Avrupa devletlerinin desteği ve Meksikalı monarşistlerin isteğiyle 1862’de Amerika kıtasına giderek imparatorluk koltuğuna oturan I. Maximillian (Arşidük Ferdinand), beş yıl sonra ülkedeki içsavaşta yenildi. Tam yüz elli yıl önce Cumhuriyeçiler tarafından kurşuna dizildi. Ünlü ressam Manet’nin tablosundan Osmanlı gazetelerine uzanan ve yolda değişen bir tarih öyküsü…
Kuzey ve Orta Amerika’nın en eski ülkesi Meksika’da, M.Ö. 1. yüzyıldan itibaren Maya, Olmek, Toltek, Zapotek, Aztek adlı başlıca kabileler, zaman zaman çatışıp, zamanla birleşerek, gelişmiş bir kültür ve sanat ortamının görüldüğü devlet ve imparatorluklar kurmuştur. Maya ve sonrasında kurulan Aztek imparatorlukları, icatları, alfabesi, dini, tarım-sulama teknolojisi, madenciliği olan, kalabalık nüfusunu rahatlıkla doyuran, gelişmiş bir uygarlığa sahipti.
Bu büyük imparatorluk, 1519’da Hernan Cortes’in başlarında olduğu İspanyol işgalcilerin sadece beş-altı yüz kişilik birliğine anlaşılmaz bir şekilde boyun eğse de tamamen teslim olmadı. Yüzyılın sonuna kadar işgal harekâtı genişledi ve direniş de aynı oranda yayıldı. Ne var ki tahminen 25 milyon insandan 23 milyondan fazlası katledilecek, İspanyol işgalcilerin insanlık dışı icraatlarıyla 1600’lerin başında yerlilerin sayısı 1,5 milyona kadar inecektir.
İspanya krallığına bağlanan topraklar, İspanyol sömürgesi haline getirildi. 300 yıl boyunduruk altında yaşayan ülkeye yoğun bir İspanyol ve Latin Avrupalı göçmen de iskân edildi. Zamanla İspanya bağlantısını reddeden, yerli, melez ve İspanyol göçmenlerden ibaret yeni bir ulusun doğuşuna, Meksikalı kimliğinin gelişmesine tanık olundu. Meksikalı yerli ve göçmen kitlelerin Hidalgo adlı bir rahibin önderliğinde İspanyol zulmünden kurtulmak için 1810’da başlattığı direnişin ardından ülke 1821’de bağımsızlığa kavuştu ve 1. Meksika İmparatorluğu kuruldu.
Bağımsızlık ilanı, ülkede yaşanan kargaşaya çare olamamıştır. İspanyollardan kurtulsalar da yeni yeni büyümekte olan ABD’nin ülkelerinde gözü vardır. ABD Başkanı Monroe’nun adıyla anılan “doktrin” 1823’te ilan edilmiş, buna göre ABD, Avrupa ülkelerinin Amerika kıtasında sömürge edinmelerine kesinlikle karşı çıkmıştır. Bundan sonra tüm Amerika kıtası ABD’nin nüfuz sahası olacak, Texas’ı ilhak etmesi üzerine çıkan 1846-48 savaşı sonunda New Mexico, Nevada, Arizona, California eyaletlerini de Meksika’dan koparıp alacaktır.
1857-60 yılları arasında Katolik kilisesi karşıtlığı, toprak reformu ve yeni anayasa talepleriyle ortaya çıkan, Liberal-Muhafazakâr rekabetiyle gerçekleşen “Reform Savaşı”nı kazanan liberaller 1861 yılında iktidara geldiler ve liderleri Benito Juarez devlet başkanı oldu. İlk iş olarak dış borçların ödenmesini belirsiz bir süreye ertelediler. Bunun üzerine Meksika’dan alacaklı olan Fransa, İspanya ve İngiltere’nin müttefik orduları Meksika’yı işgal etti.
