Ekim 2024 Sayımız Çıktı

Osmanlı Devleti’nin kuruluşu değil toplumun kurtuluşu bayram oldu

Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz (1908) günü, Osmanlı meclisindeki uzun tartışmalardan sonra resmî bayram olarak kabul edilmişti. Bazı milletvekilleri Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihinin bayram olması gerektiğini savunmuş, ancak halkın “iyd-i millî” (millî bayram) dediği 23 Temmuz ağır basmıştı.

Meşrutiyet’in 10 Tem­muz 1324 (23 Tem­muz 1908) tarihinde ilan edilmesinden sonra aynı yılın Kasım ve Aralık ayların­da imparatorluk genelinde mil­letvekili seçimi yapıldı. Yer yer şölenler, yer yerse protestolarla tamamlanan seçimin ardından Meclis-i Mebusan Kanunuev­vel’in 4. günü (17 Aralık) açıl­dı. Aynı günkü Tanin, Meclis-i Mebusan’ın açılışını okuyu­cularına bir “iyd-i millî” (millî bayram) olarak müjdeliyordu: “Bunca senedir mütehassir ol­duğumuz şu iyd-i millîye ka­vuşmaktan mütevellid fahr ve saadet içinde bütün vatandaş­larımızı tebrik ederiz”.

Özgürlüğün ilân edildiği günkü coşkuyu nitelemek için Tanin’in bir benzetme olarak kullandığı millî bayram kav­ramı, açılışından yaklaşık bir ay sonra Meclis-i Mebusan’a sunulan bir önerge sayesin­de gerçek anlamıyla gündeme alındı. Maarif Nezareti me­murlarından “İhtifalci” Meh­med Ziya Bey’in (bkz. #tarih, sayı 23, Sahaftan- Emin Ned­ret İşli) 5 Kanunusani 1324 (18 Ocak 1909) tarihinde yolladığı telgraf üzerine İzmit Mebusu Ahmet Müfit Bey tarafından 8 Kanunusani 1324 (21 Ocak 1909) günü Meclis’e sunulan önergede, Osmanlı Devleti’nin kuruluş günü olduğu iddiasıyla Kanunusani’nin 14. gününün (27 Ocak) özel bir millî gün sa­yılması isteniyordu.

Önergeye ilk karşı görüş bildiren mebus ise Tanin baş­yazarı Hüseyin Cahit Bey (İs­tanbul) oldu. Millî övünçlerle dolu Osmanlı tarihinde ken­dileri için en birinci iftihar kaynağının Meşrutiyet’in ilan edildiği 10 Temmuz olduğu­nu belirten Hüseyin Cahit Bey, millî bir bayram günü kabul edilecekse bunun 10 Temmuz olması gerektiğini söyledi. Hü­seyin Cahit Bey’e göre Osman­lıların millî bayramlarını altı asırlık bir tarihten çıkarmak­tansa, hürriyetlerinin başlan­gıç tarihine bakmaları gereki­yordu. Karşı öneriden sonra söz alan Abdullah Azmi Efen­di (Kütahya) ise, bu tür gün­lerin çoğalmasında sakınca olmadığını belirterek 400 ça­dır halkından güçlü bir devlet oluşturulmasının dikkate alın­ması gereken bir mesele oldu­ğunu ve 10 Temmuz nasıl övü­nülecek bir millî tarih olmuşsa Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi olan Hicri 699 senesi­nin de aynı şekilde değerlendi­rilmesi gerektiğini söyledi. Bu görüşe katılan İttihatçıların önde gelen isimlerinden Halil Bey (Menteşe), hem ısla­hat devrine girerek Os­manlı Devleti’ni dağınık bir halden müstakil bir hale getirdikleri 10 Tem­muz’un, hem de Osmanlı Dev­leti’nin kuruluş gününün millî bayramdan sayılabileceğini di­le getirdi.

II. Meşrutiyet’in birinci yılında…

Meşrutiyet’in ilanının birinci yıldönümünde büyük kutlamalar yapılmış, Şişli-Hürriyet Tepesi’nde bir bayram tâkı kurulmuştu. Tâkın üzerinde “Yaşasun Sultan Mehmed Hân-ı Hâmis” yazısı okunuyordu.

Osmanlı Devleti’nin kuru­luşunun yıldönümü şerefine 13 Kanunusani akşamı Pera Palas’ta bir yemek düzenle­yecek olan Ahrar Fırkası’nın mebusu Kozmidi Efendi (İs­tanbul), 14 Kanunusani’nin bayram ilan edilmesine kar­şı çıkıyordu. Osmanlı Devle­ti’nin kuruluş tarihinin elbet­te önemli olduğunu söyleyen Kozmidi Efendi, içinde bu­lunulan durumun bir yeni­lik olduğunu ve bu yüzden 10 Temmuz tarihinin yeni siyasal hayatın başlangıcı olarak ka­bul edilmesi gerektiğini belirt­ti. Yusuf Kemal Bey (Sinop) ise, bayram günü belirleme­lerindeki asıl amacın bütün Osmanlı fertleri arasında Osmanlılık esasını kuvvet­lendirmek olduğunu söyle­di. Fertlerin tebrikleşeceği ve birbirlerine sarılacağı sevinç dolu günler olan bayramlar sayesinde Osmanlıların bir­lik olduklarını anlayacakları­nı söyleyen Yusuf Kemal Bey, bunları çoğaltmanın uygun olmadığını öne sürerek, sade­ce 10 Temmuz’un millî bay­ram günü kabul edilmesinin daha doğru olacağını savu­nanlara katıldı.

