Kasım
sayımız çıktı

Layık olan mı seçilir ‘baş’a gelen mi çekilir?

CUMHURBAŞLANLIĞI SEÇİMLERİ VE TARİHTE BİAT

Tarihte lider olmak-seçilmek için çeşitli yöntemler kullanıldı. Unvanı ister kral, ister padişah veya imparator olsun, tarih onlar üzerinden yazıldı; kendilerine tanrısal özellikler bile yakıştırıldı. Modern zamanlarda ise “milli şef”lerden “büyük usta”lara geldik. Peki “başsız” bir toplum mümkün mü?

İnsanlık tarihinin en kadim sorunlarından biri tanrısal yetkilerle donatılmış yöneticilerle sayıları kum taneciklerinden az olmayan sıradan insanların gündelik hayatlarını idame ettirmeleri sırasında meydana gelen gerilimdir. Henüz ilk kez ne zaman kimin çıkıp da “benim aklım bana yetmiyor ille de birileri beni rahatlatsın da şu kaderime sahip çıkmaktan beni kurtarsın” dediği bilinmiyor. Büyük bir ihtimalle tersi daha doğru: Birileri çıkıp başkalarının kaderine ambargo koymuştur, cebren ve hile ile!

Dünyanın dört bucağında özellikle tek dereceli yapılan “başkan” veya “başkanlık” seçimleri bu kadim tartışmayı alevlendirir. Sarkaç biat ve liyakat arasında salınırken “krallık veya başkanlık gibi bir kurum şart mıdır” diye sorulduğunda baldırı çıplakların haddini aştıkları söylenir. Biat edilen de liyakat sahibi olan da, aslında sıradan insandan farklı bir türmüş gibi sunulur.

Seçilmiş yöneticiler (ar- tık usulen de olsa seçilmemiş başkanlar pek kalmadı) “temsil” denen kutsallaştırılmış bir yetkiyi nereden almışlardır? Genel oyun içinde ne bulunmaktadır? İnsanlar seçerken seçtiklerini, şunu, şunu ve şu- nu yapmaları için mi yoksa akıllarına eseni yapmaları için mi seçerler? Tepedeki yönetici gerçekten sıradan insanın gündelik sorunlarını anlayabilir mi? “Dava”, sıradan insanların anlamaktan aciz oldukları kapalı kapılar ardında itiş kakış, olmazsa savaşla çözülebilecek bir kutsiyet kazanırken, böylesine bir hayat memat meselesinde bile bir referandum yapılarak hayatlarını vermek durumunda olanların fikri neden alınmaz? Ama yöneticiler de -öyle iddia ettiklerinde bile- gökten zembille gelmiyor, onlar da yaşadıkları toplumun haleti ruhiyesine uygun bir güzergahta dükkan açmışlar.

Almanya savaşı yitirmese, Versailles Antlaşması’yla sıkboğaz edilmese, savaş öncesi siyasi partiler onca itibar yitirmese, onbaşı Hitler milyonların tapınacağı bir lider olacağına kötü bir suluboya ressamı olarak kalabilirdi (insanlık için de en hayırlısı ancak bu olabilirdi).

Kenan Evren’i emekli olmaktan kurtarıp genelkurmay başkanlığına gelmesine neden, kendisinin bulunmaz bir hint kumaşı olması değil, zararsız görülmesiydi. Nice yöneticinin hayat hikayesi bir dizi tesadüfün çarpışmasını anlatır. Tarihi, yüceltilmiş insanların izinden okuma merakı, kötü polisiye romanlardaki katilin daha ilk satırlarda sırıtışı gibi cansıkıcıdır.

Ulu Hakan’la başlayıp “Hürriyet Kahramanı” cengaver Enver’le 20. yüzyıla başlayınca, “kurucu irade”li Ebedi Şef ’in ardından sanki o gayri mili imişçesine “Milli Şef ” dönemine geçilmiş; Menderes Londra uçak yolculuğunu “kazasız belasız” olmayan bir tarzda yaşayınca, kendisine olmadık şeyler vehmedilmiş ve bugüne dek tarih durağında hep kurtarıcılar beklenmiştir. “Kitaplar hep kralların adını yazar/Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?” demiş şair (Bertolt Brecht).