Fransa’nın Meksika’yı sömürgeleştirme planını açığa çıkarmasıyla, İngiltere ve İspanya ittifaktan ayrıldı. Fransa İmparatoru III. Napolyon tarafından yeni bir sömürge gözüyle bakılan Meksika’nın işgali pek kolay olmadı. Fransızları Puebla Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uğratan Meksikalılar, zafer günü olan 5 Mayıs 1862’yi “Cinco de Mayo” adıyla millî birliklerinin en büyük bayramı olarak günümüzde de coşkuyla kutlamaktadırlar. Çeşitli muharebelerde başarı kazansalar da Devlet Başkanı Juarez ve cumhuriyetçi Meksika güçleri daha fazla direnemeyip başkenti terkettiler. İşgal 1863’te tamamlandı. 10 Temmuz’da 2. Meksika İmparatorluğu ilan edildi. Kilise adamları, büyük toprak sahipleri, aristokrasi ve monarşi yanlısı olup cumhuriyet aleyhtarı olanlar yeni devletin destekçileri oldular.
İmparatorluk kurulmasına kurulur ama tahtı boştur. Kimin tahta çıkarılacağına III. Napolyon karar verir. Habsburg hanedanından Avusturya İmparatoru Franz Joseph’in kardeşi, imparatorluk veliahdı Ferdinand Joseph’e teklif götürülür. 19. yüzyıl Avrupa monarşilerinde böyle bir yönetim geleneği oluşmuştu. Emperyalist devletlerin monarkları zaten birbirleriyle akraba olduğundan, her yeni kurulan devletin hanedanı da kendi soylarından tesis ediliyordu. Bağımsızlığını kazanan Yunanistan’a 1832 yılında tek kelime Yunanca bilmeyen, üstelik Katolik mezhebinden olduğu halde Ortodoksluğa geçen, Alman Wittelsbach hanedanından, reşit bile olmayan Otto kral “tayin” edilmişti.
Avrupa’da başlayan bu uygulamanın Atlantik ötesine götürülmesi söz konusu oldu. Arşidük Ferdinand’ın seçilmesi de bu gelenekle alakalıdır. Daha sonraki yıllarda da Avrupa’da bu geleneğin devam ettiğini görüyoruz. 1878 yılında Alman Hohenzollern hanedanından Katolik Alman prensi, I. Karol adıyla Romanya tahtına oturtuldu. 1879’da Alman Battenberg hanedanından Alexander, Bulgaristan’a Prens unvanıyla seçildi. Ama Bulgar, Yunan ve Romenler ithal krallarına Meksikalılar gibi muhalefet göstermediler.
1832 doğumlu Arşidük Ferdinand, 1857’de Belçika Kralı I. Leopold’ün kızı Prenses Charlotte ile evlendikten sonra İtalya’nın Trieste şehrindeki Miramare kalesine yerleşti. Botanik araştırmalarına verdiği önemle kalenin bahçesini botanik bahçesi haline getirmiş, Avusturya tahtındaki sırasını bekliyordu. Meksika monarşistlerinin teklifini ilk önce reddetse de Meksika’dan Miramar’a gelen kalabalık bir heyetin taht teklifini cazip bulup geri çevirmedi. Heyet tarafından halkın kendisini istediğine dair yalan beyanlarla kandırıldığı söylenir. Meksika ve Orta Amerika’da botanik araştırmaları yapabilme fırsatının da teklifi kabulünde etkisi olduğu iddia edilir.
Arşidük Ferdinand, eşi Prenses Charlotte ile 12 Haziran 1864’te Mexico City’ye ulaştı ve I. Maximillian adıyla 2. Meksika İmparatorluğu’nun tahtına oturdu. Cumhuriyetçiler ve Muhafazakârlar arasındaki iç savaş henüz bitmemişti, yer yer şiddetli mücadeleler oluyordu. Avusturya, Belçika gönüllü taburları yanında Mısır’dan gönderilen bir birlik de Fransa İmparatorluk Ordusu saflarında Cumhuriyetçilere karşı savaşıyordu.
Maximillian ilk icraatları ile kendini tahta davet eden muhafazakâr monarşistleri şaşkına çevirdi. Yıllardır mücadele ettikleri Liberal Cumhuriyetçilerin programlarına uygun, kilise ve toprak reformlarına niyetlenen Maximillian’a siyasi desteğe devam etseler de reformlarına karşı çıktılar. Fransız ordusu da çeşitli cephelerde yenilmeye başladı. Juarez taraftarı Cumhuriyetçilerin önde gelenlerinin öldürülmesine dair Maximillian’ın ilan ettiği “Bando Negro Programı” muhalefeti daha da şiddetlendirdi.