Bu noktada mebusların 14 Kanunusani veya 10 Temmuz tercihlerinin bir parti görü­şü olmadığı görülmektedir. Bu durumun, bir yanda Ahrar Fır­kası’nın çoğulcu yapısından, diğer yanda da İttihatçıların mebus adaylarını belirlemede sıkı bir ideolojik birliktelikten ziyade adayların yerel bağlan­tılarına odaklanmasından kay­naklandığı söylenebilir.

Hürriyet Tepesi’nde Hürriyet Bayramı

İyd-i Millî her ne kadar resmî bayram olsa da, halk arasında Hürrriyet Bayramı olarak adlandırılmış ve benimsenmişti. İlk bayramın kutlama yeri olan Hürriyet Tepesi’ne doğru yürüyen İstanbullular.

Daha sonra İsmail Hak­kı Bey (Gümülcine), 10 Tem­muz’un bayram addedilmek istenme sebebi eğer Kanun-ı Esasi’nin ilanıysa, ilgili met­nin 1293 Zilhicce’sinin 7. gü­nünde (24 Aralık 1876) ilan edildiğini belirterek millî bir bayram söz konusu olacaksa bu tarihin de dikkate alınması gerektiğini iddia eder. Nereye müracaat edilirse edilsin 699 tarihine ait bir gün bulunama­yacağını, dolayısıyla yaklaşık olarak bir millî bayram kut­lamanın doğru olmayacağını belirtir.

İsmail Hakkı Bey’in bu söylediklerine karşı çıkan Arif İsmet Bey (Biga) ise Osman­lı Aşireti’nin, cihangirâne bir devlet çıkaramamış olması hâlinde 10 Temmuz tarihinin de olamayacağını söyler. Bu bağlamda Osman Gazi namına ilk hutbenin okunduğu günün kuruluş ve millî bayram günü olarak kabul edilmesi gerek­tiğini iddia eder. Bu görüşü destekleyen Abdullah Azmi Efendi ilk hutbenin okundu­ğu yer gibi, okunduğu zama­nın da kayıtlı olduğunu iddia etmektedir. Kuruluş gününün Meşrutiyet günü kadar büyük bir gün olduğunu belirten İs­mail Hakkı Bey (Bağdat) ise kuruluş gününün o güne kadar tayin olunamadığını ve açık ve belirli bir gün varsa onun da 10 Temmuz olması gerektiğini savunmaktadır.

Mebusların muayyen bir gün üzerinde fikir birliğine varamaması ve tartışmanın gittikçe uzaması nedeniyle Meclis Başkanı, ilgili önerge­nin Lâyiha Encümeni’ne ha­vale edilip edilmemesine dair oylama yapar ve çoğunluğun oyuyla bu öneri kabul görür. Bağımsız mebuslardan Abdul­lah Bey (Canik) başkanlığında toplanan encümen, 10 Tem­muz gününün millî bayram olarak kutlanmasının daha uy­gun olacağını önerir. Mazbata­nın Meclis’te okunması sonra­sında İttihatçı karşıtlarından Mehmet Vehbi Efendi (Kon­ya), İslâm ve Osmanlı tarihin­de benzer çok tarih olduğunu ve yeni bir bayrama gerek ol­madığını iddia eder. Buna kar­şılık Ali Galip Efendi (Karesi), padişahın doğum gününe itibar gösterildiği bir yerde “istiklâl-i millî”nin neden dikkate alın­madığını sorar. Son sözü alan Tevfik Efendi (Kengırı) de, her sene icra olunacak Şehr- âyin ile Meşrutiyet’in sürekliliği­nin sağlanacağını ve bu sayede 10 Temmuz’un dinî bir mesele hükmü alacağını belirtir. Tev­fik Efendi’nin bu söylemi, mo­dernleşme çabasındaki meşru­tiyetçilerin 20. yüzyılla birlikte “sivil bir din olarak” milliyetçi sembol ve ritüelleri icat etme­lerine ve onları eskilerinin ye­rine geçirmelerine örnek teş­kil etmesi açısından oldukça önemlidir.

Şişli’de boş bir alan İlk İyd-i Milli kutlamalarının yapıldığı Şişli-Hürriyet tepesi civarı, 1909 yılında fotoğrafta görüldüğü gibi geniş ve boş bir alandı.

Tartışmalar gayet ilginç bir sonuç verecek ve 10/23 Tem­muz gününü “resmî Osmanlı bayramlarından” sayan kanun 22 Haziran 1325’te (5 Temmuz 1909) kabul edilecektir. Ya­ni Meclis-i Mebusan, millî bir bayram kabul etmemiş, şenlik­lerle kutlanacak yeni bir bay­ram yaratmıştır. Dolayısıyla, hemen 23 Temmuz 1909’dan itibaren, Tanin gazetesi başta olmak üzere, birçok gazete ve bireyin kullanacağı “iyd-i millî” adı, resmî bir ad olmamakla birlikte, resmî olarak kutlanan bir bayrama toplumun verdiği ad olacaktır. Modern Türkiye tarihinde­ki ilk “millî bayram” olan 10/23 Temmuz, Cumhuriyet’in ilâ­nıyla birlikte siyasal yaşamda milâdi bir gün olma özelliği­ni 29 Ekim’e kaptıracak ve II. Abdülhamid mutlakiyetine son verdiği için “Hürriyet Bayramı” adını alacaktır. En sonunda ise, Başvekil İsmet İnönü’nün Ma­yıs 1935’te Meclis’e sunduğu “Ulusal Bayram ve Genel Tatil­ler Hakkında Kanun Lâyihası” ile bayram olmaktan çıkarıla­caktır. Ancak egemenliği soya bağlı ve tanrı kaynaklı olmak­tan çıkartıp millet iradesiy­le özdeşleştirmesi açısından siyasal tarihimizde en eski ve önemli sembollerden biri ola­rak kendine özgü yerini koru­maktadır.