Çatalhöyük ise kralsız kaya taşıyıcıların dünyasını anlatır bize. O koşullarda mümkün olanın bugünkü teknik ve bilgi düzeyinde hayal olması mümkün mü? Türkiye gündeminin cumhurbaşkanlığı seçimine kitlendiği şu günlerde, tarih boyunca toplumların “baş”ına gelenlerin kullandıkları yöntemleri sergiliyoruz. Ve kronolojinin başında, neolitik dönemdeki Çatalhöyük örneğini de, mümkün bir ütopya olarak en sona yerleştiriyoruz.

DÜNDEN BUGÜNE EN TUHAF SEÇİM KRİTERLERİ

HAYRİ FEHMİ YILMAZ

Eskiden sandık yoktu. Cumhur yoktu, tabii cumhurun başkanı da yoktu. Kamuoyu araştırması, milli irade, Yüksek Seçim Kurulu, seçmen, seçim pusulası, mühür, sandık görevlisi yoktu. Hatta seçim bile yoktu. Ama kabileleri, soyları, boyları, kentleri, devletleri, imparatorlukları yine de birileri yönetirdi. Bugünkü aklımızın alacağı yöntemlerle seçilmeseler de, eski zaman yöneticilerinin meşruiyeti topluluğun muteber üyeleri tarafından kabul edilen kaynaklara dayanır, ardından “başa gelen çekilir”di. İşte size tarih boyunca zamana ve mekana göre değişen en tuhaf liyakat kriterleri.

Layık olan mı seçilir 'baş'a gelen mi çekilir?

Kendini Tanrı Saymak

En iddialı yüksek mevkii

Eskiçağdan itibaren iktidar sahipleri giderek Tanrı’nın oğlu olmayı yeterli görmemeye başladılar. Aslına bakılırsa, bizzat Tanrı olmak dururken, daha mütevazı bir makamla yetinmeleri için mantıklı bir neden de yoktu. Mısır firavunları Güneş Tanrısı Ra’nın oğlu ve Tanrı Horus’un beden bulmuş hali olarak görülüyordu. Ancak eski Mısır’da sadece hükümdarlar Tanrı olabiliyordu, olağanüstü genişlikteki hanedanın diğer fertleri sıradan ölümlülerdi. Roma’da da güçlü bir imparator kültü vardı. Hem iktidarda olan hem ebediyete göçen imparatorlar için devasa imparatorluğun her köşesinde yüzlerce tapınak ve çok daha fazla sayıda sunak inşa edilmişti. Tanrı-kralların bazıları bu kurguya kendileri de inanmış görünür. Ancak çoğu yemek yemek, tuvalete gitmek, sevişmek gibi sıradan ihtiyaçlarını giderirken muhtemelen insan olduklarını hatırlıyorlardı. Her insan gibi öldüklerinde ise tanrıların yanına gittiklerine inanılıyordu. Ankara’da Hacı Bayram Külliyesinin bitişiğinde hâlâ kısmen ayakta olan tapınak tanrılaştırılmış Augustus için inşa edilmişti.

Yetişkin erkek olmak

Bazıları daha eşittir

Yunan şehir devletleri Ege denizinin iki yakasında birbirinden çok farklı gelenekler yaratmıştır. Çoğu yerde zengin ve güçlü aileler ve tiranlar yönetime el koysa da MÖ 5. yüzyılda en parlak dönemini yaşayan bir yönetim anlayışı siyasetin geleceğini şekillendirmiştir. Adına Atina Demokrasisi de denilen ve bir tür seçkinler demokrasisi olan sisteme göre şehrin vatandaşları yönetimin her aşamasına katılıyordu. Ama vatandaş denilen elit zümre sadece yetişkin erkeklerden oluşuyordu. Kadınların, kölelerin ve şehirde yaşasalar bile yabancıların yönetime katılması söz konusu değildi. Kadın, vatandaşlık hakkını çocuklarına taşır ama kendisi kullanamazdı. Yetişkin erkekler şehir meclis binasında bir araya gelir, her konuyu tartışırlardı. Atina agora- larında boş oturup yönetime katılmayanlar için muhafız İskit köleler boyalı bir iple dolaşır ve elle dokunmalarının yasak olduğu elit vatandaşları o ip marifetiyle toplantılara getirirdi. Giysileri ipin boyasıyla lekelenen “kaçak” vatandaşlar ise utançlarından bir sonraki toplantıda hazır bulunmaya dikkat ederdi.

