Batı’da Jentilak, Tarttolo ve benzeri hayal ürünleri kollektif bilinçaltına yuva kurmuşlardır. Anadolu’nun gelenek havuzundaki Demirtırnak, Kulbastı, Karakoncolos ya da Tepegöz belki daha yöresel figürlerdir. Masal dünyasının alacakaranlık cephesinde çocukları “av” olarak gören figürler… Hänsel ve Gratel’den “şirin” Shrek’e…
Halklar, tıpkı insanlar, korkuyorlar. Beş kıtada üremiş kollektif korkuları kurcalıyor nicedir kültür tarihçileri, antropologlar. İri kıyım bir katalog. İçinde pek çok benzerlik taşıyan oysa biribirinden uzak, biribirinden habersiz yaşamış topluluklarda görülmüş yılgı simgeleri, figürleri. Benzer inanışlar, önlemler, çare arayışları.
Görece yeni örneklerine Dolores Redondo’nun üçüzlü romanında ve sinemaya uyarlamalarında rastladık: Bask mitologyasının Jentilak, Tarttolo ve benzeri hayal ürünleri kollektif bilinçaltına yuva kurmuşlardır. Anadolu’nun gelenek havuzundaki Demirtırnak, Kulbastı, Karakoncolos ya da Tepegöz belki daha yöresel figürlerdir; buna karşılık Heyulâ ya da Gulyabanî yaygın ölçekte tanınan ‘görünür görünmez’ varlıklar; dev-âsâ sıfatı dillere pelesenk, kimse anımsamıyor çekirdekte onun bir imge olarak beklediğini. Hüseyin Rahmi’nin Gulyabanî’si (1913) ile Halide Edip’in Heyulâ’sı (1909) edebiyata o damardan gelen eleştirel mesafeli yapıtlardır.
Son dönemde konuya ilişkin gelişkin tarihsel okumalar yapılıyor; ‘hayalet’ deposunun Uzak-Doğu’dan Batı’ya, kuzeyden güneye tarandığı çalışmalar peşpeşe yayımlanıyor. Onlara Jean-Claude Schmitt’in “daimon” figürünü kuşatan Gölgeler Manastırı’nı eklemek isterim.
Avrupa kültürünün bu bağlamdaki merkez ‘yaratığı’, Goethe’nin “Elfler Kralı” şiirinden (1782) Michel Tournier’nin Kızılağaçlar Kralı romanına (1970), ilkinden Schubert’in bestelediği Erlkönig lied’ine (1815), ikinciden Schlöndorff’un çektiği filme (1996) dolaşan ibliscil dev-âsa figürüdür; Ogre’uyla (1973) Jacques Chessex’in zincire önemli bir halka eklediği unutulmamalı.
Michel Tournier, romanıyla ‘tehlikeli sular’a son derece gözüpek, dalmıştı. Goethe’nin şiiri gerçi karanlık efsaneye ilişkin tohumu yansıtıyordu, ama romancı “çocuk etiyle beslenen” ifritle, sonunda çocukları askere alan Hitler’i özdeşleştirerek bir adım öteye geçti. Buna karşılık, yalınkat bir anıştırmayla yetindiği söylenemezdi Tournier’nin: Çağrışım alanında, günümüzde veba boyutları aldığını gördüğümüz pedofilinin özündeki altedilmez sapkı da, üstü yarıyarıya örtük, yer tutmuyor muydu?
Türkçeye Yaşar Avunç’un Kutsal Ruh (Ayrıntı Yayınları) başlığıyla çevirdiği Le Vent Paraclet’de, yazar, bir üst-kitap kurmuş, kitapları üzerine bir kitap yazmıştı. Kızılağaçlar Kralı’na ayırdığı uzun parçada, romanında örtülü biçimde sokulduğu uç konulara biraz daha açıklık getirir. Kahramanıyla Hitler arasında, görünüşte eğretileme boyutundaki “çocuk yemek” temasını burada genişletir ve işin içine cinsel yüklemeleri katar.
