Kasım
sayımız çıktı

Masal-kurgu âleminde çocuk yiyen yetişkinler!

Batı’da Jentilak, Tarttolo ve benzeri hayal ürünleri kollektif bilinçaltına yuva kurmuşlardır. Anadolu’nun gelenek havuzundaki Demirtırnak, Kulbastı, Karakoncolos ya da Tepegöz belki daha yöresel figürlerdir. Masal dünyasının alacakaranlık cephesinde çocukları “av” olarak gören figürler… Hänsel ve Gratel’den “şirin” Shrek’e…

Halklar, tıpkı insanlar, korkuyorlar. Beş kı­tada üremiş kollektif korkuları kurcalıyor nicedir kültür tarihçileri, antropolog­lar. İri kıyım bir katalog. İçin­de pek çok benzerlik taşıyan oysa biribirinden uzak, biribi­rinden habersiz yaşamış top­luluklarda görülmüş yılgı sim­geleri, figürleri. Benzer inanış­lar, önlemler, çare arayışları.

Görece yeni örneklerine Dolores Redondo’nun üçüzlü romanında ve sinemaya uyar­lamalarında rastladık: Bask mitologyasının Jentilak, Tart­tolo ve benzeri hayal ürünleri kollektif bilinçaltına yuva kur­muşlardır. Anadolu’nun gele­nek havuzundaki Demirtırnak, Kulbastı, Karakoncolos ya da Tepegöz belki daha yöresel fi­gürlerdir; buna karşılık Heyulâ ya da Gulyabanî yaygın ölçek­te tanınan ‘görünür görünmez’ varlıklar; dev-âsâ sıfatı dillere pelesenk, kimse anımsamıyor çekirdekte onun bir imge ola­rak beklediğini. Hüseyin Rah­mi’nin Gulyabanî’si (1913) ile Halide Edip’in Heyulâ’sı (1909) edebiyata o damardan gelen eleştirel mesafeli yapıtlardır.

Son dönemde konuya iliş­kin gelişkin tarihsel okumalar yapılıyor; ‘hayalet’ deposunun Uzak-Doğu’dan Batı’ya, kuzey­den güneye tarandığı çalışma­lar peşpeşe yayımlanıyor. On­lara Jean-Claude Schmitt’in “daimon” figürünü kuşatan Gölgeler Manastırı’nı eklemek isterim.

Hansel ve Gretel. İllüstrasyon: Arthur Rackham, 1909.

Avrupa kültürünün bu bağ­lamdaki merkez ‘yaratığı’, Go­ethe’nin “Elfler Kralı” şiirinden (1782) Michel Tournier’nin Kızılağaçlar Kralı romanına (1970), ilkinden Schubert’in bestelediği Erlkönig lied’ine (1815), ikinciden Schlöndorf­f’un çektiği filme (1996) dola­şan ibliscil dev-âsa figürüdür; Ogre’uyla (1973) Jacques Ches­sex’in zincire önemli bir halka eklediği unutulmamalı.

Michel Tournier, romanıyla ‘tehlikeli sular’a son derece gö­züpek, dalmıştı. Goethe’nin şi­iri gerçi karanlık efsaneye iliş­kin tohumu yansıtıyordu, ama romancı “çocuk etiyle besle­nen” ifritle, sonunda çocukları askere alan Hitler’i özdeşleşti­rerek bir adım öteye geçti. Bu­na karşılık, yalınkat bir anıştır­mayla yetindiği söylenemezdi Tournier’nin: Çağrışım alanın­da, günümüzde veba boyutları aldığını gördüğümüz pedofili­nin özündeki altedilmez sapkı da, üstü yarıyarıya örtük, yer tutmuyor muydu?

Türkçeye Yaşar Avunç’un Kutsal Ruh (Ayrıntı Yayınla­rı) başlığıyla çevirdiği Le Vent Paraclet’de, yazar, bir üst-ki­tap kurmuş, kitapları üzerine bir kitap yazmıştı. Kızılağaçlar Kralı’na ayırdığı uzun parçada, romanında örtülü biçimde so­kulduğu uç konulara biraz daha açıklık getirir. Kahramanıyla Hitler arasında, görünüşte eğ­retileme boyutundaki “çocuk yemek” temasını burada geniş­letir ve işin içine cinsel yükle­meleri katar.