Layık olan mı seçilir 'baş'a gelen mi çekilir?

Zengin ve cömert olmak

‘Büyük adam’ çok eliaçık

Aslına bakılırsa tarih boyunca birçok yönetici iktidarı serveti ve eliaçıklığı sayesinde kazanmıştır. Yakın zamanlara kadar birçok kültürde kullanılan söz konusu başa geçme kriterinin, günümüzde dünyanın birçok yerindeki ileri demokrasilerde bile alttan altta devam ettiği konusunda ciddi iddialar bulunmaktadır. Büyük Okyanus’un birçok yerinde, özellikle Malinezya Adalarında ikamet eden halklar için ise sözkonusu ölçüt, “büyük adam” dedikleri bir çeşit siyasi önder aracılığıyla hâlâ yaşatılmaktadır. Mesela Yeni Gine’nin Kapauku halkının Tonowi adını verdikleri bir “büyük adam”ları vardır. Tonowi bu statüye çok çalışıp domuz ve diğer yerel zenginlikler biçiminde servet biriktirerek ulaşır. Lidere destek verenler, geçmişte onun lütuflarını hatırlayanlar ya da gelecekte ondan beklentileri olanlardır. Lider servetini paylaştıkça veya cömertçe dağıttıkça saygınlığı artar. Eliaçıklık burada liderlik için hayati bir önşarttır. Çünkü Kapauku halkı bencilce ve hırsla zenginleşen cimrilerden nefret eder. Böyle kişilerin servetlerinin yağmalanması amacıyla en yakınları tarafından öldürülmesi bu toplulukta az rastlanan vakalardan değildir.

Layık olan mı seçilir 'baş'a gelen mi çekilir?

Çokeşliliği orantısız abartmak

En kudretli (!) lider

İktidar için çok sayıda kadınla evlenmek her zaman iş yapan bir yöntem olmuştur. Farklı farklı kabilelerden, dini ya da siyasi gruplardan eş almak liderleri güçlendirmiştir. Afrika, Hindistan ve Amazonlardaki küçük topluluklarda gücüne eş yoluyla güç katma yöntemi epey abartılmıştır. Mesela bugünkü Orta Afrika’ya hâkim olan eski Buganda kralları her kabileden yüzlerce kadınla evlenir, o kabilelerin kendisine sadık kalmasını sağlardı. Bu yöntemin küçük bir yan etkisi vardı, kral ülkenin büyük bir bölümüyle akraba oluyordu.

Kente araba ile giren ilk kişi olmak

Sürprizden habersiz müstakbel kral

Bu, halkın iktidara getireceği kişiyi “takdir-i ilahi yöntemi”yle belirlediği durumların başka bir sürümüdür. En güzel örneği Gordias’ın hikâyesidir. Frig kabileleri iktidar için birbirleri ile uzun süre savaşır, ama bir sonuç elde edilemez. “Devleti yönetmeye en layık kişi kimdir” sorusunu kâhinlere danışmaya karar verirler. Kâhinler kentin kapısından arabası ile girecek ilk kişinin hükümdar olması gerektiğini açıklarlar. Arabası ile kente ilk giren Gordias olur ve kral ilan edilir. Asırlar sonra İbnü’l-Fakih aynı hikâyenin başka bir versiyonunu Bizans’a uyarlar. Bizans İmparatoru ardında kraliçe dışında hükümdarlığa uygun hiç kimse bırakmadan ölmüş. Bizanslılar komşu dağ geçidinden ilk geçecek kişiyi hükümdar yapmaya karar vermiş. Geçitten Etiyopyalı kaçak bir köle geçince onu kraliçeleriyle evlendirip tacı giymeye zorlamışlar. Eski bir Anadolu efsanesi burada hiç şüphesiz Müslüman Araplar tarafından Hristiyan Bizans’ı küçümsemek için, koskoca ülkede rastgele seçilen bir köle dışında hükmetmeye layık kimse olmadığını vurgulamak amacıyla yeniden kullanılmıştır.

