Kasım
sayımız çıktı

Kitap kazıları sırasında edebiyat ve anı buluntuları

KÜTÜPHANE KATMANLARI

Ağır kitap tutkunları öldüğünde sık görülen tablo, ardından kütüphanesinin yollanmasıdır… Sahaf dükkanlarında, ikinci el kitapçılarda toplanmış anıların ölçümünü yapmak kimsenin, kitapçının bile elinde değildir. Her birinde paramparça ama derin bir tarih bekler; hiçbir arkeoloğun bütün tabakalarını ayrıştıramayacağı kazı alanlarıdır.

Bir ayrıntıya yeniden bakma amacıyla, Deleu­ze-Guattari’nin Qu’est-ce que la Philosophie nüshasını yerinden -uzun ara sonrası- çı­karıp masama getirdim. İlgili bölümü (“Giriş”i) okurken yandı kafamda bir yanyolu aydınlatan lamba: Kitabın bendeki anısı birden canlanıp önüme dikile­yazdı.

Onu çıkar çıkmaz (1991 yazı) edinişimi, alır almaz okuyuşu­mu, okur okumaz sırasını sabır­sızlıkla bekleyen Turhan Ilgaz’a verişimi, onun hemen okuyup çevirmeye karar verişini, yayın hakkını alışımızı, çeviri sürecinde yaptığımız düşünce alışverişlerini ayrıntılarıyla anımsadım masamda.

Kitaplığımdaki kitapların ba­rındırdığı anı toplamı üzerinde düşünmeye koyuldum ardın­dan. Bütün kitapların belki değil, birçoğunun satın alınış, armağan ediliş zamanlarına ve başka yerlemlerine ilişkin verilerden başlayan, okunuş süreçlerine bağlı verilerle ge­nişleyen “ağ”, her rafta yanyana dizilmiş anı kesitlerinin du­ruşuna ait bir hayal penceresi açmakta gecikmedi. Bir şairin, Edip Cansever ya da Aragon; bir düşünürün, Nermi Uygur ya da Spinoza, kitaplarını barındıran her bağımsız rafta, raf dilimin­de sıkıştırılmış ilişki zamanları bulunduğunu algılayabiliyor­dum.

Kitap kazıları sırasında edebiyat ve anı buluntuları
Yazarımız Enis Batur, kütüphanesinin küçük bir bölümünün önünde (Sema Aslan, Benim Kitaplarım, Doğan Yayınları, 2009)

Raftan rafa, binlerce kitabın içindeki anı halkaları bitiştirile­cek olsa, yarım yüzyılı aşan bir takvimde birikmiş anıların ya­zımı tek bir üst kitaba sığama­yabilirdi. O toplamı, kütüphane­yi oluşturan kişiden başkasının okuması beklenemez; üst kitabı bir tek “sahip” kaleme alabilir.

Birçok geniş kütüphane kur­muş okur, edindiği her kitaba tarih düşer. Kimileri mekan belirtkelerini kullanmayı sav­saklamaz: Kent ismi, semt ismi, kitabevi ismi önsayfalardan birinde yerini alır. Sık rastla­nan bir ritüel: Kişinin adını ve seçtiği bir simgeyi taşıyan bir ex-libris iç kapağa yapıştırılır. Damga ya da mühür seçeneğini yeğleyenler de vardır.

