Bu yılın hemen başında Trump’ın talimatıyla Suriye’de öldürülen 63 yaşındaki Kasım Süleymani, İran’ın Ali Hamaney’den sonra en etkili ikinci ismi, parlak bir komutan, istihbaratçı ve diplomattı. “Savaş alanı insanlığın kaybolan cennetidir” sözleriyle hatırlanan Süleymani’nin portresi ve analizi.
Irak’ta yaklaşık 500 kişinin ölümüne, 2000 bin kişinin yaralanmasına yol açan gösteriler devam ederken, İran’ın Ayetullah’dan sonra gelen en önemli siması Kasım Süleymani öldürülünce, düyanın gözü-kulağı bu çatışmaya odaklandı. Bölgedeki hegemonya mücadelesinin görünmeyen kaybedeni ve kurbanları ise, geçen Ekim ayından bu yana mezhepsel ayrımların ötesinde yurttaşlık talebini öne çıkaran Iraklı gençlerdi.
Kasım Süleymani’nin 3 Ocak 2020’de öldürülmesi ile Ortadoğu’daki bölgesel kaos bir defa daha tartışma masasına yatırıldı. Ancak ABD-İran eksininde ele alınan kaosun künyesi çok kısa tutuluyor. Kaos 1991’de ABD’nin 1. Körfez Savaşı ile başladı; ancak buna bütün ülkelerde uygulanan neoliberal politikalar da eşlik edince eski yapıların çözülmesi ve savaşlar ciddi toplumsal yıkımlara yolaçtı. Bölgedeki diktatörlük rejimleri de bu kaosu pekiştirdi.
ABD’nin, 11 Eylül 2001’de New York’ta İkiz Kuleler’e yapılan saldırıdan sonra hedef tahtasına oturttuğu Irak’ı 2003’de işgal etmesi, ülkenin toplumsal dokusunda ciddi bir yırtılmaya yolaçtı; Irak, kendi iradesi dışındaki gelişmelerin tutsağı oldu.
ABD bölgeye yerleşmeye hazırlanırken, Irak ve Suriye’nin çökmesiyle Suudi Arabistan ve İran ekonomik ve jeostratejik üstünlük sağlama mücadelesine giriştiler. İran’ın Irak’ta Şii milisleri örgütlemesi ve IŞİD’in ortaya çıkmasıyla, Tahran’ın bölge üzerindeki ağırlığı arttı. ABD’nin Ortadoğu’ya bu müdahalesi, paradoksal olarak 80’lerde İran’la savaşmış olan Irak’ı darmadağın etti; 1991’de yine Irak’a karşı ABD’yi desteklemiş Suriye’yi de çökerterek İran’ı ön plana çıkardı.
Bir efsanenin doğuşu
Kerman dağlarında yoksul bir köylünün çocuğu olarak doğan Süleymani, 13 yaşına kadar sürdürdüğü mecburi eğitimden sonra 1979 İran Devrimi’ne kadar işçilik yapmış; daha sonra yeni doğmakta olan Devrim Muhafızları ile hayatını birleştirmişti. Düşman ordusunun arkasına sızan komando eylemlerine katılan Süleymani, Irak radyosunun hedef gösterdiği militanlardan biri haline gelmişti. Mitin oluşumu o zamanlar başlamıştı.
Batı’nın desteklediği Irak karşısında bilenen Süleymani, savaştan sonra doğduğu kentteki Devrim Muhafızları’nın başına geçti. Daha sonra komşu Belucistan bölgesindeki ayaklanmayı ve Afgan sınırındaki uyuşturucu kaçakçılığını bastırmaya gönderildi. İran için ciddi bir meydan okuma olan Taliban’ın Kâbil’de iktidarı ele almasından iki yıl önce, 7 bin kişilik savaşçısıyla Devrim Muhafızları’nın seçkin istihbarat-operasyon birliklerini oluşturan Kudüs Gücü’nün başına geçti. Süleymani İran dışında yürüttüğü açık ve gizli operasyonlar, istihbarat ve eylemleriyle rejimin konsolidasyonuna da ciddi katkı sağlıyordu. Gümrüğe bildirilmeyen malların da geçtiği limanları, havaalanlarını denetledikleri gibi; inşaat, gemicilik ve iletişim gibi sektörlerdeki işletmelerin de sahibi olan Devrim Muhafızları, İran ekonomisinin en önemli unsurlarından biri hâline geldi.
Bir dönemki İran-Irak savaşının eski muharipleri siyasetçi veya işadamı olurken, Süleymani, “Müslüman Che Guevara” diye anılmaya başlanacak, ülkeden ülkeye İslâm Devrimi’nin yayılması için çalışacaktı. 2009’da Irak sınırında, “Savaş alanı insanlığın kaybolan cennetidir. İnsan fazilet ve eyleminin en yüksek olduğu cennet burasıdır” diyordu. ABD’ye karşı mücadelesi, bir dizi ülkedeki faaliyeti Che’nin ünlü “Bir, iki, üç… daha fazla Vietnam” mottosuyla bağlantılandırılıyordu.
