya kadar hüküm sürdü. Resmî olarak halife tarafından atandıkları ve devletin resmî dili olarak Arapçayı kullandıkları için, Kürt kökenli olmalarına rağmen alimler her iki hanedanın da Arap olduklarını düşündüler.

İlk Kürtler ilk Kürdistan
Dehak tasviri, Şahname.

Bir sonraki Kürt kökenli İslam hanedanı, Haçlılara karşı yürüttüğü savaşla ünlü olan efsanevi lider Selahaddin Eyyubi’nin (1171-1193) de hükümdar olduğu, 1171 ve 1260 arasında Mısır ve Suriye topraklarında hüküm süren Eyyubilerdi. Eyyubiler, Mervanilerden daha sofistike bir devlet yapısının varisiydiler; ancak hükümdarları kendi Kürt kökenlerinin üzerinde hiçbir zaman durmadıkları ve geniş sınırları olan topraklara hükmetmelerine rağmen Kürt ülkesinin sadece küçük bir parçasını yönettikleri için devletlerini bir Kürt devleti olarak nitelendirmek pek kolay değildir.

13. yüzyıl Moğol istilaları Kürt aşiretleri üzerinde yıkıcı etkilere neden oldu. Hülagü’nün ordusu tek bir aşiret reisinin bile canını bağışlamadı. Hülagü, kılıçtan geçirdiği aşiret reislerinin yerine kendi adamlarını getirdi. Bu, Kürt aşiret yapısı ve geleneksel hükümdar ailelerinin otoritesi açısından büyük bir yıkımdı. Aynı şekilde bundan 150 yıl sonra Timur da Bağdat ve Diyarbakır’ı istila ettikten sonra, kendilerini henüz toparlayan Kürt aşiretlerini yok ederek Kürdistan’ın çoğunu fethetti.

İlk Kürtler ilk Kürdistan
Şerefhan Bitlisi ve Şerefnâme Yalnızca Kürtler ve Kürt tarihiyle ilgili olarak bir Kürt tarafından yazılmış, bilinen en eski metin 1596 yılında kaleme alındı. Bitlis Emirliği’nin o zamanki yöneticisi Şerefhan Bitlisi’nin yazdığı Şerefnâme’deki minyatürlerden biri Hizan şehrini konu alıyor.

15. yüzyılda kısa süren Karakoyunlu hanedanı sırasında Kürt aşiret reisleri önceki güçlerinin bir kısmını yeniden kazandılar. Ancak Akkoyunlu hanedanı, Kürdistan’ın geniş bir parçasını içine alan Karakoyunlu topraklarını ele geçirdiğinde, Kürt aşiretleri rakip Karakoyunlulara olan önceki bağlılıkları yüzünden zulüm gördüler. Akkoyunlu hanedanı büyük Kürt ailelerinin imhasına yönelik sistemli bir politika yürüttü ve yönetici olarak kendi valilerini atadı.

Safevi hanedanı, Şah İsmail’in mistik Şii karizması altında iktidarını kurarken, Akkoyunlu devleti zaten gerileme dönemindeydi. İsmail 1501 yılında Oniki İmam Şiiliği’ni devlet dini olarak ilan ettikten sonra Akkoyunlu devletine son verdi. Ancak onun Kürtlere yönelik politikası da Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ınkinden farklı olmadı. Batıya doğru genişlemeyi uman Şah İsmail de merkezî bir iktidar sisteminden faydalanarak bu bölgeyi ve aşiretleri denetimi altına almaya çalıştı. Ne var ki orada bu karşılaşma için hazırlıklarını yapmış olan Osmanlı İmparatorluğu bulunuyordu.

Yerel yönetimlerin otoritesine son vermek üzere tasarlanmış Akkoyunlu ve daha sonraki Safevi politikalarının sonucunda Kürt aşiret yapısının büyük ölçüde çeşitlendiği görülüyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgede yayılmasından önce, çoğu göçebe olmak üzere merkezi denetimden bağımsız birçok aşiretin yanı sıra Kürdistan’ın en zor ulaşılabilen bölgelerinde birkaç güçlü emirlik mevcuttu. Geleneksel Kürt liderliği, bölgenin yüzyıllar süren istikrarsızlığının sebep olduğu iktidar boşluğunu doldurmayı başaramadı. Moğol istilasından sonra, ne güçlü bir Kürt siyasal oluşumuna ne de bölgede dikkate değer otorite sağlamış bir Kürt hanedanına dair kayıt bulunmaktadır. 

