2. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyada mülteci sayısı 50 milyonu geçti. Savaş nedeniyle yaşanan zorunlu göçlerin başlangıç noktası şüphesiz 2. Dünya Savaşı değil. Ancak yaklaşık son 200 yıldır yaşanan sürgün ve trajedi, özellikle son 80 yıldır günümüz dünyasının yarınını da biçimlendiriyor. Büyük sürgünlerin oradan oraya savurduğu insanların ayak izlerinde…
Her savaş insanları öldürmekle kalmaz, aynı zamanda birçoğunu yerinden yurdundan eder. Çoğu zaman, bunları savaş istatistiklerinde de göremeyiz. Nispeten az bir kısmı ne yapıp edip eski yurtlarına dönerler ama, çoğu için hayat artık sonu gelmeyen bir sürgün acısı üzerine yeniden kurulur. Bizim neslimiz 70 yıldır mülteci kamplarında sürgün üzerine sürgün, katliam üzerine katliam yaşayan Filistinlileri, Bulgaristan’dan göçe zorlanan halkımızın Sirkeci garında trenden inişini, sonra da sınırlarımızdan içeri giren, sokaklarımızı, parklarımızı dolduran Irak ve Suriyelileri izleyerek yaşlandı. Bu acı olaylar çok gözönünde olduğu için dikkati çekti.
Halbuki ülkemizde her iki aileden en az birisinde Balkanlar’dan, Kırım’dan, Kafkaslar’dan veya daha uzak yerlerden gelen “muhacirler” vardır. Kimileri bunu unutmayı ve geçmişe gömmeyi tercih ederken, kimileri için de kuşaktan kuşağa geçen bir travma vardır. Atalarımız, Filistinlilerden çok daha büyük katliamlara uğradıktan sonra göçe zorlandılar.
Savaş sürgünlerinin bir kısmı, yeni bölgeleri işgal eden galipler tarafından kovulur. Eski sakinler artık yüzyıllardır yaşadıkları bölgelerin istenmeyen kişileridir. Devletler onları gönderip kendi uluslarından bir nüfus yaratacaklardır. Zorunlu göçlerin altında yatan temel mesele budur. Gönderilenlerin yerine yerleştirilenler de bir nevi sürgündür ve bir süre sonra tekrar sürülme ihtimalleri büyüktür…
Uzak geçmişteki zoraki göçler arasında en çok bilinenler Mezopotamya ve Bereketli Hilal çevresinde meydana gelmiştir… Tarihte, efsaneyle karışık büyük sürgünler arasında Yahudiler ile ilgili olanlar daha çok bilinir… Tarihin eski dönemlerinde büyük güç hâline gelenler, fethettikleri yerlerden üretici ve özellikle de sanatçı ve zanaatçıları kendi ülkelerine zorla getirirlerdi. Bunlara çoğu zaman iyi davranılır, üretken olmaları için ev ve iş verilir ancak ayrılmalarına müsaade edilmezdi.
Uzak tarihteki olaylar önemlidir, çünkü dünyadaki kültür alışverişini hızlandırmış ve tarihe yön veren bazı dinamikleri oluşturmuşlardır. Örneğin İstanbul’un fethi sonrasına İtalya’ya göç eden bilgili kişilerin ve sanatçıların Rönesans’a katkısı olduğu düşünülür. Bir başka örnek de Timur’un Anadolu’dan çekilirken bir grup Türkmen’i yanında götürmesidir. Bunları Erdebil şeyhlerinin yanında bırakmış, onlar da bunları yetiştirdikten sonra Şii Safevi yayılmacılığının öncüleri olarak kırmızı börklü (kızıl başlı) dervişler olarak Anadolu’ya geçmiş, böylece günümüze kadar uzanan, acı olaylarla örülü uzun bir süreç başlamıştır…
Şimdi yakın tarihteki belli başlı göçlere, göçertmelere bakalım…
AMERİKAN DEVRİMİ (1782)
Önce İngilizler sonra Kızılderililer