Goethe’nin ünlü “Elfler Kralı”ndaki “sevdim seni ben, tatlı yüzün büyülüyor beni” di­zesini “seviyorum seni, gövden ayartıyor beni” diye dönüştü­rür Tournier; çünkü mitolojik devin niyetinin tensel olduğu kanısındadır. Bu bakışaçısının, ‘çocuk’ ekseninde toplumun üyeleri arasında son dönemde belirgin yükseliş gösteren, hem Okul-Aile bağlamında, hem ru­hanî (!) kurumlar çerçevesinde yaşananlara ışık düşürdüğünü düşünüyorum.

Tournier, çocuk korosuna da, canalıcı bir yapıt üzerinden yönlendiriyor okurunu: Karl­heinz Stockhausen’in kayıtlara ‘elektronik musikinin ilk baş­yapıtı’ ünvanıyla geçen, 1955- 56 arası Köln’de seslendirilen Gesang der Jünglinge’si (Genç­lerin Şarkısı), Kutsal kitabın Danyal Peygamber hikayesinin bir bölümünden esinle beste­lenmiştir. 12 yaşındaki çocuk soprano sesi için tasarlanan yapıtın en yeni versiyonlarına Youtube’den ulaşılabiliyor (13 dakika, 14 saniye).

Bu yapıt da, yakın tarih­te Katolik kilisede ve bizdeki tarikatlarda ortaya çıkarılan, olağandışı boyutlardaki cinsel taciz vakalarının odak nokta­sında “koro” çalışmalarının (ve “kurs”ların) yeralması nede­niyle kehanet özellikleri taşı­yor.

Dev-âsâ kavramı ve çeşitle­melerinin soykütüğünde masal dünyasının alacakaranlık cep­hesi ana rolü üstlenmiş. Bütün sözlü kültürlerde saflığı temsil eden çocukları av olarak gören dev daimon’lara rastlanıyor.

İnsanoğlu, besbelli o “fi­gür”lerin arkasına saklana­rak sapkınlıklarını maskeleme yolunu tutmuş. Yazıya geçmiş en eski kaynaklardaki örnek­lerin başında gelen Kutsal Kâ­se Masalı’nda bir “dev-âsâlar diyarı”ndan sözediliyor: Orası burasıdır, ötede bir yer değil. Nitekim, masal babası Charles Perrault dev-âsâ figürüne “ço­cuk yiyen yabanıl insan” tanı­mını yakıştırarak onun aramız­da yaşadığını vurgulamıştır.

Tarih, kimi nam salmış ‘ço­cuk avcıları’nı sunuyor önü­müze. Jeanne d’Arc’ın yolda­şı, “ulusal kahraman” Gilles de Rais sonunda 140 çocuğu kur­ban ettiği gerekçesiyle mi idam edilmiştir? Mavi Sakal figürü­nün de kaynağında görülen bu beysoylu hakkında Georges Ba­taille’ın dava belgeleri üzerin­den kurduğu kitapta, bu kurban vermeye ilişkin kara mitolog­ya örneğini handiyse kutsadığı söylenebilir!

Gilles de Rais’nin dişi ikizi, Macar soylusu Báthony Erzsé­bet’in gençleşmek için çocuk kanı kullandığı yollu hikâyesin­de gerçek payı ne kadar, doğru­lamak olanaksız. Ancak, masal dünyasında “çocuk yiyen” di­şi karakterler olduğu unutul­mamalı – Grimme kardeşlerin Hänsel ve Gratel’indeki cadı en yaygın bilineni.

21. yüzyıl nihayet “şirin” bir dev-âsâ modelinin hayatı süslemesini sağladı: Shrek ve isimsiz ama nefis cisimli eşek dostu karanlık hikayeleri sağa sola savurmuşa benziyor. Ge­ne de, masal yorumcusu Bruno Bettelheim’ın heyula motifleri­nin çocukların dünyasında teh­likelere karşı olumlu bir uyarı işlevi taşıdıklarını ileri sürdü­ğünü anımsatmalı.  

21.yüzyılın “şirin” bir dev-âsâ modeli Shrek.