Kasım
sayımız çıktı

Kahinlerin ‘bildikleri şirketlerin tahminleri

21. yüzyıl ilerleyedursun, geleceği yorumlayan sosyal bilimciler, araştırmacılar, kamuoyu ölçümleri gerçekleştiren şirketler, birkaç bin yıl önce tapınaktaki kâhinden uzun uzadıya farkları olmadığının farkında mıdırlar?

Millenium eşiğinde yazdığım “Gelecek Satmak” başlıklı bir denemede, takvim hazırlamanın bir tür öngörü biçimi olduğunu ileri sürmüştüm:

“Takvim anakonusunun içinden fal, bili, önbili değilse bile öngörü, müneccim bakışı olmadı sonuçta. Yarıyarıya ölçü, ölçüm, ölçülendirme Takvim; öbür yarısı tahmine, öngörüye, varsayıma dayanıyor. Her yıl, bir sonraki yılın takvimleri hazırlanıyor, basılıyor: Kimsenin elinde geleceğe, geleceğin varolacağına, daha doğrusu geleceğine ait kesin kanıtlar olmasa da.

Oraculum çağına dönelim bir anlığına. Delphoi’da, Omfalos’un karşısında biriken bütün sorular, yakın ya da uzak yarın ile ilgili değil miydi? Ortaçağa geçelim: Rabelais’nin muhteşem ‘prognostic’i baştan uca bizi bekleyen günlere ilişkin öngörülere, hatta ‘uçuş’lara dayanmıyor muydu?”

Kehânet kültürünün tarihi derinlere iner. Ana başlangıç coğrafyası olarak Mezopotamya havzasını görüyoruz: Asur’da, Babilonya’da düpedüz hüküm sürmüş, Antik Yunan’a oradan sürgün vermiştir. Şüphesiz bütün kültürlere aynı noktadan yayıldığını söylemek abartılı yorum olur: Uzak-Doğu’da, Güney Amerika’da, Okyanusya’da biliciliğin gelişmesinde farklı, özerk etmenler rol oynamış olsa gerektir.

Tektanrılı dinlerin dünya düzenine egemenliğini önceleyen çağlarda kehânet düpedüz “kurumsal” bir boyut taşıyordu: Asurlularda ve Babilonyalılarda Kehânet (1940) başlıklı kapsamlı araştırmasında Contenau hiyerarşi piramidinde, yukarıdan aşağıya resmî bir gelişme zinciri kurulduğunu, her kesimden insanın “başvurduğunu” belgelere yaslanarak kanıtlar. Ama hükümran, ama kul, herkes geleceğin(in) kendisine neler hazırladığını “öğrenmek” istemiş, duyduklarına inanmış, yaşamını o “bilgi”lere göre düzenleme yolunu tutmuştur.

Mozambik kültürüne özgü kehanet taşları…

Kâhine “herşey” soruluyordu. Bireyler, özellikle önemli karar gerektirecek seçimlerini yapmadan önce danışıyorlardı tapınaklarda. Kâhin ya da şaman ya da “Bârû” güvenilir merciydi. Geçmişleri, Tufan öncesinin efsanevî bilicisi Enmeduranki’ye dek iniyordu. Kuzeyde Hattilere, Hititlilere, Batı’da Cermenlere, Güneyde Mısır’a, Doğu’da Hindeli’ne yayılmıştı kehânete inanç. Eski Yunan’daysa, tanrılar bile bağımlıydılar Omfalos’tan, Delphoi’daki yarıktan gelecek sözlere. Yazının yaratılışının ardından kâhinler yazmışlardır da: Başta kil tabletlere, zamanla papirüslere, ‘kitap’larını çatmışlardır. “Bildiklerini” göstermek istemişlerdir, söylediklerini hayat doğruladıkça.

Kâhinler gökkubbeye, yıldızlara bakıyorlardı, onları kılavuz olarak kullanırlardı, dolayısıyla bugüne dek açılımının sürdüğünü gördüğümüz astroloji ile sıkıfıkı bağları vardı. Düş yorumcusuydular, dolayısıyla Freud’a ve ruhçözümcülere varan bir çizginin atalarıydılar. Atmosfer hareketleri kehânetlerinin kaynakları arasındaydı, dolayısıyla meteoroloji alanında öncülükleri sözkonusuydu. Hayvanların davranışlarından, bitkilerin özelliklerinden, insan gövdesinin parçalarından (özellikle karaciğer) ve ürünlerinden (kan, ana sütü, dışkı) gelecek okumasında yararlandıkları biliniyor, dolayısıyla zooloji, botanik, anatomi ve tıp bilgileri azımsanamazdı.

Gelecekten haber vermek, görünmez güçlerle yıldızlar, canlılar âlemi (özellikle de Acaib-ül Mahlûkat), cansız
nesneler (cins taşlar) üzerinden söyleşiye, ilişkiye girme ayrıcalığı gerektiriyordu. Kâhin kişi ya doğuştan, ya yeteneklerini geliştirerek ulak mertebesine çıkıyordu. Bir de ama, aracılar aracılığıyla transa geçtikleri, bir anlamda doğal konumlarından yapay katkılarla taştıkları sır değildi. Bu yolda çeşitli otlardan, sıvı alaşımlardan yararlanıyorlar, bir esrime aşamasına sıçrıyorlardı.

Batı Afrika kültüründe kahinleri temsil eden heykeller…

Tektanrılı dinlerin kâhinlere karşı çıkışının temelinde hem güvenilmezlikleri, hem şirk koşmaları yatmıştır. Doğu Kilisesi, Hıristiyanlığın ilk döneminde kehânetin gücüne inanmış, ama temas kurulan gücün İblis olduğuna işaret etmiştir. Gene de, öngörü isteğini âdemoğlundan söküp almanın yolunun bulunduğunu söylemek olanaksızdır: Bugün de milyonlar fal açıyor, fincan kapatıyor, avuç okuyor. Milyonlar “iddaa” oynuyor, onbinler kumarın, bahisin her türlüsü ile içiçe, devletler piyango düzenliyor, bilinmezin peşine düşülüyor.

Kollektif öngörü çağına, bilimsel(imsi) yöntemlerle girildi. Seçmen tercihlerini önceden kestirmek, ülkelerin büyüme hızına ilişkin öngörülerde bulunmak amacıyla kurulan ciddi kuruluşların çalışanları, verileri değerlendiren uzmanlar, strateji belirleyicisi muktedirler, pazar yoklaması için yüksek bedel ödemeyi göze alan sanayiciler, tecimenler, sonuçların ulaştırıldığı yurttaş ya da tüketici kimliği taşıyan
bireyler, 21. yüzyıl ilerleyedursun, geleceği yorumlayan sosyal bilimcilerin, araştırmacıların, kamuoyu ölçümleri gerçekleştiren şirketlerin birkaç bin yıl önce tapınakta “kekemeliğim ne zaman geçecek?” diye soran Battos’a “git Libya’ya yerleş” yanıtını veren (Libya’ya yerleşen Battos bir aslanla karşılaşmış ve korkusundan kekemeliği geçmiştir) kâhinden uzun uzadıya farkları olmadığının farkında mıdırlar?