Kasım
sayımız çıktı

İnsanlık durumundan insanlık dramına…

2. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyada mülteci sayısı 50 milyonu geçti. Savaş nedeniyle yaşanan zorunlu göçlerin başlangıç noktası şüphesiz 2. Dünya Savaşı değil. Ancak yaklaşık son 200 yıldır yaşanan sürgün ve trajedi, özellikle son 80 yıldır günümüz dünyasının yarınını da biçimlendiriyor. Büyük sürgünlerin oradan oraya savurduğu insanların ayak izlerinde…

Her savaş insanları öl­dürmekle kalmaz, ay­nı zamanda birçoğunu yerinden yurdundan eder. Çoğu zaman, bunları savaş istatistik­lerinde de göremeyiz. Nispeten az bir kısmı ne yapıp edip eski yurtlarına dönerler ama, çoğu için hayat artık sonu gelmeyen bir sürgün acısı üzerine yeniden kurulur. Bizim neslimiz 70 yıl­dır mülteci kamplarında sürgün üzerine sürgün, katliam üzerine katliam yaşayan Filistinlileri, Bulgaristan’dan göçe zorlanan halkımızın Sirkeci garında tren­den inişini, sonra da sınırları­mızdan içeri giren, sokaklarımı­zı, parklarımızı dolduran Irak ve Suriyelileri izleyerek yaşlan­dı. Bu acı olaylar çok gözönünde olduğu için dikkati çekti.

Halbuki ülkemizde her iki aileden en az birisinde Bal­kanlar’dan, Kırım’dan, Kafkas­lar’dan veya daha uzak yerler­den gelen “muhacirler” vardır. Kimileri bunu unutmayı ve geçmişe gömmeyi tercih eder­ken, kimileri için de kuşaktan kuşağa geçen bir travma vardır. Atalarımız, Filistinlilerden çok daha büyük katliamlara uğra­dıktan sonra göçe zorlandılar.

Savaş sürgünlerinin bir kıs­mı, yeni bölgeleri işgal eden ga­lipler tarafından kovulur. Eski sakinler artık yüzyıllardır ya­şadıkları bölgelerin istenme­yen kişileridir. Devletler onları gönderip kendi uluslarından bir nüfus yaratacaklardır. Zo­runlu göçlerin altında yatan te­mel mesele budur. Gönderilen­lerin yerine yerleştirilenler de bir nevi sürgündür ve bir süre sonra tekrar sürülme ihtimalle­ri büyüktür…

Uzak geçmişteki zoraki göçler arasında en çok bilinen­ler Mezopotamya ve Bereketli Hilal çevresinde meydana gel­miştir… Tarihte, efsaneyle ka­rışık büyük sürgünler arasında Yahudiler ile ilgili olanlar daha çok bilinir… Tarihin eski dö­nemlerinde büyük güç hâline gelenler, fethettikleri yerlerden üretici ve özellikle de sanatçı ve zanaatçıları kendi ülkeleri­ne zorla getirirlerdi. Bunlara çoğu zaman iyi davranılır, üret­ken olmaları için ev ve iş verilir ancak ayrılmalarına müsaade edilmezdi.

Uzak tarihteki olaylar önemlidir, çünkü dünyadaki kültür alışverişini hızlandır­mış ve tarihe yön veren bazı dinamikleri oluşturmuşlar­dır. Örneğin İstanbul’un fethi sonrasına İtalya’ya göç eden bilgili kişilerin ve sanatçıların Rönesans’a katkısı olduğu dü­şünülür. Bir başka örnek de Ti­mur’un Anadolu’dan çekilirken bir grup Türkmen’i yanında götürmesidir. Bunları Erdebil şeyhlerinin yanında bırakmış, onlar da bunları yetiştirdik­ten sonra Şii Safevi yayılmacı­lığının öncüleri olarak kırmı­zı börklü (kızıl başlı) dervişler olarak Anadolu’ya geçmiş, böy­lece günümüze kadar uzanan, acı olaylarla örülü uzun bir sü­reç başlamıştır…

Şimdi yakın tarihteki belli başlı göçlere, göçertmelere ba­kalım…

AMERİKAN DEVRİMİ (1782)

