Eylül 2024 Sayımız Çıktı

Kızkulesi: Herkes tanıyor ama kimse tarihini bilmiyor

İSTANBUL’UN SİMGELERİNDEN…

İstanbul’un simge olmuş tarihî yapılarından Kızkulesi, 20 aylık restorasyonun ardından Mayıs’ta tekrar açıldı. Kızkulesi, Tanzimat’a kadar Saray-ı Hümayun’un güvenlikkontrol, tutuklama ve infaz karakolu işlevini görmüştü. “Kızkulesine kaldırılmak” ise ölü-diri bir daha dönmemek demekti. Ancak kulenin ayrıntılı bir tarihi yazılmamıştır.

Restorasyonu yeni ta­mamlanan İstanbul’un simgelerinden Kızkulesi, onarım perdelerinin açılmasıyla basının gündemine düştü. Ancak denizin ortasında bulunan, kaya tabanlı bu biricik su kulesinin söylencelerden arındırılmış, mi­mari, tarihsel ve işlevsel bir tarihi henüz yazılabilmiş değil. Rehber­ler doğrusunu bilseler dahi, gezi gruplarını Salacak’ta durdurup Kızkulesi anlatısına “Tour de Léandre” (Leander Kulesi) aşk öyküsüyle başlıyorlar. Halbuki bu masal ve hurafe örüntülü anlatı, aslında bir Çanakkale Boğazı tra­gedyası iken, daha denk düşeceği düşünülerek Boğaziçi’ne yakış­tırılmış.

Eskiden İstanbul’a ilk defa gelenlerin, kulesini minareye benzettikleri bu minyatür yapıyı “deryada yüzen bir mescit” zan­nettikleri anlatılırdı. Bugünkü Kızkulesi, asırlar boyu yıkılan, yanan aynı yerdeki kulelerin kaçıncısıdır, bilmiyoruz. Aynı kayada yükselen önceki kule­lerden çizimi bugüne ulaşanlar arasında en eskisi, Matrakçı Na­suhî’nin Süleyman Kanunî’nin 1533 Irak-İran seferindeki konak ve yolları betimlediği Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Hümayun adlı albümünden. Bu eserde kule, tarihî İstanbul ve Galata görün­tüleriyle Marmara-Boğaz-Ha­liç sularının resmedildiği ilk tabloda seçilebiliyor. Dikkatli bakılmazsa gözden kaçabilir. Bu çizim, günümüzdeki üç asırlık kuleye benzeyen, “kırmızı-be­yaz” miniskül bir betimlemedir. Dolayısıyla 500 yıl önce de o da racık alandaki fener/gözetleme kulesi, dizdar-fenerci evciğinin bugünkü ölçülerinde olduğunu anlarız.

Restorasyon sonrasında Kızkulesi’nin iç duvarlarına Nasuhî’nin bir tablosunun büyütülmüş hâli ile Bartlett, Allom gibi gravür sanatçılarının karakalem, yağlıboya, suluboya Kızkulesi tasvirleri; yapının son 150 yılda çekilen fotoğrafları ası­larak buraya bir kültür zenginliği kazandırılabilir. “Nasuhî’nin 1530’lardaki betimlemesinden önceki Bizans binyılında veya 1453’teki Türk fethini izleyen dönemlerde aynı yerde bir kule-fener var mıydı?” sorusu ise, hayatta olsa Prof. Dr. Semavi Eyice’ye sorulmalıydı. Kuşkusuz başka çalışan, bilenler de vardır. Ancak eski harflerle “Kızkule­si”ne karşılık gelen bir “kitap” görülmüş değildir.

resim_2024-09-01_000340231
1885 tarihli bir Pascal Sébah fotoğrafında, Kızkulesi’nin önünden kayıkla geçenler. (CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ)

