Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Sultan Abdülhamid’in pırlantalarını kim aldı?

II. Abdülhamid’in ölümünden sonra birçok söylenti çıkmıştı. Kızları Ayşe ve Şadiye Sultan, hatıralarında padişahın hep yanında taşıdığı ve “su çantası” görünümündeki çantanın İttihatçılar tarafından gaspedildiğini ileri sürmüşlerdi. Arşivdeki belgeler bu iddiaları yalanlıyor.

Sultan II. Abdülhamid’in Selanik sürgününden dönüşünde yerleştirildiği Beylerbeyi Sarayı’nda 1918’deki vefatının ardından çeşitli söylentiler ortaya çıkmıştır. Bazı hatıratlar Abdülhamid’i yerin dibine batırırken, bazıları da onu yüceltmeye, İttihat ve Terakki mensuplarını toptan “hırsız” olarak göstermeye yöneliktir. İlk iddia, padişahlık zamanından beri yanından ayırmadığı çantasındaki bir miktar mücevher, altın, nakit para ve tahvilin İttihat ve Terakki yöneticileri tarafından çalındığı ima ve iddiasıdır. İkinci olarak Sultan Abdülhamid’e ait mühürlerin gasp edildiğine yönelik ciddi bir suç isnat edilmektedir. Dönemin kaynaklarında farklı beyanlar söz konusu olsa da Sultan Abdülhamid’in kızları Ayşe ve Şadiye Sultan’ın anılarında bu iki iddia şüpheye mahal vermeyecek kesinlikte ifade edilir.

Abdülhamid’in ölümünün ardından bir heyet tarafından geride bıraktığı mal ve eşyanın tespit ve dökümünün yapıldığı tereke mazbatası (solda) ile Beylerbeyi Sarayı’nda bulunan mühür ve madalyonların saklanmak üzere Topkapı Sarayı hazinesine gönderildiğinin belgesi.

Şadiye Sultan (1886-1977), Ayşe Sultan (1887-1960) yılları arasında yaşamışlardır. Şadiye Sultan’ın Babam Abdülhamid-Saray ve Sürgün Yılları, Ayşe Sultan’ın Babam Sultan Abdülhamid isimli hatıratları önce Hayat mecmuasında tefrika edilmiş, ardından kitap olarak yayınlanmıştır. Ayşe Sultan’ın hatıratını kaleme almasında Yılmaz Öztuna ve Nihal Atsız’ın yardımları olmuştur. Enver Paşa’nın “hırsızlığı”, bizzat kızları tarafından kaleme alınan hatıralarda dile getirildiği için, neredeyse sorgusuz sualsiz kabul görmüş ve bunların etkisi günümüze dek sürmüştür. Şimdi iki hatırattaki iddiaları, Abdülhamid’in vefatı ardından tutulan tereke mazbatasındaki bilgilerle mukayese edelim.

Bu hatıralarda birkaç çantadan bahsedilmektedir. Abdülhamid’in tahttan indirildikten sonra Selanik’e gönderildiği sıralarda ortadan kaybolduğu iddia edilen bir çanta vardır ki, konumuz olan “su çantası”ndan farklı bir çantadır. Esas “su çantası” ise Abdülhamid’in padişahlığı zamanında genellikle Haremağalarından Nadir Ağa’nın taşıdığı ve gözönünden ayırmadığı bir çantadır. Ayşe Sultan’ın annesi Müşfika Kadınefendi, bunu Yıldız’dan yola çıkarken Küçük Mabeyn Köşkü’ndeki masanın üzerinden alarak Selanik’e kadar getirmiştir. Abdülhamid’in ölümünde de Beylerbeyi Sarayı’nda ortaya çıkan çanta budur. Etrafa su termosu taşındığı izlenimi verilen çanta, aslında tıka basa mücevher, banknot, altın para ve tahvillerle doludur.

Ayşe Sultan’ın çantayı annesinin Selanik’e getirdiği iddiasına karşın Şadiye Sultan da sarı renkli “su çantası”nı Selanik’e getirdiğini anlatır. Babası Abdülhamid kendisine “bunda su yoktur, sudan daha mühim şey vardır. Bu hususu bilahare seninle görüşürüz” demiştir. Sonradan babası bir ananas hediye edecek ve Şadiye Sultan ananas paketini açtığında iki avuç dolusu pırlantanın yerleştirildiği bir küçük paket ve not kâğıdı bulacaktır. Kâğıtta “Su çantasındaki hakkın” yazılıdır ve Şadiye Sultan böylelikle o çantanın asli işlevini anlayacaktır.