Önce İngilizler sonra Kızılderililer

Amerika’daki 13 İngiliz kolonisinin mücadelesi 1773’teki “Boston Çay Parti­si”nden dokuz yıl sonra 1782’de yılında bağımsızlığın kabul et­tirilmesiyle sonuçlandı. O dö­nemde bu kolonilerin toplam beyaz nüfusu 2.5 milyon olup, bunların beşte biri İngiltere’yi desteklemişti. Bu anlamda Ba­ğımsızlık Savaşı, daha sonraki benzerlerinin hepsinde görü­leceği gibi, aynı zamanda bir içsavaştı. Bağımsızlık taraftar­ları savaşı kazanınca “Loyalist” adı verilen İngiltere yanlıla­rı için hayatın kolay olmaya­cağı belliydi. Nitekim 100 bin kişi derhal ülkeden kovuldu. Çoğunun bütün varlıkları gasp edildi… Yağma, ABD tarihin­de daha sonra da büyük bir rol oynayacak, Kızılderililere önce rezervasyonlar tahsis edilecek, sonra bunlar da binbir hile ve­ya zorla ellerinden alınacak ve yerli halkın büyük bölümü sür­gün yollarında öldürülecekti…

1783’ten bu Henry Sandham tablosu, Birleşik Krallık Loyalistlerinin New Brunswick’e varışlarını gösteriyor.

AVRUPA’DA MÜSLÜMAN KIYIMI (1683-1914)

Balkanlar’dan sürülen Türkler

Orta Avrupa’ya yerleşen Türklerin geri dönü­şü 1683’teki 2. Viyana bozgunuyla başladı. Ordunun bakiyesi zorlukla Belgrad kale­sine çekilirken, yollarda daha sonra 250 yıl boyunca tekrar­lanacak acıklı göçmen manza­raları göze çarpmaya başladı. Gerçi Osmanlılar bir kez daha toparlanıp Pasarofça ile den­geyi sağladı ama Kırım’ın yiti­rildiği 1768-74 savaşından iti­baren işler hep yokuş aşağı gi­decekti. Sırp isyanını takiben, 1821’de başlayan Mora isyanın­da çok kısa sürede 35 bin Tür­kün öldürülmesi Balkan Hıris­tiyanları için model olacak, 100 yıl içerisinde öldürülenlerin sayısı 1 milyonu geçecektir. En yoğun katliamlardan biri 1877- 78 savaşında yaşandı ve Rus Ordusu’nun Bulgar çeteleriyle birlikte 300 bin Türkü katlet­mesi üzerine 1 milyona yakın Türk göçetmek zorunda kaldı.

Nüfus ve göçler konusun­da en kapsamlı araştırmala­rı yapan Prof. Kemal Karpat, 1783 ile 1914 arasında Osman­lı topraklarına 7 milyon 425 bin kişinin göçettiğini ortaya koymaktadır… Osmanlı Dev­leti yıkıldıktan sonra da Bal­kan Türklerinden kalanlar ağır baskı altında göçe zorlandılar… Bütün bu göçlerin sonunda Anadolu’daki Türk ve Müslü­man varlığı güçlendi. Bu kişile­rin çoğu iyi yetişmiş ve meslek sahibi kişiler olduğu için ülke­mize yararları büyük oldu ve Kurtuluş Savaşı’nın dinamik gücünü oluşturdular. Cumhu­riyet’in ilanı da bu kesimle­rin desteğiyle mümkün oldu. Osmanlıların son dönemi ile cumhuriyetin sosyal ve siyasi yapısında, son göçlerle gelen­ler ile Anadolu’ya daha önce yerleşmiş olanlar arasındaki kültür farklarının yarattığı ge­rilim son derece belirleyici ol­muştur. Her siyasi ve düşünsel farklılığın altında bu arka plan vardır.

Dönüşü olmayanlar Evleri yakılıp yıkılan, hayvanlarına el konan Müslüman ahali Anadolu’ya doğru göç yolunda. Ayaklar çıplak, çocuklar ve kurtarılan eşyalar sırtlanmış. Bir daha hiç dönemeyecekleri yurtlarını terkediyorlar.

