Aralık
sayımız çıktı

Han: Tarihi biçimleyen unvan

Çinggis Han’ın 1227’de vefatından sonra İç Asya’daki Türk ve Moğollar arasında ancak Çinggis evladı ve torunları “han” unvanı taşıyabiliyordu. Osmanlıların başarısı ise, aslen bir bey olan Osman’ın soyundan gelenlerin 2. Murat’tan itibaren “han” unvanını kullanmaları ve İç Asya’da mümkün olmayan bir durumu Ortadoğu’da fiili bir durum hâline getirip meşruiyetlerini kabul ettirebilmeleridir.

Bu yıl hem İstanbul’un fethi hem de Ayasofya dolayısıyla sık sık Fatih Sultan Mehmet Han’ın adı geçti. Aslında Fatih’e ve ondan önce de 2. Murat’a “han” denilmesi Türklerin tarihi açısından önemli bir adımdır.

Çinggis Han’ın 1227’de vefatından sonra İç Asya’daki Türk ve Moğollar arasında ancak “Çinggisliler” diye bahsettiğimiz Çinggis evladı ve torunları “han” unvanı taşıyabiliyorlardı. Çinggis Han’ın kardeşlerinin çocukları bu tanımlamanın dışında kalmışlardı. Kısacası, şecereleri Çinggis Han’ın mensup olduğu Börçigin (Börü tegin) sülalesine dayanmasına rağmen onlar “hükümranlık” ve “han” unvanı taşıma konusunda safdışı edilmişlerdir. Şimdiye kadar onları devre dışı bırakanın Çinggis Han olduğu düşünülüyordu. Halbuki artık Ögedey Han zamanında bile kardeşlerin yani amcaların hâkimiyetin bir parçası olduğunu biliyoruz (#tarih sayı: 73). Daha sonraki yıllarda bu kardeşlerden Temüge’nin isyan ettiği ve sonucunda Möngke Han (1252-1259) ve kardeşleri tarafından bertaraf edildiği tarihlerde kayıtlıdır. Bu durum bize bu mücadelenin 1252’ye kadar devam ettiğini göstermektedir.

Aslında bu mücadele tam olarak bitmemiştir. Çinggis Han evladı arasında Toluy evladı, deyim yerinde ise bütün Asya’ya hâkim olmuş ve bu süreçte Cöçi Han evladının (Altın Orda) desteğini almıştır. Buna rağmen mücadele Asya çapında devam etmiş, sular hiç durulmamıştır. Bunun en güzel örneği Timurlenk diye bilinen Temür’dür. O bir “ara yol” olarak yanında Çinggislilerden “kogurçak” (kukla) hanlar bulundurmuş ve kendisi hiçbir zaman “han” unvanı taşımamıştır.

Genellikle şecerelerini Çinggis Han’ın kardeşleri Temüge Otçigin ve Kasar’a dayandıran Batı Moğolları ise belki de Temür gibi bir bey değil de Borçigin sülalesine mensup oldukları için kukla han bulundurmamışlar, mücadeleyi bizzat yürütmüşlerdir. Bunlardan Esen Tayşi (15 yüzyıl) bu çerçevede han unvanı kullanmaya teşebbüs etmişse de bütün siyasi başarılarına rağmen “halk bundan hoşlanmamış” ve öldürülmüştür.

Fatih Sultan Mehmet, Esen Tayşi ile aynı dönemlerde hüküm sürmüş ve “han” unvanı Çinggisli prensiplere yabancı olan bugünkü Ortadoğu bölgesinde yadırganmamıştır. Böylece aslen bir bey olan Osman Bey soyundan gelenler “han” olmayı, daha sonra da halifeliği kendi meşruiyetlerinin bir parçası haline getirmişlerdir.

İç Asya’da ise durum 18. yüzyıl ortasına kadar hanlar-beyler mücadelesi olmanın yanında Borçiginler arasında bir mücadele şeklindedir. Batı Moğolları, Çinggis evladı olarak hanlık hakkını ellerinde tuttuklarına inanan Doğu Moğolları ile amansız bir mücadeleye girişmişler ve zaman zaman bir taraftan Dalai Lama ve Çin’de hakim olan (1644-1911) Qing sülalesinden, diğer taraftan da 17. yüzyılda artık güçlenen Rus çarlık idaresinden kendilerini desteklemelerini istemişlerdir. Bu mücadelede Moğolların 16. yüzyılda (Altan Han Tümed) Budizmi kabul etmesi ve bunu bir çeşit devlet dini haline getirmeye çalışması ile Budizm ve özellikle Tibet Lamaizmi Batı ve Doğu Moğollar arasında yaygınlık kazanmıştır. Bu yeni durumdan sonra Batı Moğolları İç Asya’daki Türkler tarafından “Kalmak” diye adlandırılmışlardır. Böylece Kalmaklık din açısından bir ayırım olarak başladığı gibi, zamanla dil olarak da Moğolcanın hâkim olduğu gruplar için kullanılır olmuştur.

Osmanlı seyyahları Ali Ekber Hıtayi ve Seyfi Çelebi, Kalmaklardan ayrı bir millet olarak bahseder. Osmanlılar hanlar-beyler mücadelesinde galip gelmişler ve kendi törelerini çevrelerine kabul ettirmişlerdir. Kalmak “hanları” ise Esen’den sonra genellikle “han” unvanını da, kukla han kurumunu da kullanmamışlar; Çince veliaht anlamına gelen unvandan mülhem “tayşi” ve “kontayşa (<huang taizi)” unvanları ile mücadelelerini sürdürmüşlerdir. 17. yüzyıl sonu ve 18. yüzyıl başında batıda Ayüke, doğuda da önce Ligdan sonra da Galdan’a “han” unvanı verilmiştir. Üç hanlık şeklinde yaşayan Doğu Moğolları da benzer bir şekilde Dalai Lama’dan “han” unvanını almışlardır. Önce ruhani bir şemsiyenin koruyuculuğu altında başlayan bu değişiklik, daha sonra “real politik” sonucu Rus ve Çin hâkimiyeti altında devam etmiştir. Osmanlıların başarısı ise İç Asya’da mümkün olmayan bir durumu Ortadoğu’da fiili bir durum hâline getirip meşruiyetlerini çevrelerine kabul ettirebilmelerindedir.