Alt üzerinde boğazı sıkılmak

Hırıltıları yorumlayan şamanlar

Eski çağlarda yönetenlerin emeklilik hayalleri yoktur. Hükümdarlık ömür boyu süren bir iştir. Ama bu süreç fazla uzarsa yönetilenlerin içini sıkıntı basabilir. Bu nedenle eski Türk hükümdarları “Tanrı buyurduğu için kendi ku- tum (kutsallığım) olduğu için kağan oturdum” gibi ifadelerle iktidarlarının kaynağının tanrısal irade olduğunu vurgulamayı en garantili yol olarak görmüştür. Halk buna bir dereceye kadar saygı göstermiş ama müstakbel kağanın hayırlı bir tercih olup olmadığını teste tabi tutmayı da ihmal etmemiştir. 7. ve 9. yüzyıl kaynaklarına göre Göktürkler ve Hazarlarda kağan adayı bir keçe üzerinde havaya kal- dırılır, kendi etrafında dokuz kez döndürüldükten sonra atına bindirilirdi. Boynuna ipek şal sarılıp şuurunu kaybedinceye kadar boğazı sıkılırken ona kaç yıl hüküm süreceği sorulurdu. Çıkardığı hırıltılardan şamanlar bir anlam yakalamaya çalışır, kağanın verdiği süre biter bitmez de yeni bir kağan seçerlerdi. Birçok hizip ve rakibin bu hırıltıları olası en kısa süre şeklinde yorumlama eğiliminde olduğu kesin gibidir.

Layık olan mı seçilir 'baş'a gelen mi çekilir?

Ülkeye köle olarak gelmek

Paralı askerlikten yüksek makama

Paralı akserlerin Abbasi- lerden (750-1258)) itibaren İslam devletinin ordularında istihdam edildiği bilinir. Özellikle Orta Asya ve Karadeniz’in kuzeyinden İslam coğrafyasına getirilen gençler burada özel bir eğitime tâbî tutulmuşlar ve devletin ordusunu oluşturarak bölge halkından ve kendi soylarından uzak ama hükümdara sadık bir grup olmuşlardır. Sayıları artıp güçlenince İslam dünyasının iki ayrı bölgesinde yönetimi ele geçirmişler ve Hindistan (1206-1398)ile Mısır’da (1250- 1517) Memlükler denilen devletler kurmuşlardır. Bunlar yöneticileri oldukları ülkeye köle olarak adım atmışlar ama hiç şüphesiz yüksek mevkilere gelmeden önce azat edilmişlerdir. Memliklerin bazıları iktidar haklarını oğullarına geçirmeye çalışsa da ekseriyetle başarılı olamamışlar, ülkeye getirilen ve seçkin emirler tarafından yetiştirilen genç asker köleler arasından sivrilenler zamanı gelince iktidarı ele geçirmişlerdir. Asırlar boyunca Mısır ve Suriye’nin yerli halkı iktidara talip olamamış, yönetimi eski kölelere bırakmıştır.

Tahtı gasp etmek

Eski zaman darbecileri

Gasp, tarih boyunca her yerde iktidara giden en kestirme yol olmuştur. Önce krallık, sonra cumhuriyet en sonra da Sezar ile Augustus dönemlerinde imparatorluk olan Roma Devleti, gaspı favori iktidara gelme yöntemi olarak benimsemiştir. İmparatorlar zaman zaman hanedanlar oluşturmuşlar ama genellikle askerler iktidara el koymuşlardır. Örneğin 235-285 yılları arasında yaklaşık 18 imparator tahta çıkmıştır. Bu dönemin gaspçı imparatorlarının gerçek sayısı belki de hiçbir zaman tam olarak bilinemeyecek.