Kaynaklara bakıldığında Mehmed Ziya’nın çok yüklü ça­lışması İstanbul ve Boğaziçi’nin (1928) 25. sayfasındaki Grelot çizimi; Fenerbahçe Köşkü, Üskü­dar Sarayı, İstanbul ve Galata’yı kapsayan panoramada, altında “Tour de Léandre” yazılı Kızkule­si’ni de göstermiş. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Devle­ti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı (1948), Kapukulu Ocakları I-II (1943) kitaplarının “dizin” sayfa­larında ise Kız Kulesi/Kızkulesi yok! Metinler tarandığında rast­lanabilir. Nitekim Uzunçarşılı’nın Osmanlı Devleti’nin Saray Teş­kilâtı (1945) kitabının dizininde yanlış kodlanmasına karşın “Kız Kulesi”ni 56. sayfadaki dipnotta bulduk: 3. Mustafa’nın tahta cülusunda (1757) Sarayburnu’n­dan, Yedikule’den ve ‘Kızkule­si’nden toplar atılmasına ilişkin buyrultulardan sözediliyor.

Kızkulesi, Tanzimat’a kadar saltanat merkezi olan Saray-ı Hümayun’un güvenlik-kontrol, tutuklama ve infaz karakolu işle­vini görmüş. Boğaz’ın giriş-çıkış güvenliğini sağlamak ve kontrol etmek amacıyla ateşlenen topları varmış. Bekçiler gece-gündüz burada nöbet tutarlarmış. 2. Mahmud’un saltanatında (1808- 1839) kulenin bir köşesine yeni bir deniz feneri eklenirken Bo­ğaz’dan geçen gemilerin karanti­na işlemleri de burada yapılmaya başlanmış.

resim_2024-09-01_000344556
Allom’un gravüründe 1830’larda Salacak’tan denize girenler.

Burası, o dönemde olasılıkla Saray-ı Hümayun’un dış birim­lerinden, bir yönüyle de idamı çağrıştıran korkulu bir yerdi. “Kızkulesine kaldırılmak” yani kayığa bindirilip bu dış görünüşü ak pak, zarif ve sevimli kuleye götürülmek, diri-ölü bir daha dönmemek demekti! Sadrazam, vezirler, saray ağaları, harema­ğaları için Kapıarası ve Bostan­cı’nın makamı olan Balıkhane Kasrı dışında, adı anılmaktan çekinilen Kızkulesi de korku ya­yardı. Suçlu cariyeler, haremağa­ları gözlerden uzak burada idam edilirlerdi. Peki Kızkulesi’nin yönetiminden kim sorumluydu? Bu, cevabı kapalı bir sorudur. So­nuç olarak Kızkulesi, İstanbul’un bir simgesidir ama ayrıntılı bir tarihinden sözedilemez.

İstanbul’da doğma büyüme, okumuş, sorulduğunda “İstan­bulluyum” diyen milyonlar var. Bunların, “Kızkulesi” adına ekle­yebilecekleri birkaç sözcük daha var mıdır? Bu soru Galata Kulesi, Beyazıt Yangın Kulesi, Yediku­le için de geçerlidir. İstanbul’u İstanbul yapan camiler, çarşılar, hanlar, tarihî köprüler, kapılar, meydan çeşmeleri, su kemerleri, bendler, saraylar, sahil sarayları, yalılar, camiler, hanlar, hamam­lar ve çarşılar için de…

resim_2024-09-01_000348700
Kızkulesi’nin en eski tasvirlerinden biri Matrakçı Nasuhî’nin Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Hümayun adlı albümünden.

GERÇEKLE HAYAL ARASINDA KIZKULESİ

Yapının ilham verdiği hikayeler, masallar, hurafeler

Kızkulesi hakkında rivayetlerden arındırılmış pek az şey yazılmış. Bu zarif kule uzun yıllar içinde onlarca hikayeye ilham kaynağı olmuş; İstanbulluların hayalgücünü harekete geçirmiş.

