Kasım
sayımız çıktı

Köroğlu ve kır at: Destandan tarihe

Rivayet ile tarih arasında doğrudan bir paralellik kurma çabaları genellikle sübjektif kriterlere dayanır. Türkiye’den Orta Asya’ya kadar geniş bir alanda destan ve hikâyelerde yaşatılmış bir kişilik olan Köroğlu, tek bir tarihî kişiliğe indirgenebilir mi?

Geçen sene sonlarında Hürriyet gazetesinde “Bolu Köroğlu Ormanları’ndaki 51 bin hek­tar alanın turizm yapılaşmasına açılması kararına karşı çevre mücadelesi başlatıldı” diye bir yazı vardı. İlhamını tarihte de zulüm ve adaletsiz­lik karşısında direnişe geçmiş Köroğlu’ndan alan bu yazı, “Yetiş Köroğlu” başlığıyla sunulmuştu (1 Kasım 2015).

Bu yazıda Köroğlu ormanları için direniş hareketi ile ta­rihteki Köroğlu algısına değinilmesi, bugünü tarihî bağlam içinde anlamak açısından nadir örneklerden birini oluşturu­yordu. Ancak yazıdaki, “Köroğlu’nun 450 yıl önce Bolu Bey’ine karşı, “Alnımıza kara yazı yazıldı/Tüfek icat oldu mertlik bo­zuldu diyerek çıktığı dağlar” ifadesi ile efsane tarih olmuş izle­nimi uyandırmaktaydı.

Burada Türkiye’den Orta Asya’ya kadar geniş bir alanda destan ve hikâyelerde yaşatılmış bir kişilik olan Köroğlu’nu, tarihî olgularla teke indirmek ve destandan tarih yapmak eği­limi ile karşılaştığımızı söylemek mümkündür. Bizim gibi söz­lü geleneği yoğun olan bir kültürde mitoloji, destan ve tarih arasında ayırım yapmak, sanırım yazan kişinin bilgisi, görgü­sü ve siyasi seçimlerinin toplamı ile ilişkilidir.

Aslında Köroğlu Destanı üzerinde çalışmaları ile dünya­ca tanınmış Pertev Naili Boratav, hikâye olarak gördüğü bu destan parçalarının farklı rivayetlerini incelemiştir. Özellikle Köroğlu Destanı’nın 1931’de yayımlanmasından çok sonra ya­zılmış olduğu görülen İslâm Ansiklopedisi “Köroğlu” madde­sinde, Boratav mühimme defterlerindeki bilgilere göre 1590 yıllarında “Bolu civarında Köroğlu Ruşen adını taşıyan bir eşkıya zuhur etmiş” der ve devam eder: “16. yüzyıl saz şairi Kör-Oğlu ile hikâyelerin kahramanı ve Celâli eşkıyası Kör-Oğ­lu’nun aynı şahıs olduğunu da, aksini ispat edecek vesikalar çıkmadıkça kabul edebiliriz”.

Boratav, “babası kör edilmiş ve bu zülmün intikamını al­mak için zalimlere karşı ayaklanmış daha eski kahramanla­ra dair Ön Asya sahasında söylenegelmiş rivayetlerin yeni bir anlam kazanarak bu Celâlinin adı etrafında toplanması, yeni kahramanın adı Kör-Oğlu olduğu için güç olmamıştır” ifade­sini kullanır ve Köroğlu odaklı bu hikâyelerin zaman içinde bu topraklarda geliştiğini bize gösterir.

Öte yandan Bolu Beyi’ne karşı dağa çıkan Köroğlu motifi, bütün rivayetlerde görülmemektedir. Daha zi­yade İstanbul ve Elazığ rivayetlerinde bulunmakta­dır. Kısacası bizler İstanbul hikâyesini biliriz ve bunu genelleştiririz. Tüfek meselesi ise Elazığ, Maraş riva­yetlerinde görülür. Gümüşhane rivayetinde ise daha ayrıntılı bir şekilde “Köroğlu zamanında delikli demir yoktu; ok, süngü harbi olurdu. Delikli demir çıkınca mertlik bozuldu, Köroğlu bizim gibi hırsız oldu,

Delikli demir çıktı mertlik bozuldu

Eğri kılıç kında paslanmalıdır

diyerek dünyadan gitti” denmektedir.

Bir de bunların yanında Boratav’ın da değindiği, ama her­halde Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi’nde özenli bir şe­kilde işlediği “kır at” motifi vardır. Kır at bütün rivayetlerde görülmektedir. Azerî rivayetinde kır atsız Köroğlu acınacak hallere düşer. Hatta elinden kır atını kaçırdığı ve kaybettiği zamanlarda da bizim Köroğlu değirmenci olur ve bütün müş­terilerin getirdiği tahıl ile ne kendini ne de doru atını doyura­maz, nihayet her şeye razı olup ne yaptığını bilmeyen bir adam gibi, bir yük kamışla Çamlıbel’e, “Deliler”in yanına döner. Atın bu suretle gitmesine Deliler epeyce kızmışlardır. Hepsi Köroğ­lu’nu terketmeye karar verir. O zaman Köroğlu bir ay müddet ister; kır atı alamazsa dönmeyeceğini söyler ve üzüntüsün­den üç gün yüzükoyun yatar. Burada da üç gün süren Paskalya yortusunda Papa’nın yüzükoyun yatması, bize Köroğlu’nda bir Hıristiyanlık motifi ile de karşı karşıya olduğumuzu gösterir.

Kısacası Köroğlu’nu Köroğlu yapan kır attır ve kır atsız bir Köroğlu düşünülemez. Kır at ise gölden (bazen deryadan) çı­kıp bir bazen iki aygırın aştığı kısraklardan doğan çok özel bir attır. Bütün rivayetlerde görülen Kır at sözkonusu olduğunda, onun derya, göl, dere, kısacası su ile ilişkisi birçoğunda görülür (NTV Tarih, sayı: 42). Orta Asya efsanelerinde gölden çıkan bazen de kan terleyen bu atlar, çeşitli isimler altında bizi Çin’e kadar götürür. Kır atların uçanları ise Pegasus olarak bugün bizi her yere götürür.