Ayşe Sultan birebir yaşamadığı vefat ve ertesinde gelişen olayları rivayet yoluyla aktarır. Bu anlatıma göre babasının ölümünden iki gün sonra Enver Paşa’nın başında olduğu bir heyet Beylerbeyi Sarayı’na gelerek Abdülhamid’in cenazesinin çıkarılmasıyla mühürlenen odayı açtırır. Bütün dolapları karıştırır ve o meşhur çantayı bulur. İçinden çıkan mühürlü kutu olduğu gibi pırlanta doludur. Ayrıca çıkan bir tomar kâğıt ve Abdülhamid’in hatıra defterini Enver Paşa burup paltosunun cebine koyar: “Enver Paşa mühürleri sorunca mecburen annemde olduğunu söylemişler. Fakat annem mühürleri hey’ete vermemiş. Bunun üzerine kendisinin Beylerbeyi Sarayı’nda hapsolunacağı söylenerek tehdit olunmuş. O zaman annem, ‘mühürleri ancak büyük oğluna veririm’ deyip Mehmed Selim Efendi’ye teslim etmiş. Fakat bu defa da Mehmed Selim Efendi’ye tehdide başlamışlar.

Nihayet bir hâl çaresi bulunmuş: Mühürleri bir zarfa koyup açılmaması şartıyla Mehmed Selim Efendi’ye bırakmışlar. Fakat mühürlerin bir kopyasını kendileri alıkoymuşlar. Mühürlerin asılları, Mehmed Selim Efendi ölünceye kadar kendisinde kalmıştır. Öldükten sonra ne olduğu, kimin elinde kaldığı belli değildir”. Enver Paşa çantayı Sultan Reşad’a götürmüş. O da çanta içindekilerin evlatlarına taksim edilmesini emretmiş. Bunun üzerine Selim Efendi’ye teslim edilmiş ama alt tarafının kesik olduğu görülmüş. Buna rağmen evlatlarına onar bin, kadınlarına beşer bin liralık mücevher bölüştürülmüş. Ayşe Sultan yurtdışında olduğu için hakkını kasasına yatırmışlar.

Halife Abdülmecid’in fırçasından Abdülhamid’in tahtan indirilmesi, 27 Nisan 1909.

Şadiye Sultan’ın anlatımı da farklılıklarıyla birlikte buna yakındır. Mühürler, mücevherler, paralar, gasplar ve tehditlerle dolu bu ifadelerde çelişkiler fark edilebilir. Mühürlerin ayaküstü kopyasının yapılması nasıl mümkün olabilir? Yapılsa bile kopya mühür aslına asla benzemeyeceğinden ne işe yarayacaktır? Alt tarafı kesilerek içindeki mücevherlerin çalındığı iddia edilen bir çantadan arta kalan mücevherlerle 27 civarında mirasçıya adam başı 5-10 bin lira nasıl taksim edilebilmiştir?

Bu kısa alıntılarla naklettiğimiz mış’lı miş’li anlatımların ete kemiğe bürünmüş ifadeler içeren resmî belgelerle mukayesesini yaptığımızda ortaya çıkan tablonun bambaşka olduğunu gördük.

Ayşe Sultan’ın hatıra kitabı, çocukluğu ve yaşlılığı

Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bir dosyada Sultan Abdülhamid’in 10 Şubat 1918’de ölümünün ardından cenazesi çıkarılır çıkarılmaz odası ve dairesinin Hanedan-ı Saltanat Nizamnamesi uyarınca Saray Muhafızı Rasim Bey’in emriyle mühürlenmesinden itibaren yaşananları anlatan resmî bir “tereke mazbatası” mevcuttur. Ayandan Salih (sonradan Sadrazam olacak Salih Paşa), Şura-yı Devlet Mülkiye ve Maarif Dairesi Reisi Hazım (yazar Oktay Akbal’ın dedesi Ebubekir Hazım Tepeyran) ve Meşihat Müsteşarı Kamil Efendi’nin imza ve mühürlerini taşımaktadır. 16 Mart 1918 tarihli ve üç büyük sayfadan ibaret bu mazbataya göre kalabalık bir heyet 12, 16, 17, 20 Şubat ve 2, 12 Mart tarih- lerinde Abdülhamid’in terekesini tespit etmişlerdir.