KÜRTÇE HEP VARDI

İran dil ailesinin en kalabalık ikinci üyesi

Türkiye’de, Kürtçe isminde bir dil olmadığı, Arapça, Farsça ve Türkçe’nin karışımı olduğu yanılgısı yaygındır. Ancak Kürtçe İran dil ailesine mensuptur. İran dilleri, Hint-Avrupa dillerinin en önemli kollarından biridir. Farsça’dan sonra bu dil ailesinin en kalabalık üyesi de Kürtçe’dir. İran’da Mazenderani, Gilani, Lur gibi diller, Orta Asya’da Tacikçe, Peştunca, Patanca gibi Afgan dilleri gibi diller, Kafkasya’da Taliş, Osetçe gibi diller bu aileyi oluştururlar. Farsça dışında diğer dillerin yazılı kültürü çok gelişmemiştir. Kürtçe’de 20. yüzyıla kadar güçlü bir halk edebiyatına sahip olmakla birlikte bir yazı dili olamamıştır. Kürtçe bugün Türkiye’de Latin harfleri ile İran, Irak ve Suriye’de Arap harfleri ile yazılır. Kurmanci, Gürani, Sorani ve Zazaca gibi lehçeleri birbirlerini anlamakta zorlanır.

HAYRİ FEHMİ YILMAZ

KÜRTLERİN MİTOLOJİK KÖKENİ

Dehak’ın zulmünden kaçan halk

Kürtlerin kökenine dair en popüler efsane, 16. yüzyılda kaleme alınan ve Kürt hanedanlarının tarihini hikâye eden Şerefnâme’deki Dehak’ın öyküsüdür.

Efsaneye göre Kürtler, bilinen bir figür olan ve Firdevsi’nin klasik destanı Şahname’de de karşımıza çıkan Dehak’ın zulmünden kaçmış bir halkın çocuklarıdır. Dehak, hem İran hem de Turan topraklarını yöneten mitsel Pişdadi hanedanının Cemşid’den sonraki beşinci hükümdarıydı. Öyle zalim ve kötücül mizaçlıydı ki Tanrı onu omuz başına yılana benzeyen yaralar açarak cezalandırdı. Bu yaralar yüzünden Dehak sonsuz acılar içinde yaşıyordu. En iyi hekimler bile onu iyileştiremedi. Nihayet bir gün Şeytan, Dehak’ın sarayında hekim kılığında ortaya çıktı ve bu bitmek bilmeyen acının tek devasının yılan şeklindeki yaralara her gün iki gencin beyninin sürülmesi olduğunu söyledi. Bunun üzerine her gün iki gencin öldürülmesine ve beyinlerinin yaralara sürülmesine karar verildi. Bu tedavi şaşılacak derecede işe yarıyor gibiydi.

Her gün iki gencin öldürülmesi bir zaman daha devam etti. Sonunda masum insanları kesmekle görevli aşçı bazılarına acıdı ve her iki kişiden birinin dağlara kaçmasına izin verdi. Bir koyun beynini diğer kurbanın beyniyle karıştırdı ve bu karışımı Dehak’a sundu. Aşçı, mahkumları serbest bırakmasının koşulu olarak ulaşılmaz dağlara sığınmalarını ve böylece Dehak’ın zulmünden uzakta kalmalarını istedi. Zaman içinde azat edilen bu insanlar çoğaldılar, dağlık bölgeleri doldurdular ve Kürtler diye anılmaya başladılar. Herkesten uzak yaşayınca da benzersiz bir dil ortaya çıkardılar. Daha sonra vadilere inip çiftçi, çoban ve tüccar oldular, köyler, kaleler ve kasabalar kurdular.