Efsanevi bir atası olmak

Sahte soyağacı ile meşruiyet

Saygın ve eski bir aileye ya da mitolojik kahramanlara dayanan bir soya mensup olmak yönetime gelebilmek için her zaman çok önemli olmuştur. Bu yüzden eski çağlarda birçok yönetici iktidarını, sahte soyağaçlarıyla çok eski ve köklü ailelere dayandırarak meşru kılardı. En meşhur mitolojik ataların başında, Homeros destanında yağmalanan Troia kentinden kaçan Aenes gelir. Bu firari zat, İlkçağda Romalılar, Ortaçağlarda İtalyan, Fransız hanedanları için efsanevi bir ortak ata haline geldi. Daha yakın zamanlarda Kutsal Roma Cermen devletinin hanedan üyeleri birçok ülkeye kral oldular. Bourbon (Fransa, İspanya, Lüksemburg), Savoia (İtalya, Fransa, İspanya), Habsburg (Almanya, Avusturya, Macaristan) hanedanları en meşhurlarıdır. 1821’de Yunanistan bağımsız bir devlet olduğunda Bavyeralı bir soylu olan Otto kral ilan edilmişti. Bu hanedanın bayrağı da hâlâ Yunanistan bayrağıdır. Benzer şekilde devletler kurulunca Romanya, Yugoslav- ya, Bulgaristan’a da Avrupa hanedanlarından krallar bulunmuş, ama bunların hükümranlığı pek uzun ömürlü olmamıştır. Fransız devrimi ile sarsılan monarşiler, I. Dünya Savaşı sonrasında gerilemiş ve II. Dünya Savaşı’nın ardından büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.

Layık olan mı seçilir 'baş'a gelen mi çekilir?

İktidar emanetçisi bir kadınla evlenmek

Dört kocasını tahta çıkardı

Eski ve Ortaçağlarda -hatta maalesef oldukça yakın çağlarda da- birçok kültürde kadınlar yönetici olarak yetersiz ve uygunsuz görülmüş- tür. Ancak hükümdar ailelerinin kızları sahip oldukları ama kullanamadıkları iktidar hakkını evlendikleri erkeklere aktarabilmiştir. Bizans tarihinde bu konuda birçok örnek vardır. Ama en etkileyici örnek 11. yüzyılda Makedonyalılar sülalesinin son temsilcileri olan üç prensesin durumudur. Babaları 1028 yılında ölünce kızlardan bir aristokrat ya da bir asker ile evlenmeleri istenmiş ancak sadece o sırada 40 yaşlarında olan en küçük kız Zoe bu işe gönüllü olmuştur. Zoe, III. Romanos Argiros (1028- 1034) ile evlenerek onu tahta çıkartmıştır. Ardından hızını alamamış, sırasıyla IV. Mikhael (Paflagonyalı 1034 – 1041), V. Mikhael Kalafates (1041- 1042) ve son olarak da IX. Konstantinos Monomakhos (1042-1055) ile evlenerek onları hükümdar yapmıştır.

Layık olan mı seçilir 'baş'a gelen mi çekilir?

Tanrı’nın oğlu olmak

Zeus sağolsun

Devletler büyüyüp güçlendikçe, iktidarda gözü olanlar kendilerini topluma kabul ettirmek için daha kapsamlı projelerle ortaya çıkmışlardır. Tanrıların tercihi olmanın yanı sıra artık onların oğlu ol- mayı iddia etmek popüler hale gelmiştir. Bizzat Tanrı olan babanın dünya işlerini düzene koyan oğlu olma fikri daha ilk günden çok tutmuştur. Eski Yunan şehirlerinin yöneticilerinin hemen hepsi kendilerini Zeus, Apollon, Hermes gibi mühim tanrıların çocukları sayıyordu. Girit adasının efsanevi kralı Minos, Zeus ile Europe’nin oğluydu. Benzer şekilde eski Anadolu’da Hitit, Mezopotamya’da Sümer ve Uzak Doğu’da göğün oğlu kabul edilen Çin hükümdarlarının da tanrıların soyundan geldiği kabul ediliyordu. En meşhur Tanrı oğlu, Hıristiyan inancındaki İsa-Mesih’dir. Tanrı’nın oğlu olarak nitelense de, Hıristiyan inanışına göre İsa bir yandan da tanrıdır.