Amerika’daki 13 İngiliz kolonisinin mücadelesi 1773’teki “Boston Çay Partisi”nden dokuz yıl sonra 1782’de yılında bağımsızlığın kabul ettirilmesiyle sonuçlandı. O dönemde bu kolonilerin toplam beyaz nüfusu 2.5 milyon olup, bunların beşte biri İngiltere’yi desteklemişti. Bu anlamda Bağımsızlık Savaşı, daha sonraki benzerlerinin hepsinde görüleceği gibi, aynı zamanda bir içsavaştı. Bağımsızlık taraftarları savaşı kazanınca “Loyalist” adı verilen İngiltere yanlıları için hayatın kolay olmayacağı belliydi. Nitekim 100 bin kişi derhal ülkeden kovuldu. Çoğunun bütün varlıkları gasp edildi… Yağma, ABD tarihinde daha sonra da büyük bir rol oynayacak, Kızılderililere önce rezervasyonlar tahsis edilecek, sonra bunlar da binbir hile veya zorla ellerinden alınacak ve yerli halkın büyük bölümü sürgün yollarında öldürülecekti…
AVRUPA’DA MÜSLÜMAN KIYIMI (1683-1914)
Balkanlar’dan sürülen Türkler
Orta Avrupa’ya yerleşen Türklerin geri dönüşü 1683’teki 2. Viyana bozgunuyla başladı. Ordunun bakiyesi zorlukla Belgrad kalesine çekilirken, yollarda daha sonra 250 yıl boyunca tekrarlanacak acıklı göçmen manzaraları göze çarpmaya başladı. Gerçi Osmanlılar bir kez daha toparlanıp Pasarofça ile dengeyi sağladı ama Kırım’ın yitirildiği 1768-74 savaşından itibaren işler hep yokuş aşağı gidecekti. Sırp isyanını takiben, 1821’de başlayan Mora isyanında çok kısa sürede 35 bin Türkün öldürülmesi Balkan Hıristiyanları için model olacak, 100 yıl içerisinde öldürülenlerin sayısı 1 milyonu geçecektir. En yoğun katliamlardan biri 1877- 78 savaşında yaşandı ve Rus Ordusu’nun Bulgar çeteleriyle birlikte 300 bin Türkü katletmesi üzerine 1 milyona yakın Türk göçetmek zorunda kaldı.
Nüfus ve göçler konusunda en kapsamlı araştırmaları yapan Prof. Kemal Karpat, 1783 ile 1914 arasında Osmanlı topraklarına 7 milyon 425 bin kişinin göçettiğini ortaya koymaktadır… Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra da Balkan Türklerinden kalanlar ağır baskı altında göçe zorlandılar… Bütün bu göçlerin sonunda Anadolu’daki Türk ve Müslüman varlığı güçlendi. Bu kişilerin çoğu iyi yetişmiş ve meslek sahibi kişiler olduğu için ülkemize yararları büyük oldu ve Kurtuluş Savaşı’nın dinamik gücünü oluşturdular. Cumhuriyet’in ilanı da bu kesimlerin desteğiyle mümkün oldu. Osmanlıların son dönemi ile cumhuriyetin sosyal ve siyasi yapısında, son göçlerle gelenler ile Anadolu’ya daha önce yerleşmiş olanlar arasındaki kültür farklarının yarattığı gerilim son derece belirleyici olmuştur. Her siyasi ve düşünsel farklılığın altında bu arka plan vardır.
POLONYA İŞGALLERİ- (18-19. YÜZYIL)
Hitler’den önce yabancı düşmanlığı
Almanya’da Leh ve Yahudi düşmanlığının Hitler zamanında meydana gelen bir olay olduğu düşünülür. İşin aslı öyle değildir. Badem bıyıklı onbaşı diktatör olmadan 150 yıl önce, Prusya Kralı Büyük Friederich ülkesini büyütmek üzere Orta Avrupa’da çoktan seferlere başlamıştı. İlk olarak doğuya yönelmiş, 1772’de Avusturya ve Rusya ile birlikte Polonya’nın ilk paylaşımı gerçekleşmiştir. Bunu 1793-95’teki yıllarındaki paylaşımlar izleyecektir ama 1815, 1832, 1846 ve 1939’da başka paylaşımlar da vardır. Friederich 300 bin Almanı Polonya topraklarına yerleştirdi; 1830 ve 1848 ihtilalleri yeni göç dalgaları oluşturdu… 20. yüzyıl başında 500 bin Polonyalı son derece düşük ücretlerle mülteci işçi haline geldi. 200 bin Polonyalı Alman bölgelerinde, daha fazlası da Rus egemenliği altındaki yerlerde çalışıyordu.