POLONYA İŞGALLERİ- (18-19. YÜZYIL)

Hitler’den önce yabancı düşmanlığı

Almanya’da Leh ve Yahu­di düşmanlığının Hitler zamanında meydana gelen bir olay olduğu düşünülür. İşin aslı öyle değildir. Badem bıyık­lı onbaşı diktatör olmadan 150 yıl önce, Prusya Kralı Büyük Friederich ülkesini büyütmek üzere Orta Avrupa’da çoktan seferlere başlamıştı. İlk ola­rak doğuya yönelmiş, 1772’de Avusturya ve Rusya ile birlikte Polonya’nın ilk paylaşımı ger­çekleşmiştir. Bunu 1793-95’te­ki yıllarındaki paylaşımlar izleyecektir ama 1815, 1832, 1846 ve 1939’da başka payla­şımlar da vardır. Friederich 300 bin Almanı Polonya top­raklarına yerleştirdi; 1830 ve 1848 ihtilalleri yeni göç dal­gaları oluşturdu… 20. yüzyıl başında 500 bin Polonyalı son derece düşük ücretlerle mül­teci işçi haline geldi. 200 bin Polonyalı Alman bölgelerinde, daha fazlası da Rus egemenliği altındaki yerlerde çalışıyordu.

Yanaluklar, Almanya’dan göçen bir Slav ailesi

ÇERKES SÜRGÜNÜ (1864-65)

Rusların Müslümanlara zulmü

Rusya, yayılmacı emelleri­ni gerçekleştirmek için zorla Ortodoks dinini kabul ettirme po­litikası uygulamış ve Müslüman­ları daima düşman görmüştür. Kiliselerin tepesine yerleştirdik­leri hilale saplanmış haç sembolü, bu anlayışlarını temsil etmekte­dir. İdil-Ural Türkleri ve Kırımlı­lardan sonra Kafkasya’ya yönelen Ruslar, burada Çerkesleri büyük baskı altına alarak göçe zorladı. En büyük bölümü 1864-65 arasın­daki göçlerde farklı kabilelerden 1.2 ila 1.5 milyon arasında Çerkes yola çıkarılmış, bunların 400 bini yolda açlık ve hastalıktan ölmüş­tür. Ruslar, geri gelme ihtimalle­rine karşı önce boşalan evleri ve bahçeleri yakmış, sonra bir kısım Hıristiyan ahaliyi yerleştirmiş­lerdir. 1878 Savaşı sonrasında da, nüfusun artma olasılığına karşı tekrar göçe zorlananlar olmuştur. Esas olarak Osmanlı topraklarına yerleşen Çerkesler ülkede nüfus yapısının değişmesine katkıda bu­lunmuş, yıllar içerisinde bir kısmı başka ülkelere göç etmiştir.

1900’lerin başında Kabardey bir aile.

HIRİSTİYANLARIN TASFİYESİ (1913-23)

Anadolu’da tehcir ve mübadele dönemi

Tehcir ve mübadele 1911- 1922 arasında süren sa­vaşlar dizisinin sonucudur. Türkler Balkan Savaşı’na kadar şu veya bu şekilde Osmanlıcı­lık politikasını sürdürmüşler ancak 1913’ten itibaren yılın­da Türkçülük politikası öne çıkmıştır. Katliamdan kurtu­lup sürülen Türk göçmenlere karşılık, o yıl Ege Rumları göçe zorlanmaya başlanmıştır. Türk­lerin Makedonya’dan sürülme­si için uygulanan modelin Doğu Anadolu’da tekrarlanacağının görülmesi üzerine, İttihatçılar büyük güçlerin zoruyla 8 Şu­bat 1914 tarihinde imzaladık­ları reform planının uygulan­masını savaş çıkıncaya kadar geciktirdiler… 1915 Nisan ayın­da Ermeni tehciri başladı. 950 bin Ermeni Suriye’nin Deyri­zor mıntıkasına sürüldü. Savaş koşullarında yarısından fazlası açlık ve hastalıktan öldü. Bu­nu 1922’de Yunan Ordusu’yla birlikte çekilen Rumlar izledi. 1923’te yapılan bir antlaşmay­la nüfus mübadelesi yapıldı. 1.5 milyon Ortodoks ile 500 bin Türk yer değiştirdi. Ne var ki antlaşmanın dil ve kökene bak­madan sadece din üzerinden yapılması, Türkçe konuşan Ga­gavuzların ve Karamanlı Orto­doksların da zorla ve istemeden göçettirilmesiyle sonuçlandı…

Ermeni kadın ve çocuk mülteci gıda yardımı alıyorlar.