Bu “yerlem”ler (koordinatlar) kütüphaneden içeri adımını atan nesnenin sırasını saptar. Bazı okurların, kitabın en arka sayfasına okuma tarihleri düştüğüne tanık olunur. Her veri, sözkonusu kitabı ağır­layan okurun ‘anı defteri’ne dahil öğeler arasındadır. Buna karşılık, “ikinci el” kitapların ‘ilk okur’dan başlayarak kendi anıları olur, bünyesinde belirt­keler üstüste biner: Sahaflardan aldığımız kitapların yaşamöy­küsünü, sizi önceleyen bölüm­leri nedeniyle, yazamazsınız! Gelgelelim, düşsel sahneler pekâlâ kurabilirsiniz: Thomas Whittemore’un Seniha Sami Moralı’ya imzaladığı The Mosa­ics of St. Sophia At İstanbul’un bendeki anısı Emin Nedret İşli’nin Turkuvaz’ından 1993’te kitabı edinişimle başlıyorsa da, Whittemore’un Semiha Hanım’a kitabını imzalayışı gözümün önünde canlanıyor. Kitabın künyesi çetrefil: Pa­ris’te, Rue de Lille 4 numaradaki The Byzantine İnstitute Inc. için Oxford University Press’de 1936’da basılmış. Dörtbir yanın­dan gizem fışkıran bu nüsha, ben yeryüzünden çekip gidince kimbilir hangi adreste yeni ‘anı’lar edinecek.

Ağır kitap tutkunları öldü­ğünde, sık görülen tablo, ardın­dan kütüphanesinin yollanma­sıdır. Defalarca tanık olduğum duruma ilk defa Ankara’da rastgeldiğime daha önce de değinmiştim: Hayrullah Örs’ün yalnızca kütüphanesi değil, okul karneleri dahil özel arşivi de satıştaydı!

Bu parçalanma, acımasız deneyim; ama, korunmuş kü­tüphanelerde de anıların çoğu kaybolacaktır. Kimi işaretler kalır: İmzalı kitaplar, derkenar notları arkeolojik yaklaşım­larla değerlendirilir bazen. Bir tasarımı gerçekleştiremedim bu bağlamda: Yusuf Atılgan’ın notlayarak okuduğu Zuhuri Danışman elinden 6 ciltlik Na­ima Tarihi’nin okur haritasını çıkaramadım. Atılgan, bitire­mediği son romanının konu­sunu o kaynaktan süzmüştü.

resim_2024-08-25_031048878
Walter Benjamin, Paris’teki Bibliothèque Nationale’in okuma odasında, 1937 (üstte). Benjamin, 18 yaşından beri okuduğu tüm kitapların listesini tutmuştu (altta).
80-81 ENIS BATUR_dk

Değer buluyorsa, kütüpha­nesinin kitabını kurmayı dü­şünebilir okur(yazar) -benim gözümde anlamlı yaşamöykü metinlerinin arasına girebile­cek örnektir. Orada kişisel bir takvim, şahsa özgü bir krono­lojik akış bekler. Gelgelelim bir “edinme defteri” baştan tutul­mamışsa, hikayeyi kurmanın tek yolu kütüphane sahibinin belleğinden yararlanmasından geçecektir. Edindiği kitapların ön sayfasına tarih düşmek, birkaç bin kitabı tek tek tarih sırasına göre dizmeyi kolaylaş­tırmaz!

“Okuma defteri” başka: Onun takvimi farklıdır. Walter Ben­jamin’inki günışığına çıkarıl­mıştır. Bilge Karasu’nunkini Mustafa Arslantunalı koruyor; belki bir gün yayımlanacaktır. Okuma defterleri de yaşamöy­küsel dökümlerdir, tutanın güzergahına ışık düşürürler.

Pek çok kitapseverin nes­neye ait fetişler topladığına, biriktirdiğine tanık olunur. Üçboyutlular, ‘efemera’ kap­samına girenler, başkalarına imzalanmış kitaplar, özgün ciltler, yazarlara ait belgeler kütüphanenin türevleridir. Bir çoğu kütüphanenin raflarını istila ederek asıl sakinlerin önünü kapatacak ölçüde sır­naşıklaşır!

Sahaf dükkanlarında, ikin­ci el kitapçılarda toplanmış anıların ölçümünü yapmak kimsenin, kitapçının bile elinde değildir. Herbirinde paramparça ama derin bir tarih bekler; hiçbir arkeo­logun bütün tabakalarını ayrıştıramayacağı kazı alanlarıdır.

Bütün bunlar Evren için­de bir başka Evren olduğu­nun göstergesi değil midir?