ÇERKES SÜRGÜNÜ (1864-65)
Rusların Müslümanlara zulmü
Rusya, yayılmacı emellerini gerçekleştirmek için zorla Ortodoks dinini kabul ettirme politikası uygulamış ve Müslümanları daima düşman görmüştür. Kiliselerin tepesine yerleştirdikleri hilale saplanmış haç sembolü, bu anlayışlarını temsil etmektedir. İdil-Ural Türkleri ve Kırımlılardan sonra Kafkasya’ya yönelen Ruslar, burada Çerkesleri büyük baskı altına alarak göçe zorladı. En büyük bölümü 1864-65 arasındaki göçlerde farklı kabilelerden 1.2 ila 1.5 milyon arasında Çerkes yola çıkarılmış, bunların 400 bini yolda açlık ve hastalıktan ölmüştür. Ruslar, geri gelme ihtimallerine karşı önce boşalan evleri ve bahçeleri yakmış, sonra bir kısım Hıristiyan ahaliyi yerleştirmişlerdir. 1878 Savaşı sonrasında da, nüfusun artma olasılığına karşı tekrar göçe zorlananlar olmuştur. Esas olarak Osmanlı topraklarına yerleşen Çerkesler ülkede nüfus yapısının değişmesine katkıda bulunmuş, yıllar içerisinde bir kısmı başka ülkelere göç etmiştir.
HIRİSTİYANLARIN TASFİYESİ (1913-23)
Anadolu’da tehcir ve mübadele dönemi
Tehcir ve mübadele 1911- 1922 arasında süren savaşlar dizisinin sonucudur. Türkler Balkan Savaşı’na kadar şu veya bu şekilde Osmanlıcılık politikasını sürdürmüşler ancak 1913’ten itibaren yılında Türkçülük politikası öne çıkmıştır. Katliamdan kurtulup sürülen Türk göçmenlere karşılık, o yıl Ege Rumları göçe zorlanmaya başlanmıştır. Türklerin Makedonya’dan sürülmesi için uygulanan modelin Doğu Anadolu’da tekrarlanacağının görülmesi üzerine, İttihatçılar büyük güçlerin zoruyla 8 Şubat 1914 tarihinde imzaladıkları reform planının uygulanmasını savaş çıkıncaya kadar geciktirdiler… 1915 Nisan ayında Ermeni tehciri başladı. 950 bin Ermeni Suriye’nin Deyrizor mıntıkasına sürüldü. Savaş koşullarında yarısından fazlası açlık ve hastalıktan öldü. Bunu 1922’de Yunan Ordusu’yla birlikte çekilen Rumlar izledi. 1923’te yapılan bir antlaşmayla nüfus mübadelesi yapıldı. 1.5 milyon Ortodoks ile 500 bin Türk yer değiştirdi. Ne var ki antlaşmanın dil ve kökene bakmadan sadece din üzerinden yapılması, Türkçe konuşan Gagavuzların ve Karamanlı Ortodoksların da zorla ve istemeden göçettirilmesiyle sonuçlandı…
Anadolu Hıristiyanlığının tasfiyesi, Türkiye’yi sosyal, kültürel ve ekonomik olarak geriye götürdü…. Bu kişilerin bıraktıkları varlıklar, sermaye birikimi sürecinin bir parçası oldu. Siyasi olarak da çoksesliliği azalttı…
1. DÜNYA SAVAŞI (1914-18)
2 milyon mültecinin bitmeyen çilesi
Ağustos 1914’te savaşın birkaç ayda biteceğini sanan Avrupalılar aniden kitlesel mülteci akınlarıyla karşı karşıya kaldılar. Almanya’nın Schlieffen Planı çerçevesinde tarafsız Belçika’ya saldırıp büyük kısmını işgal etmesi sonucunda, 250 bin Belçikalı İngiltere’ye götürüldü. Ayrıca bir kısmı da işgal edilen Kuzey Fransa ahalisiyle birlikte bu ülkenin güney bölgelerine gitti. Ancak bu savaşın en büyük mülteci sorunu Habsburg İmparatorluğu’nun dağılması üzerine kurulan ulusal devletler arasındaki nüfus değişimi oldu. Avusturya, Macaristan, Romanya, Polonya (kısmen), ileride tekrar bölünüp yeni mülteciler yaratacak olan Çekoslovakya ve Yugoslavya (kısmen) Habsburg sınırları içerisindeydi. Kısa vadede 2 milyon insan yer değiştirdi ama sorunlar çözülmedi…
KIRIM VE KAFKASYA (1930-1945)
Ya Slav ol ya da öl
Rus çarlarının Slavlaştırma politikası SSCB tarafından da sürdürüldü… Ukraynalılar Ruslara karşı en uzun süre direnen grup oldular; bunun karşılığında 1930’ların başında Holomodor adı verilen kırıma maruz kaldılar. 2. Dünya Savaşı da Ruslara Slavlaştırma politikası için yeni fırsatlar sağladı. Almanlar Kırım’a girince bir kısım halkın Almanlarla işbirliği yapması bahanesiyle Kırım Türkleri Orta Asya’ya sürüldü. Ayrıca Çeçenler, İnguşlar, Volga Türkleri, Azeriler, Karaçaylar ve Budist bir halk olan Kalmuklar da sürgün yollarında sayısız kayıp verdiler. Öte yandan, Çarlık zamanından beri baskı altında olan Ahıska Türkleri de fırsattan istifade sürgün edildi; aylar süren Ortaasya yolculuğunda 17 bini öldü, 100 binden fazlası yurtsuz bir şekilde dağıtıldı. SSCB’nin çökmesinden sonra Ahıskalılara dönme olanağı tanındı ama, Gürcü ve Ermeniler tarafından engellendiler.
