Ekim 2024 Sayımız Çıktı

İşi ehline bırakan Türkler

Batıtürkler yerel halkın idaresini yerel beylere bırakmıştı. Bu türden bir yerel yönetim anlayışı Osmanlılarda da görülür. Yerel idare işin ehli olan kişiye, vergi toplama erki ise merkezî otoriteyi temsil eden mültezime verilirdi.

Tarihte Kadim Türklerin varlığından geç haberdar olmamıza rağmen, onlarla çok sıkı bir bağ kurduk. Orta Asya cumhuriyetlerinde de benzer duygularla karşılaşırız. Kurduğumuz bu bağ ise onların Türk adını taşıyan ilk devlet olmalarına dayanan şecereci bir bakış açısının sonucudur. Öte yandan Türk dili ve bu dille kendimizi ifade edişimiz de bu bağı güçlendirir.

Araştırmacılar genellikle Kadim Türklerin faaliyetlerini, imparatorluğun geniş sahalara yayılmasını daha çok siyasi tarih açısından ele almışlardır. Ancak o zamanki teknoloji ile bu kadar geniş alanlar nasıl idare ediliyordu? İdare merkeziyetçi mi yoksa ademi merkeziyetçi mi idi? Yönetimde finansman merkezde mi idi? Yoksa yerel yönetim kendi finansmanını kendi mi yaratıyordu? Yerel yönetimlerde idare kimin elinde idi? İşe bu açıdan bakınca Çin’in kuzeyinden Hazar Denizi’ne kadar geniş bir alanda hüküm süren Kadim Türklerin bu bölgeleri merkeziyetçi olarak idare etmeleri imkansız olduğuna göre, acaba yerinden yönetim mi yoksa yerel yönetim mi vardı?

Jonathan Skaff, 6.-8. yüzyıllarda Batıtürklerinin yerleşik alanların idaresini daha çok kendi kaynak- larını yaratan yerel yönetimlerle sürdürdükleri görüşündedir. Batı uçtaki Toharistan, Taşkent, Fergane gibi yerler, Türk hanedanı Aşina ailesinin artık yerleşik hayat içinde yaşayan üyelerince idare ediliyordu. Bunların başındaki yöneticiler ise daha çok yerel beyler ve üst tabakanın temsilcileri idi. Batıtürk idaresindeki beyliklerin başındakilere, “elteber” unvanı verildiğini biliyoruz. Yukarıda söz edildiği gibi elteberler Türklerden olduğu gibi, Hoço gibi yerlerde ise mahalli bey ailesinden gelebiliyordu. Ayrıca merkezî idare tarafından atanan “tudunlar”, elteberleri özellikle vergi (tartuk) açısından denetliyorlardı. Mahalli beyin ailesi tarım, ticaret gelirlerini idare ediyor, buralardan elde edilen gelirlerden Batıtürk idaresine belli bir miktar ödüyor, kısacası kendi kaynaklarını kendi üretiyordu. Ticaret yolları üzerinde bulunan beyliklerin geliri daha fazla idi. Bunların yanında Batıtürk idaresinin yerel idareci zümre üzerinde bazı kültürel etkileri veya yaptırımları da görülmektedir. Bu etkiler özellikle giyim kuşam alanında görülürdü. İdareci zümre Türkler gibi ceketlerini sola doğru ilikliyordu; Çinliler ise tam tersi sağa doğru. Öte yandan yerel idarecilerin saç tuvaletlerinde de Türk etkisi vardı. Çinli erkekler bugünkü Daoist rahipler gibi saçlarını tepelerinde toplarken, Türkler tek örgü veya örgüler şeklinde salıveriyorlardı. Batıtürklerine vergi veren yerel bey ailesinde erkek saçlarının Türk usulü olduğu görülüyor. Ancak bu türlü “kültürel” öğeler, halkın giyim kuşamında ve saçlarında yoktu.

Batıtürkler yerel halkın idaresini yerel beylerin uhdesinde bırakmıştı. Halk arasında zaman zaman bu tür Batıtürk etkileri görülse de, bunlar bu adetlerin uzun zamandan beri yaygın olarak kullanılmış olması ile ilgili idi.

İşi ehline bırakan Türkler

Bütün bu anlatılanlar bize bazı şeyler hatırlatıyor mu? Osmanlılarda da bu tür bir yerel yönetim usulü yok muydu? Hatta vergiler Anadolu’da da mültezimlere havale edilmiyor muydu? İşin ehli olan kişiyi yerel idareye, vergi toplama erkini sizi temsil edecek mültezime vermek…

İşin esası, bugün aile hayatımızda da sıklıkla gördüğümüz bir “davranış modeli”yle karşımıza çıkıyor: Eğer kardeşlerden biri, anne-babaya ve diğer büyüklere karşı yükümlülüklerini diğerlerinden daha özenle yerine getiriyorsa, diğer kardeşler “o nasılsa yapıyor” diyerek onun yükünü paylaşmaya pek yeltenmez. Ancak idari açıdan bakınca, en büyük oğlan çocuğuna belli sorumluluklar yükleyen kurallar yerine, burada işi ehline bırakmak, ona ve iş yapış tarzına karışmamak eğilimi görülmektedir. Genelde asiller sınıfının olmadığı Türk toplumlarında işi ehline bırakmak göçebe iken de yerleşik iken de en önde gelen bir prensip olmuştur. Tabii burada “işine öyle geldiği için işleri başkasına bırakmak” rahatlığının bulunduğunu da unutmayalım.