Bu çalışmalarda Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa, Sadaret’in emriyle sadece ilk gün kısa bir süre bulunmuştur. Saray Muhafızları ve Harem Ağaları ile birlikte mühürleri sökerek Abdülhamid’in dairesine girmişlerdir.

Bütün çalışmalarda Hanedan-ı Saltanat Meclisi’nin görevlendirdiği Abdülhamid’in en büyük oğlu Selim Efendi, saray muhafızları, tereke görevlileri, eytam müdürü ve mazbatayı hazırlayan heyet üyeleri bulunmuşlardır. Ne kadar mücevher ve kıymetli kâğıt varsa heyetin gözü önünde tek tek sayılarak tespit edilmiştir. Darphane müteahhidi Arşod isminde bir mücevherci getirilerek kıymet takdiri yaptırılmıştır. Bu arada iri bir pembe elmasın aslında daha değersiz beyaz bir elmasın boyanmasıyla elde edildiğinin hilesi de ortaya çıkarılmıştır.

12 Mart günü bütün tespitler yapıldıktan sonra Hanedan Meclisi’nin aldığı karar gereğince bütün kıymetli evrak ve mücevher meşhur su çantasına tekrar doldurulmuş ve aile efra- dı dâhil olmak üzere orada bulunan yetkili zevatın mühürleriyle mühürlendikten sonra bir bohçaya sarılarak üstüne tekrar mühür vurulmuştur. Seyrisefain İdaresi’nden çağırılan bir istimbota muhafızlar eşliğinde binen aile reis ve vekilleri ile heyetin nezaretinde bohça Galata’da Osmanlı Bankası’na bırakılmıştır.

Bütün bu safhalarda Enver Paşa sadece ilk gün kısa bir süre bulunmuş ve mazbataya göre mühürlerle ilgili anlatılan hatıralara tamamen aykırı bir talebi olmamıştır. Zira teamül-i kadim üzere vefat eden padişahın mührü zaten Hazine-i Hümayun’a konulmak üzere alınırdı. Mühür iadesi ile ilgili muameleler sona bırakılmış, bir kısmı doğrudan Sadaret Müsteşarı Emin Bey’e teslim edilmiş, Kadınefendi tarafından oğluna verileceği belirtilen mühürler ise Şehzade Selim Efendi’ye Hanedan Meclisi’ne göstermek üzere emanet edilmiştir. En sonunda bütün mühürler Topkapı Sarayı Hazinesi Dairesi’ne teslim edilmiş olup makbuzları günümüzde Osmanlı Arşivi’nde bulunmaktadır. Mühürlerin asılları teşhirde olmasa bile Topkapı Sarayı’nda korunmakta oldukları şifahen teyit edilmiştir.

1960’da vefat eden Ayşe Sultan ile çok sık görüşen ve anılarının hazırlanmasında etkisi olan İsmail Hami Danişmend İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı eserinin Abdülhamid’in ölümünü anlattığı sayfalarında Ayşe ve Şadiye Sultanların anılarından iktibasta bulunmamıştır. Üstelik tereke tespit heyetinde bulunan Hazım Bey’in bu tespit çalışmalarındaki bir hatırasını nakletmiştir. Belki de Hazım Bey’den dinledikleriyle yukarıdan beri anlattığımız safhaların ayniyle vaki olduğuna emin olmuş ve acımasız bir İttihatçı düşmanı olmasına rağmen su çantasındaki mücevherlerin çalınması iddiasını diline dolamamıştır.

İttihat ve Terakki hükümetinin 1912’de çıkardığı Hanedan-ı Saltanat Nizamnamesi’ne kadar padişahlar çocuklarına miras bırakamazlardı. Ölen padişahın çocukları yeni padişahın insafına terkedilir, kendilerine tahsis edilecek maaş ve meskenlerle idare ederlerdi. Abdülhamid, ağabeyi Beşinci Murad’ın çocuklarına bu şekilde bakmıştır. Kendi çocukları da benzer bir duruma hatta sefalete düşebilirlerdi. Buna rağmen kendilerine ilk defa miras hakkını temin eden İttihat ve Terakki liderlerini acımasızca ve söylentilere kanarak hırsızlıkla suçlamaları da ibret alınması gereken bir durumdur. (1909 fiyatlarıyla 500 bin Osmanlı Lirasının (ekmek, peynir gibi temel tüketim malları cinsinden) satın alım gücü bugün yaklaşık olarak 150 Milyon TL’dir. Arazi ve gayrımenkul fiyatları cinsinden bugünkü değerler çok daha yüksektir).

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Devamını Oku

Son Haberler