FAŞİZM ÇAĞINDA DOĞU AVRUPA (1933-44)
Yahudiler ve diğer kurbanlar
Doğu Avrupa üç büyük imparatorluk arasında sıkışan ulusların karıştığı ve bu nedenle faşizm çağında büyük huzursuzluklar yaşayan bir bölgeydi. Yahudiler bütün ülkelerde ortak istenmeyen unsur olarak en büyük soykırıma uğradılar. 6 milyonu öldürüldü, sağ kalanların 300 bin kadarı (esas olarak Rus işgal bölgelerinden) İsrail’e gönderildi ve bu ülkenin kuruluşunu mümkün kıldı. Onları Almanlar ve Polonyalılar izler. 1939 sonbaharında Polonya tekrar paylaşıldıktan sonra Almanya’da yaşayan 1 milyondan fazla Polonyalı Nazi işgal bölgelerine sürülürken, Rus işgal bölgesinden de 2 milyon kadar Polonyalı Sibirya’ya sürüldü… Naziler Rusya’ya girince bu kez Rus ve Ukraynalılar gene yollara düştüler. Bu arada Ruslar sayıları yaklaşık yarım milyon olan Volga Almanlarını Sibirya’ya sürdüler; Romanya ve Doğu Avrupa’da yerleşmiş 730 bin Alman da savaşın seyri ters dönünce batıya gitti. Bu dönemde yaklaşık 8 milyon kişi toplu olarak yer değiştirdi, milyonlarca insan hayatını kaybetti.
SOVYET UZAKDOĞUSU (1930-37)
Casus diye kovulan 172 bin Koreli
Korelilerin 1930’lu yıllarda Sovyet Uzakdoğu’sundan Kazakistan ve Özbekistan’a taşınmaları, SSCB’de bir ulusal grubun tümüyle sürülmesinin ilk örneğiydi. 1850’lerden itibaren daha iyi geçim olanakları için Rusya’ya iltica etmiş olan Koreliler, zamanla Vladivostok bölgesindeki nüfusun dörtte birini teşkil edecek sayıya ulaşmıştı. Bu durum SSCB yöneticileri tarafından potansiyel bir tehdit olarak değerlendirilmiş, ama resmî gerekçe olarak bölgede Japon casusluk faaliyetlerinin artıyor olması gösterilmişti. 1930’dan 1937’ye kadar 172 bin Koreli 40 güne kadar uzayan tren yolculuklarıyla Ortaasya’ya taşındı. Yaklaşık 100 bini Kazakistan’ın ıssız bölgelerine, geri kalanı Özbekistan’a yerleştirildi. 2. Dünya Savaşı çıktığı zaman, işçi taburlarında son derece kötü koşullarda madenlerde ve diğer zor işlerde çalıştırıldılar. Küçümsenmeyecek bir kısmı açlıktan öldü.
FİNLANDİYA’NIN İŞGALİ (1939)
Kendi ülkesinde mülteci olmak
Finliler, Çarlık Rusyası yıkılırken başarılı bir kurtuluş mücadelesine girişerek bağımsızlıklarını kazanmıştı. Stalin, 2. Dünya Savaşı’nı 1918’de yitirdikleri toprakları geri kazanmanın bir vesilesi olarak kullanmaya karar verdi ve üzerinde birçok devlet kurulmuş bu ülkelerin hepsini ele geçirmeye yöneldi. Nitekim Kars ve Ardahan ile Finlandiya’nın büyük kısmı hariç, bunların hepsini, hatta fazlasını aldı ama, SSCB yıkılınca, Ruslar birkaç istisna dışında hepsini tekrar yitirdi. 2. Dünya Savaşı’nın en iyi askerleri arasında tartışmasız ön sırada yer alan Finliler 40 bin kadar kayıp verdikten sonra savaşa son verdiler; aksi halde 4 milyonluk nüfuslarını yenilemeleri olanaksız hale gelecekti… 420 bin Finli atayurtlarını terketti. Bir daha dönemeyeceklerdi…1941’de Hitler Rusya’ya girince Finliler Karelya’yı geri aldılar ama, Almanlar çekilirken gene ülkelerinin büyük bölümünü terketmek zorunda kaldılar.
