Amerikan askerlerine “vize” vermeyen TBMM, bundan tam 21 yıl önce, üstelik çok ciddi dış ve iç baskılara rağmen, Türkiye’nin ve bölgenin geleceğini değiştirecek bir karar aldı. Kimilerinin beklediği gibi bir ekonomik kriz yaşanmayacak, aksine Türkiye’nin itibarı yükselecek, AB ile müzakere sürecini başlatacak reformların önü açılacaktı.
Küresel sonuçları bakımından, Türkiye’nin yakın siyasi tarihinin en önemli ve çarpıcı olayı hiç kuşkusuz Türkiye topraklarının, Irak’ı işgal etmek için saldıracak ABD ordusu tarafından kullanılmasını öngören 1 Mart Tezkeresi’nin 2003’te TBMM’de reddedilmesidir. 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidara gelen, başbakanlığını Abdullah Gül’ün üstlendiği AkParti iktidarının en fazla zorlandığı kriz; ekonomi, Kıbrıs, Avrupa Birliği süreci gibi zor ve çetrefilli dosyalar bir yana, yaklaşan Irak savaşı ve 1 Mart Tezkeresi konusundaydı.
Irak’ta dünya barışını tehdit eden kimyasal ve biyolojik silahlar bulunduğunu iddia eden ABD, Irak’a bir askerî müdahalede kararlıydı ve kuzeyden kara harekatı için Türkiye topraklarından geçiş izni ve lojistik destek istiyordu. Savaşı önlemenin tek yolu, Irak’ın BM denetçilerine kapılarını açması ve işbirliği yapmasıydı. Ancak, Saddam Hüseyin buna kesinlikle yanaşmıyordu.
Başbakan Gül, bir yandan Saddam Hüseyin’i işbirliği yapmaya ikna etmek için yoğun bir diplomasi atağı başlatırken,diğer taraftan da ülke içinde tüm siyasi partilerle geniş bir istişare mekanizması kurdu. Bu esnada ABD yönetimi, Amerikan askerlerinin Türkiye’den geçişine izin verecek tezkerenin Meclis’te bir an önce kabul edilmesi için baskının dozunu arttırıyordu. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney sık sık arıyor ve “Gemilerimiz yolda. Daha fazla bekleyemeyiz. Tezkereyi bir an önce çıkarın” diyerek Ankara’yı sıkıştırıyordu. Ancak diplomatik nezaket kurallarını hiçe sayan asıl ve açık tehdit, 2002 Şubat ortalarında Ankara’yı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Elizabeth Jones’tan gelecekti:
“Tezkereyi reddederseniz ekonominizi mahvederiz”.
Meselenin bir çok boyutu vardı. Fiili boyutlarından bir ise, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ten gelen ve çok önemli bir noktaya işaret eden yazıydı: “Tezkere geçerse, yabancı askerlerin bulunduğu yerlerde, gidiş-dönüş güzergahı olan illerde Olağanüstü Hâl ilan etmemiz gerekir. Başka türlü muhtemel sorunların üstesinden gelemeyiz”. Bu, 6-7 ilde sıkıyönetim ilanı demekti. Olağanüstü Hâl uygulaması yeni kalkmıştı. Gül, yakın çalışma arkadaşlarıyla yaptığı toplantıda kaygılarını şöyle paylaşacaktı: “Olağanüstü Hâl’i yeniden uygularsak, yoluna koymaya başladığımız AB süreci biter. Askerin siyasette gücü artar. Özgürlükçü politikalardan güvenlikçi politikalara savruluruz. Başlattığımız reform süreci durur”.
AkParti de farklı görüşler vardı. Partinin önde gelen kimi isimleri, Bakanların çoğunluğu tezkere karşıtı bir çizgiye gelmişti.
Abdullah Gül, tezkerenin TBMM’de görüşülmesinden birkaç gün önce Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal’ı çağırdı ve tezkerenin kabulü veya reddinin Türkiye açısından siyasi, ekonomik ve askerî sonuçlarının ne olacağına dair kısa ve öz bir rapor hazırlamasını rica etti. Ziyal’in sunduğu rapor, tüm AkParti milletvekillerine dağıtıldı.
Artık yolun sonuna gelinmişti. 1 Mart’ta heyecan doruktaydı. Türkiye’de ve başta ABD olmak üzere tüm dünyada herkesin gözü-kulağı TBMM’ydi.
Oylamaya 533 milletvekili katıldı. 250 ret, 264 kabul 19 çekimser oy çıktı. AkParti 97 fire vermişti. Ajanslar önce sonucu, “Tezkere kabul edildi” diye flaş haber olarak geçtiler. Ancak, kısa sürede bunun ret anlamına geldiği ortaya çıktı; zira Anayasa’nın 96. Maddesi’nde öngörülen salt çoğunluğa ulaşılamamıştı.
Çıkan sürpriz sonucun yol açtığı gergin ve kaygılı ortam bir süre sonra değişti. ABD elbette çok kızmış, tepkisini Ankara’ya değişik kanallardan iletmişti. Ancak kimilerinin beklediği gibi bir ekonomik kriz yaşanmayacak, aksine Türkiye’nin dünyadaki itibarı yükselecek, AB ile müzakere sürecini başlatacak reformların önü açılacaktı.
Başbakan Gül’ü telefonla arayan Rusya Cumhurbaşkanı Putin, “Sizi tebrik ediyoruz. Tezkerenin reddiyle, Türkiye saygınlığını tüm dünyaya gösterdi” diyecekti. Bu gelişme özellikle AB açısından da çok önemliydi. Zira, AB içinde Fransa ve Almanya gibi önemli ülkelerin, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkma gerekçelerinden biri de şuydu: “Türkiye üye olursa, AB içinde ABD’nin Truva Atı olur. ABD’nin taleplerine ve yönlendirmelerine göre hareket eder”. Tezkerenin reddiyle bu algı kırılacak, Türkiye ile AB arasındaki üyelik müzakerelerinin başlatılmasında bunun önemli bir etkisi olacaktı.