Anadolu Hıristiyanlığının tasfiyesi, Türkiye’yi sosyal, kül­türel ve ekonomik olarak geriye götürdü…. Bu kişilerin bıraktık­ları varlıklar, sermaye biriki­mi sürecinin bir parçası oldu. Siyasi olarak da çoksesliliği azalttı…

Pontus Rumu mülteciler açık trenle sürgüne gönderiliyor.

1. DÜNYA SAVAŞI (1914-18)

2 milyon mültecinin bitmeyen çilesi

Ağustos 1914’te savaşın birkaç ayda biteceğini sa­nan Avrupalılar aniden kitle­sel mülteci akınlarıyla karşı karşıya kaldılar. Almanya’nın Schlieffen Planı çerçevesin­de tarafsız Belçika’ya saldı­rıp büyük kısmını işgal etmesi sonucunda, 250 bin Belçikalı İngiltere’ye götürüldü. Ayrıca bir kısmı da işgal edilen Ku­zey Fransa ahalisiyle birlikte bu ülkenin güney bölgelerine gitti. Ancak bu savaşın en bü­yük mülteci sorunu Habsburg İmparatorluğu’nun dağılması üzerine kurulan ulusal devlet­ler arasındaki nüfus değişimi oldu. Avusturya, Macaristan, Romanya, Polonya (kısmen), ileride tekrar bölünüp yeni mülteciler yaratacak olan Çe­koslovakya ve Yugoslavya (kıs­men) Habsburg sınırları içe­risindeydi. Kısa vadede 2 mil­yon insan yer değiştirdi ama sorunlar çözülmedi…

1. Dünya Savaşı’nda Avusturya birlikleri Sırbistan’a ilerlemeden önce göç eden Sırplar.

KIRIM VE KAFKASYA (1930-1945)

Ya Slav ol ya da öl

Rus çarlarının Slavlaştırma politikası SSCB tarafın­dan da sürdürüldü… Ukrayna­lılar Ruslara karşı en uzun süre direnen grup oldular; bunun karşılığında 1930’ların başında Holomodor adı verilen kırıma maruz kaldılar. 2. Dünya Savaşı da Ruslara Slavlaştırma politi­kası için yeni fırsatlar sağladı. Almanlar Kırım’a girince bir kısım halkın Almanlarla işbir­liği yapması bahanesiyle Kırım Türkleri Orta Asya’ya sürül­dü. Ayrıca Çeçenler, İnguşlar, Volga Türkleri, Azeriler, Kara­çaylar ve Budist bir halk olan Kalmuklar da sürgün yolların­da sayısız kayıp verdiler. Öte yandan, Çarlık zamanından beri baskı altında olan Ahıska Türkleri de fırsattan istifade sürgün edildi; aylar süren Or­taasya yolculuğunda 17 bini öl­dü, 100 binden fazlası yurtsuz bir şekilde dağıtıldı. SSCB’nin çökmesinden sonra Ahıskalıla­ra dönme olanağı tanındı ama, Gürcü ve Ermeniler tarafından engellendiler.

Kırım Tatarı ressam Rüstem Eminov’un “Sürgün” isimli çalışması.

FAŞİZM ÇAĞINDA DOĞU AVRUPA (1933-44)

Yahudiler ve diğer kurbanlar

Doğu Avrupa üç büyük im­paratorluk arasında sı­kışan ulusların karıştığı ve bu nedenle faşizm çağında büyük huzursuzluklar yaşayan bir böl­geydi. Yahudiler bütün ülkeler­de ortak istenmeyen unsur ola­rak en büyük soykırıma uğra­dılar. 6 milyonu öldürüldü, sağ kalanların 300 bin kadarı (esas olarak Rus işgal bölgelerinden) İsrail’e gönderildi ve bu ülkenin kuruluşunu mümkün kıldı. On­ları Almanlar ve Polonyalılar iz­ler. 1939 sonbaharında Polonya tekrar paylaşıldıktan sonra Al­manya’da yaşayan 1 milyondan fazla Polonyalı Nazi işgal böl­gelerine sürülürken, Rus işgal bölgesinden de 2 milyon kadar Polonyalı Sibirya’ya sürüldü… Naziler Rusya’ya girince bu kez Rus ve Ukraynalılar gene yol­lara düştüler. Bu arada Ruslar sayıları yaklaşık yarım milyon olan Volga Almanlarını Sibir­ya’ya sürdüler; Romanya ve Do­ğu Avrupa’da yerleşmiş 730 bin Alman da savaşın seyri ters dö­nünce batıya gitti. Bu dönemde yaklaşık 8 milyon kişi toplu ola­rak yer değiştirdi, milyonlarca insan hayatını kaybetti.