FİLİSTİN (1948-82)
Vatan dediğin mülteci kampı
Mülteci kamplarında 1948’den beri barınan Filistinliler, çağımızın en büyük acılarını yaşamaya devam ediyor. İngiliz işgali altındaki Araplar, 1921, 1929 ve 1936-39 yıllarındaki mücadeleleriyle Yahudilerin teşebbüslerini engellemeyi başaramadı. 1948’de de İsrail karşısında ezici bir yenilgiye uğradılar. Bu dönemde Filistin’deki Arap nüfusun % 85’i olan 720 binden fazla kişi ülkelerini terkederek mülteci oldu. Bunlar ağırlıkla Batı Şeria ve Gazze şeridi ile Lübnan, Suriye ve Ürdün’e gittiler. Aradan geçen 70 yıl içerisinde dört nesil Filistinli bu kamplarda yaşadı ve büyüdü. Günümüzde sayıları 5 milyona yakındır. 1967 savaşında 325 bin Filistinli tekrar mülteci oldu… Bu savaş sonrası kurulan 10 yeni kamp ile birlikte mülteci kamplarının sayısı 59’a çıktı. Günümüzde yaklaşık 2 milyon Filistinli Ürdün’de, yarımşar milyon Lübnan ve Suriye’de ve çeyrek milyon da Suudi Arabistan’da yaşıyor. Gerisi dünyaya yayılmış durumda. Filistinliler gittikleri ülkelerde tehdit olarak görülüp birçok katliama uğradı (1970 Kara Eylül katliamında 10 bine yakın Filistinli öldürüldü; 1982’de Lübnan savaşında Sabra ve Şatilla kamplarında Hıristiyan milisler 1.000’den fazla kişiyi katletti).
TİBET’İN İŞGALİ (1949)
Dalai Lama ve 150 bin müridi
Komünistler Çin’de 1949’da iktidarı ele geçirdikten hemen sonra, tarihî iddiaları olan Tibet’i işgal etti…150 bin kadar Tibetli, işgalin ardından ülkeyi terkeden Dalai Lama’ya katıldı. 1959-1961 arasında ülkede 6 bin kadar budist manastırın tahrip edildiği söylenmektedir. Günümüzde sürgündeki Tibetlilerin yaklaşık üçte ikisi Hindistan’da, geri kalanı ise başta Nepal ve Bhutan olmak üzere dünyaya yayılmış durumda.
AFGANİSTAN MESELESİ (1979-2022)
Milyonlarca yurtsuz insan
Orta Asya’nın talihsiz ülkesi Afganistan’da mülteci sorunu Rus işgaliyle başladı; içsavaş, Taliban dönemi, Amerikan işgali ve tekrar Taliban dönemiyle birlikte büyük bir göç dalgası ortaya çıktı. Afganistan mültecilerinin sayısını bulmak zordur, çünkü örneğin İran’daki 2.4 milyon mültecinin sadece 800 bininin kayıtlı olduğu ifade edilmektedir. Keza Pakistan’da bulunan ve bu ülkede derin sorunlara yer açan 2.5 milyon mültecinin % 40’ı kayıtsızdır. Bunların dışında Rusya, Orta Asya ülkeleri ve Türkiye dahil dünyanın diğer bölgelerine yayılmış mülteci sayısı da yüzbinlerle ifade ediliyor…
KÖRFEZ SAVAŞLARI VE ARAP BAHARI (1990)
Kalıp mı ölmeli, kaçıp mı ölmeli?
Irak’da savaş nedeniyle meydana gelen göçler onyıllardır artıyor. Baas döneminde baskıdan kaçanlar olduğu gibi, Körfez Savaşı ve işgal dönemiyle birleşen içavaş göçleri toplamını tespit etmek çok zordur. 3.2 milyon Iraklının ülke içinde yer değiştirdiği, 2 milyonunun bölge ülkelerine gittiği ve 200 bin kadarının da dünyaya dağıldığı şeklindeki rakamlar sağlıklı değildir. Suriye’de ise 6 ila 6.5 milyon kişi ülke içerisinde yer değiştirmiş, yaklaşık 4 milyon kişi de başta Türkiye olmak üzere çevre ülkelere ve dünyaya dağılmıştır. Bitmeyen bir içsavaşa sahne olan Libya da nüfusunun üçte birini sürgüne göndermiştir. Tunus’a sığınan mülteci sayısı için 1 milyonun üzerinde rakamlara rastlamak mümkündür.