Amerika, 1861 yılında Kuzey-Güney içsavaşı çıktığından, nüfuz sahası olarak gördüğü komşusu Meksika’ya müdahale edememişti. Buna rağmen diplomatik ataklarını sürdürdü. Kongre, daha 1862’de Meksika’da monarşi kurulmasını reddeden bir karar aldı. 1865’te Amerikan İçsavaşı bitince Meksika’ya müdahale başlamıştı. Çemberin giderek daraldığını görüp Meksika’yı Fransız sömürgesi kılma hayallerinden vazgeçen III. Napolyon, Fransız ordusunu geri çekme kararı alınca, Maximillian itiraz etse de sözünü geçiremedi. İmparatoriçe Charlotte Avrupa’ya gidip bizzat III. Napolyon’a yalvarsa da karar değişmedi. Papa Pius’un desteği için İtalya’ya gitmesi de bir işe yaramadı.
31 Mayıs 1866’dan itibaren Fransız ordusu ülkesine döndü. Az sayıdaki Avusturya ve Belçika gönüllüleri, Meksikalı monarşistlerle birlikte Maximillian’ın yanında savaşı sürdürdüler ancak bir yıl dayanabildiler. 15 Mayıs 1867’de sığındıkları Querétaro şehrinde Cumhuriyetçilere teslim oldular. Maximillian ile Meksika muhafazakâr monarşistlerinin önde gelenlerinden General Miguel Miramón ve Tomás Mejia kısa süren bir mahkeme sonucu idama mahkûm edildiler. 19 Haziran 1867 sabahında aynı şehirde kurşuna dizildiler.
Juares, idamların affedilmesine yönelik uluslararası baskı ve ricalara kulak asmadı. Dünya çapında ses getiren, şok etkisi yaratan bir olay oldu. Paris Uluslararası Fuarı sürerken, Osmanlı padişahı Sultan Aziz ve daha birçok kral, çar, imparator misafirken Paris’e ulaşan kurşuna dizme haberi, III. Napolyon’u dehşete düşürdü. İmparatoriçe Charlotte, İtalya’da Miramar Kalesine döndü ama aklını kaçırmıştı.
Bu trajik ölümün ardından Maximillian’a adanmış eserler ortalığı sardı. Franz Lizst’in Cenaze Marşı, Edouard Manet’nin kurşuna dizilme anını zapteden tabloları, çok sayıda monografi ve kitap ile gündemdeki yerini uzun süre devam ettirdi. Enis Batur’un, Manet’nin tabloları hakkında kaleme aldığı bu sayımızdaki denemesini okumalısınız.
Sultan Abdülaziz döneminde Osmanlı basını gelişmiş bir düzeyde olmasa da, dünya konjonktürünü çok iyi takip ediyordu. Jöntürkler yurtdışına kaçmış, orada kurdukları gazetelerle propagandalarını sürdürüyorlardı. Tam 150 yıl önce Ali Suavi Muhbir gazetesini çıkarıyor, Sultan Aziz’den ziyade, Babıâli yöneticileri, sadrazamlar Âlî ve Fuad Paşalar aleyhinde yaptıkları yayınlarla, bunların yönetim tarzlarını “istibdad” olarak değerlendiriyorlardı.
İstibdad olarak nitelenen bu devirde çıkan İstanbul gazetesi ise 4 Kasım 1867 tarihli 4. sayısında Maximillian’ın kurşuna dizilmesini kapaktan veriyor, gömüldükleri yerin gravürünü hiç endişesiz yayımlıyordu. Haber metni daha da şaşırtıcıydı. İdam öncesinde Maximillian’ın vatandaşlara yönelik beyannamesi ve vasiyetnamesi olduğu belirtilen metinler, sanki devrin hükümdarına, padişahına söylenemeyenleri onun ağzından söyletmek istemiş gibidirler. Bu nedenle gazetede yayımlanan metnin ne kadar gerçek olduğunu ne kadar değiştirildiğini bilmiyoruz. Bununla birlikte çok iyi yazılmış bir metin olduğu ortadadır.
Muhakkak ki bu olay II. Abdülhamid devrinde yaşansaydı, kapaktan görülmek bir tarafa iç sayfalarda birkaç satırla bile yer bulamazdı.