Nehirde sepet içinde bulunmak

Fırat sularında kutsal yolculuk

Eski çağlarda iktidarın en belirleyici kaynağının tanrısal irade olduğu inancı oldukça revaçtaydı. Doğrudan dile getirilmeyen bu inanış genellikle renkli hikayelerle ima edilirdi. MÖ 2334-MÖ 2279 yılları arasında hüküm süren ve Mezopotamya’da dünyanın en eski krallıklarından birini kurmayı başaran Agade (Akkad) kentinin kralı Büyük Sargon’un hikayesi bunların en ünlülerindendir. MÖ 8. yüzyılda çivi yazılı bir tablet üzerinde bulunan bir şiir Sargon’un bir rahibeden doğma olduğunu belirtir. Zamanın ilginç fakat acımasız bir adetine göre dünyaya tanrılarla rekabete girecek soylar getirecekleri endişesiyle rahibelerin çocukları öldürüldüğünden, Sargon’un annesi onu gizlice doğurur ve bebeği ziftlenmiş bir sepetin içine koyarak Fırat nehrinin sularına bırakır. Efsane bu ya, sarayın sarnıçlarına su çeken hizmetkar onu bulur ve büyütür. Agade kralı bir savaşta yenilip güçsüz düşünce, Sargon onu devirir ve iktidarı ele geçirir. Tarihte sepet içinde iktidara yüzen bir başka meşhur şahsiyet de Musa peygamberdir. O da maceralı bir nehir yolculuğuyla tüm İbrani çocukların öldürülmesini emreden firavunun sarayına ulaşır ve orada büyür. Zamanı gelince de halkının başına geçer.

Layık olan mı seçilir 'baş'a gelen mi çekilir?

Eline akraba kanı bulaştırmak

Kanlı entrikalar

Özellikle büyük imparatorluklarda iktidarı ele geçirmek için baba, oğul, kardeş gibi yakın akrabalara kıyılması tarihin kanıksanmış vakalarındadır. Roma-Bizans, Arap, Hint, Çin saraylarından sayısız örnek sıralamak mümkündür. Osmanlı hanedanı da kanlı entrikalar konusunda onlardan hiç geri kalmaz. Yakın akraba kanı dökme mevzuunda siftahı amcası Dündar Bey’i öldüren Osman Gazi yapmıştır. Oğlu I. Murad 1362’de tahta çıktığında kendi oğlu Savcı Bey ile isyana kal- kıştıkları rivayet edilen kar- deşleri Halil ve İbrahim’i ortadan kaldırarak ilk oğul ve kardeş katline imza atmıştır. 15. yüzyıldan itibaren saltanatın varlığını sürdürmesini sağlama alma gerekçesiyle kardeş katli Fatih Kanunnamesi’yle kurumsallaştırılmıştır. Böylece nice kardeşler, oğullar, amcalar, yeğenler, babaanneler hatta torunlar hünkarın iktidar hırsına kurban gitmiştir. Kardeş öldürme rekoru 1595-1603 yılları arasında hüküm süren III. Mehmed’e aittir. Tahta çıkar çıkmaz ilk işi 47 kardeşinden erkek olan 19’unu boğdurmak olmuş, ölümünden bir yıl kadar önce ise 16 yaşındaki oğlu Şehzade Mahmud’u da öldürterek listesini zenginleştirmiştir.

Önceki liderin reenkarnasyonu olmak

66 gün sonra gelen işaret

İç Asya’da Tibet kültür coğrafyasında Budist inancın dini lideri olan Dalai Lama 14 kuşaktır özel bir yöntemle seçilmektedir. Dalai engin, sonsuz, sınırsız; Lama ise bilge anlamına gelir. İnanışa göre “Sınırsız Bilge” Dalai Lama genellikle ölmeden nerede tekrar dünyaya geleceğini bildirir ve ölümden 66 gün sonra dünyaya bir bebek olarak geri döner. Din adamları Lama’larının belirttiği bölgeye gider, yeni doğmuş bebeklerin hepsini kontrol eder ve Dalai Lama’nın göndereceği bir işareti tespit etmeye çalışır. Seçim genellikle çocukların önlerine konan nesnelere, oyuncaklara gösterdikleri ilginin yorumlanması yoluyla yapılır. Günümüzde Çin işgali nedeniyle Tibet dışında, Hindistan’da yaşayan Dalai Lama Tenzin Gyatso iki yaşında bulunmuş, 13. Dalai Lama’nın reenkarnasyonu olarak kabul edilmiş ve rahipler tarafından yetiştirilmiştir. Dini ve siyasi liderlik görevine 1950 yılında 15 yaşında başlamıştır.

Layık olan mı seçilir 'baş'a gelen mi çekilir?

Kız kardeş ile evlenmek

Babasının çiçeği (!)