Yakalanan Yahudiler Alman askerî birlikleri öncülüğünde sürgün için toplanma noktasına götürülüyorlar.

SOVYET UZAKDOĞUSU (1930-37)

Casus diye kovulan 172 bin Koreli

Korelilerin 1930’lu yıllarda Sovyet Uzakdoğu’sundan Kazakistan ve Özbekistan’a ta­şınmaları, SSCB’de bir ulusal grubun tümüyle sürülmesinin ilk örneğiydi. 1850’lerden iti­baren daha iyi geçim olanak­ları için Rusya’ya iltica etmiş olan Koreliler, zamanla Vla­divostok bölgesindeki nüfu­sun dörtte birini teşkil edecek sayıya ulaşmıştı. Bu durum SSCB yöneticileri tarafından potansiyel bir tehdit olarak değerlendirilmiş, ama resmî gerekçe olarak bölgede Japon casusluk faaliyetlerinin artıyor olması gösterilmişti. 1930’dan 1937’ye kadar 172 bin Kore­li 40 güne kadar uzayan tren yolculuklarıyla Ortaasya’ya ta­şındı. Yaklaşık 100 bini Kaza­kistan’ın ıssız bölgelerine, geri kalanı Özbekistan’a yerleşti­rildi. 2. Dünya Savaşı çıktığı zaman, işçi taburlarında son derece kötü koşullarda maden­lerde ve diğer zor işlerde çalış­tırıldılar. Küçümsenmeyecek bir kısmı açlıktan öldü.

1930’dan 1937’ye kadar 172 bin Koreli 40 güne kadar uzayan tren yolculuklarıyla Orta Asya’ya taşındı.

FİNLANDİYA’NIN İŞGALİ (1939)

Kendi ülkesinde mülteci olmak

Finliler, Çarlık Rusyası yı­kılırken başarılı bir kur­tuluş mücadelesine girişerek bağımsızlıklarını kazanmış­tı. Stalin, 2. Dünya Savaşı’nı 1918’de yitirdikleri toprakları geri kazanmanın bir vesilesi olarak kullanmaya karar verdi ve üzerinde birçok devlet ku­rulmuş bu ülkelerin hepsini ele geçirmeye yöneldi. Nite­kim Kars ve Ardahan ile Fin­landiya’nın büyük kısmı hariç, bunların hepsini, hat­ta fazlasını aldı ama, SSCB yıkılınca, Ruslar birkaç istisna dışında hepsini tekrar yitirdi. 2. Dünya Savaşı’nın en iyi askerleri arasında tartış­masız ön sırada yer alan Finli­ler 40 bin kadar kayıp verdik­ten sonra savaşa son verdiler; aksi halde 4 milyonluk nüfus­larını yenilemeleri olanaksız hale gelecekti… 420 bin Finli atayurtlarını terketti. Bir da­ha dönemeyeceklerdi…1941’de Hitler Rusya’ya girince Finli­ler Karelya’yı geri aldılar ama, Almanlar çekilirken gene ül­kelerinin büyük bölümünü terketmek zorunda kaldılar.

Ruslar Karelya’yı işgal ederken, ülke nüfusunun sekizde biri olan 420 bin Finli ata yurtlarını terk etti.

FİLİSTİN (1948-82)