Goethe’nin ünlü “Elfler Kralı”ndaki “sevdim seni ben, tatlı yüzün büyülüyor beni” dizesini “seviyorum seni, gövden ayartıyor beni” diye dönüştürür Tournier; çünkü mitolojik devin niyetinin tensel olduğu kanısındadır. Bu bakışaçısının, ‘çocuk’ ekseninde toplumun üyeleri arasında son dönemde belirgin yükseliş gösteren, hem Okul-Aile bağlamında, hem ruhanî (!) kurumlar çerçevesinde yaşananlara ışık düşürdüğünü düşünüyorum.
Tournier, çocuk korosuna da, canalıcı bir yapıt üzerinden yönlendiriyor okurunu: Karlheinz Stockhausen’in kayıtlara ‘elektronik musikinin ilk başyapıtı’ ünvanıyla geçen, 1955- 56 arası Köln’de seslendirilen Gesang der Jünglinge’si (Gençlerin Şarkısı), Kutsal kitabın Danyal Peygamber hikayesinin bir bölümünden esinle bestelenmiştir. 12 yaşındaki çocuk soprano sesi için tasarlanan yapıtın en yeni versiyonlarına Youtube’den ulaşılabiliyor (13 dakika, 14 saniye).
Bu yapıt da, yakın tarihte Katolik kilisede ve bizdeki tarikatlarda ortaya çıkarılan, olağandışı boyutlardaki cinsel taciz vakalarının odak noktasında “koro” çalışmalarının (ve “kurs”ların) yeralması nedeniyle kehanet özellikleri taşıyor.
Dev-âsâ kavramı ve çeşitlemelerinin soykütüğünde masal dünyasının alacakaranlık cephesi ana rolü üstlenmiş. Bütün sözlü kültürlerde saflığı temsil eden çocukları av olarak gören dev daimon’lara rastlanıyor.
İnsanoğlu, besbelli o “figür”lerin arkasına saklanarak sapkınlıklarını maskeleme yolunu tutmuş. Yazıya geçmiş en eski kaynaklardaki örneklerin başında gelen Kutsal Kâse Masalı’nda bir “dev-âsâlar diyarı”ndan sözediliyor: Orası burasıdır, ötede bir yer değil. Nitekim, masal babası Charles Perrault dev-âsâ figürüne “çocuk yiyen yabanıl insan” tanımını yakıştırarak onun aramızda yaşadığını vurgulamıştır.
Tarih, kimi nam salmış ‘çocuk avcıları’nı sunuyor önümüze. Jeanne d’Arc’ın yoldaşı, “ulusal kahraman” Gilles de Rais sonunda 140 çocuğu kurban ettiği gerekçesiyle mi idam edilmiştir? Mavi Sakal figürünün de kaynağında görülen bu beysoylu hakkında Georges Bataille’ın dava belgeleri üzerinden kurduğu kitapta, bu kurban vermeye ilişkin kara mitologya örneğini handiyse kutsadığı söylenebilir!
Gilles de Rais’nin dişi ikizi, Macar soylusu Báthony Erzsébet’in gençleşmek için çocuk kanı kullandığı yollu hikâyesinde gerçek payı ne kadar, doğrulamak olanaksız. Ancak, masal dünyasında “çocuk yiyen” dişi karakterler olduğu unutulmamalı – Grimme kardeşlerin Hänsel ve Gratel’indeki cadı en yaygın bilineni.
21. yüzyıl nihayet “şirin” bir dev-âsâ modelinin hayatı süslemesini sağladı: Shrek ve isimsiz ama nefis cisimli eşek dostu karanlık hikayeleri sağa sola savurmuşa benziyor. Gene de, masal yorumcusu Bruno Bettelheim’ın heyula motiflerinin çocukların dünyasında tehlikelere karşı olumlu bir uyarı işlevi taşıdıklarını ileri sürdüğünü anımsatmalı.