İktidara gelmek ve onu elde tutmak hiçbir zaman kolay bir iş olmamıştı. Bazı dönemlerde, kimi hanedanlar sahip oldukları gücü başka ailelerle paylaşmamak için çocuklarını birbirleriyle evlendirmeyi tercih ediyorlardı. Böylece dünyaya getirilen çocuğun hem annesi, hem babası kral soyundan oluyordu. Halikarnasos’ta kendileri için muhteşem bir mezar anıtı yaptıran Karya uygarlığının yöneticileri Mousolos (MÖ 377-353) ve kız kardeşi olan eşi Artemisia da iktidarın aile içinde kalması için bu şekilde evlenmişti. Mısır firavunlarının çoğu kız kardeşleri ile evliydi. Mısır’ın en meşhur kraliçelerinden “babasının çiçeği” anlamındaki Yunanca ismiyle meşhur Kleopatra (MÖ 69-30) iktidara gelebilmek için babasının vasiyeti gereğince erkek kardeşi ile izdivaç yapmıştı.

Yandaş hakemden yüzük

Hile ve pişkinlikle hilafet iddiası

İslam dünyasında peygamberin vefatından sonra yöneticiyi belirlemek için başlangıçta ümmetin önde gelenlerinin seçimi esas olmuş, ilk dört halife böyle seçilmiştir. Ancak baştan beri tartışmalara neden olan bu yöntem günümüze kadar devam eden bir mücadeleye kaynaklık etmiştir. Hazreti Ebu Bekir (632- 634), Hazreti Ömer (634-644) dönemleri nispeten sakin geçmiş fakat Hazreti Osman (644-656) döneminde tartışma yerini kargaşaya bırakmıştır. Onun öldürülmesinden sonra Medine’de Hazreti Ali (656-661) halife seçilmiş ancak Şam valisi Muaviye buna itiraz etmiştir. Ordular karşı karşıya gelmiş ama bir sonuç elde edilemeyince birer hakem belirlenmesi ve bu hakemlerin kararına uyulması kararlaştırılmıştır. Rivayete göre hakemler başka birini halife seçmeye karar verince, Hazreti Ali’nin hakemi halifelikten feragat ettiklerini belirterek yüzüğü onun parmağından çıkartmıştır. Oysa Muaviye’nin hakemi anlaşmaya uymamış, yüzüğü parmağına takarak Muaviye’yi halife ilan etmiştir. Hazreti Ali’nin hakemi aldatıldığını söylese de iş işten geçmiş, Şam valisi halifelik iddiasında ısrarcı olmuş, Hazreti Ali’nin öldürülmesinden sonra da bu makama oturmuştur.

Layık olan mı seçilir 'baş'a gelen mi çekilir?

Ve lidersiz toplum: Çatalhöyük

‘İleri demokrasi’ 9.000 yıl önceydi…

Orta Anadolu’da Neolitik yerleşimlerde aşağı yukarı birbiriyle aynı boyutlarda, dar ve bitişik nizam konutlarda yaşayan insanlar eşitlikçi temelde bir toplumsal yapı geliştirmişlerdir. Çatalhöyük (MÖ 7400 – MÖ 6200) bunların en çok araştırılanlarındandır. Çatalhöyük’te günümüzden yaklaşık 9.000 yıl önce yerleşim başlamış ve yaklaşık 1.000 yıl boyunca benzer şartlarda ve dışarıdan tehdit edilmeden devam etmiştir. Yerleşim bazı dönemlerde ve bazı tabakalarda 3.500 ila 8.000 kadar insan aynı anda bir arada yaşamıştır. Ancak höyükte muhtemel yöneticilerin yaşayacağı diğerlerinden farklılaşan seçkin konutlar, biraraya gelip toplanılacak geniş alanlar yoktur. Günlük yaşam, ibadet, üretim evlerde gerçekleşir. Ölüler bile evlerin zeminine gömülür. Hiç şüphesiz topluluğun bütününü ilgilendiren kararlar için ihtiyarlar heyeti gibi bir danışma ve yönetim heyeti olmalıdır. Ancak bunun bile açık bir kanıtı bu- lunamamıştır. Çatalhöyüklüler bir arada yaşamanın bugün unutulan daha eşitlikçi bir yöntemini uyguluyor gibidir.

Layık olan mı seçilir 'baş'a gelen mi çekilir?