Vatan dediğin mülteci kampı

Mülteci kamplarında 1948’den beri barınan Filistinliler, çağımızın en bü­yük acılarını yaşamaya devam ediyor. İngiliz işgali altındaki Araplar, 1921, 1929 ve 1936-39 yıllarındaki mücadeleleriyle Yahudilerin teşebbüslerini en­gellemeyi başaramadı. 1948’de de İsrail karşısında ezici bir yenilgiye uğradılar. Bu dönem­de Filistin’deki Arap nüfusun % 85’i olan 720 binden fazla kişi ülkelerini terkederek mül­teci oldu. Bunlar ağırlıkla Batı Şeria ve Gazze şeridi ile Lüb­nan, Suriye ve Ürdün’e gittiler. Aradan geçen 70 yıl içerisinde dört nesil Filistinli bu kamp­larda yaşadı ve büyüdü. Günü­müzde sayıları 5 milyona ya­kındır. 1967 savaşında 325 bin Filistinli tekrar mülteci oldu… Bu savaş sonrası kurulan 10 yeni kamp ile birlikte mülte­ci kamplarının sayısı 59’a çıktı. Günümüzde yaklaşık 2 milyon Filistinli Ürdün’de, yarımşar milyon Lübnan ve Suriye’de ve çeyrek milyon da Suudi Ara­bistan’da yaşıyor. Gerisi dünya­ya yayılmış durumda. Filistin­liler gittikleri ülkelerde tehdit olarak görülüp birçok katliama uğradı (1970 Kara Eylül katli­amında 10 bine yakın Filistinli öldürüldü; 1982’de Lübnan sa­vaşında Sabra ve Şatilla kamp­larında Hıristiyan milisler 1.000’den fazla kişiyi katletti).

İsrail-Arap savaşları sırasında bir mülteci kampı.

TİBET’İN İŞGALİ (1949)

Dalai Lama ve 150 bin müridi

Komünistler Çin’de 1949’da iktidarı ele geçirdikten hemen sonra, tarihî iddiaları olan Tibet’i işgal etti…150 bin kadar Tibetli, işgalin ardından ülkeyi terkeden Dalai Lama’ya katıldı. 1959-1961 arasında ülkede 6 bin kadar budist ma­nastırın tahrip edildiği söylen­mektedir. Günümüzde sürgün­deki Tibetlilerin yaklaşık üçte ikisi Hindistan’da, geri kalanı ise başta Nepal ve Bhutan ol­mak üzere dünyaya yayılmış durumda.

1960’ların başında Hindistan’a varan Tibet’li çocuk mülteciler.

AFGANİSTAN MESELESİ (1979-2022)

Milyonlarca yurtsuz insan

Orta Asya’nın talihsiz ülke­si Afganistan’da mülteci sorunu Rus işgaliyle başladı; içsavaş, Taliban dönemi, Ame­rikan işgali ve tekrar Taliban dönemiyle birlikte büyük bir göç dalgası ortaya çıktı. Afga­nistan mültecilerinin sayısını bulmak zordur, çünkü örneğin İran’daki 2.4 milyon mülteci­nin sadece 800 bininin kayıt­lı olduğu ifade edilmektedir. Keza Pakistan’da bulunan ve bu ülkede derin sorunlara yer açan 2.5 milyon mültecinin % 40’ı kayıtsızdır. Bunların dı­şında Rusya, Orta Asya ülke­leri ve Türkiye dahil dünya­nın diğer bölgelerine yayılmış mülteci sayısı da yüzbinlerle ifade ediliyor…

Peşaver yakınlarındaki Mardam mülteci kampı’nda çadır kurmak için hazırlık yapan Afganlar.

KÖRFEZ SAVAŞLARI VE ARAP BAHARI (1990)

Kalıp mı ölmeli, kaçıp mı ölmeli?

Irak’da savaş nedeniyle mey­dana gelen göçler onyıllardır artıyor. Baas döneminde baskı­dan kaçanlar olduğu gibi, Kör­fez Savaşı ve işgal dönemiyle birleşen içavaş göçleri topla­mını tespit etmek çok zordur. 3.2 milyon Iraklının ülke için­de yer değiştirdiği, 2 milyonu­nun bölge ülkelerine gittiği ve 200 bin kadarının da dünyaya dağıldığı şeklindeki rakamlar sağlıklı değildir. Suriye’de ise 6 ila 6.5 milyon kişi ülke içeri­sinde yer değiştirmiş, yaklaşık 4 milyon kişi de başta Türkiye olmak üzere çevre ülkelere ve dünyaya dağılmıştır. Bitme­yen bir içsavaşa sahne olan Li­bya da nüfusunun üçte birini sürgüne göndermiştir. Tunus’a sığınan mülteci sayısı için 1 milyonun üzerinde rakamlara rastlamak mümkündür.

Yerlerinden edilen Ezidi azınlıklar Şengal kasabasındaki İŞİD yanlılarının şiddetinden Suriye sınırına doğru kaçıyorlar.