Anlatılan hikayelerden birine göre, Üsküdar’ın Kızkulesi’ne yakın burnunda Atinalı general Kharis’in karısı Damalis gömülüymüş. Mezarın üstünde de bir öküz heykeli ve bir yazıt varmış. Buraya Damalis burnu denirmiş. Denizin üstündeki kayaya ilk kuleyi İmparator Manuel Komnenos yaptırmış. Boğa­zı kapatan zincirin bir ucu bu kaleye bağlanmış. Sözde, kayanın altından karaya bir tünel bağlantısı ile bir de tatlı su kaynağı varmış.

İnciciyan (19. yüzyıl) deniz durgunken kıyıya bağlı bir duvarın izlerinin görün­düğünü yazmış.

Evliya Çelebi de bir kral kızı ile Üs­küdar’ı fetheden Battal Gazi arasında geçen aşk hikayesini buraya yerleştir­miş. Güya Battal Gazi, Üsküdar kıyıla­rında bağ-bahçe yetiştirirmiş; bunlara Battal Bağları, Ali Bahadır Bağları denirmiş. Battal Gazi’nin korkusundan deniz üstündeki kayaya büyük bir kale yaptıran Üsküdar Tekfuru, kızını kıymetli çeyizi ile beraber bu kaleye yerleştirmiş. Battal Gazi, Halep seferinden dönünce bir kayıkla kaleye geçip kızın hazinesini zaptetmiş. Sonra iki rekat namaz kılıp “İlahi burayı Mehmed Efendimize mü­yesser et ki İstanbul mamur ve abadan olsun” demiş. Sultan Mehmed İstanbul’u alınca bu kaleyi yıktırıp yerine bir kule yaptırmış.

Evliya Çelebi kendi dönemindeki kuleyi şöyle anlatıyor: “Karadan bir ok menzili kadar uzakta, dörtköşe yüksek ve güzel bir yapı olup 80 zira yüksekli­ğindedir ve çevresi 200 adımdır. İki ta­rafa açılan demir kapısı vardır. Dizdarla beraber 100 nefer, kıyıda da 40 pare balyemez toplar ve ayrıca bir cephane­liği vardır”.

resim_2024-09-01_000432249
1970’li yıllarda Kızkulesi’nin bir gece görüntüsü. (CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ)

Sonraları kulenin bir köşesinde gemilere yol göstermek için kandil yakılmaya başlanmış. 1719’da bu kandilden çıkan kıvılcımlardan kule yanmış. İbrahim Paşa da Kızkulesi’nin yerine Fenerbahçe’de başka bir kule inşa ettirmiş.

1. Mahmud’un Kızlarağası Beşir Ağa suçlu bulununca ansızın dairesinden alınıp Kızkulesi’nde hapsedilmiş. Sonra bir gece tersaneden bir çektiri ile ku­leden alınıp sürgüne gönderilecekken, hava muhalefetinden kuleye yakla­şılamamış. Bunun üzerine padişahın ikinci bir emri ile Beşir Ağa’nın boynu vurulmuş, saraya getirilen başı kap önündeki ibret taşına konmuş (Hicri 1165- 1752). Dönemin bir şairi bu olay için tarih düşürmüş:

“Erbab-ı zulmü kıldı izale / düştü tarih def-i mezalim”

resim_2024-09-01_000438196
Arkada Topkapı Sarayı’nın göründüğü bir Kızkulesi manzarası. (CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ)

Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa da 1755’de 3. kez görevinden azledile­rek burada idam edilecekken Valide Sultan’ın şefaatiyle cezası sürgüne çevrilmiş.

1241’de Kızkulesi’nin önünde bir deniz kazası olmuş. Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa, donanma ile Akdeniz’e açılırken geride kalan gemiler de Haliç’ten çıkmış; Çakmak Ahmet Bey komutasındaki Küh-u Revan gemisi Kızkulesi’ne çok yakın geçerken karaya oturmuş. Dolayısıyla Ahmet Kaptan da utanç deryasında boğulmuş; katledile­cekken sürgüne gönderilmiş.

1839’da Tavaffushane Nezareti kurulunca Kızkulesi de bir süre karanti­nahane olmuş.