Afganistan, Irak ve oradan Suriye’ye
Süleymani pragmatik bir liderdi: ABD, 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler saldırısından sonra Afganistan’ı işgal etmeye karar verdiğinde, Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Taliban’ı devirmek ve Hamid Karzai’yi iktidara taşımak için Washington’la işbirliğini savunmuştu. Cenevre’de onun yönlendirdiği İranlı diplomatların Amerikalılarla görüştüğü ve Taliban hakkında haritaların, saldırı planlarlarının ABD’ye aktarıldığı bir dönemdi bu.
Ocak 2002’de Amerikan Başkanı Georges W. Bush’un, Irak ve Kuzey Kore ile birlikte İran’ı da “şer ekseni”nde anması bu işbirliğini çökertti. ABD, Irak’ı işgale hazırlanmaya başladı. Böylece İran, doğudan ve batıdan, Afganistan ve Irak’tan ABD kıskacına girdi. İran’ın en büyük düşmanı Saddam’ı deviren ABD, sürgündeki Iraklı muhaliflerden, 80’lerden beri İran’da sürgün olanlardan bir alternatif üretmeye çalıştı.
Süleymani bu dönemde Kürtlerden eski Baas mensuplarına, Şiilerden Sünnilere, yani herkesle müzakere etti. ABD temsilcisi Ryan Crocker ile Bağdat’taki ilk geçici hükümeti oluşturmak üzere tekrar görüştü. Böylece İran’ın çıkarlarıyla uzlaşmaz gördüğü ihtimalleri sınırlandırdı.
Süleymani’nin devlet aygıtındaki yükselişi yabancıların da gözünden kaçmamıştı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 2005’te Tahran’ı ziyaret ettiğinde sadece iki kişiyle görüşmek istemişti: Ayetullah Ali Hameney ve Kasım Süleymani.
Haşdi Şabi ve IŞİD mücadelesi
ABD Afganistan’dan sonra Irak’a da kalıcı bir şekilde yerleşince, Süleymani uzun süre İran’da bulunmuş olan Ebu Mehdi el-Mühendis ile Iraklı milisleri örgütlemeye başladı. Devrim Muhafızları konvansiyonel savaş tecrübesine sahipken, milisler Hizbullah modeli üzerinden örgütlenerek İsrail’e karşı mücadele taktiklerini, yani işgalci bir orduya karşı bir tür kent gerillası taktiklerini öğrendiler.
Bu arada Beşar Esad’a danışmanlık yapan Süleymani, bir iddiaya göre Amerikalılara karşı savaşmaları için Sünni cihatçılara kapıları açmayı öğütledi. Böylece Irak’ta içsavaşın tohumu ekildi. Bunların arasında IŞİD’i doğuracak olan El Kaide de bulunuyordu. 2007’de Irak’ta Amerikan kuvvetlerinin başına geçen general David H. Petraeus, onu “gerçekten şeytani biri” diye niteleyecekti.
Başkan Barack Obama 2011’de Irak’tan çekilme kararı alınca, meydan tamamen İran’a kaldı. Irak’ta yolsuzluğa bulaşan ve mezhepçi davranan yöneticileri destekleyen İran, ülkenin parçalanmasını da hızlandırdı. Süleymani bu dönemin de önde gelen simasıydı.
IŞİD’in 2014 yazında Musul’u ele geçirmesi, Maliki iktidarına karşı suni ayaklanmanın doğurduğu bir sonuçtu. Başkent cihatçıların tehdidi altındayken, Süleymani İranlı subaylarla müdahale etti ve onun sayesinde IŞİD Kürdistan’ın başkenti Erbil’i ele geçiremedi. Amerikalılar o sırada Kürtleri terketmişti (ancak iki ay sonra döneceklerdi). Geçen ayki Amerikan baskınında Süleymani ile birlikte öldürülen Ebu Mehdi el-Mühendis de, esas olarak Şii gönüllülerden oluşan bir örgütün, Haşdi Şabi’nin başında olarak yine yanındaydı (Bu örgüt, Irak ordusu IŞİD karşısında gerilerken Ayetullah Ali Sistani’nin çağrısı üzerine kurulmuştu).
Asıl adı Cemal Cafer İbrahimi olan Ebu Mehdi el-Mühendis ise hem Irak’ta Süleymani’nin temsilcisi ve yardımcısı konumundaydı; hem de İran’daki Devrim Muhafızları veya Lübnan’daki Hizbullah gibi, kendini devlet içinde devlet inşa etmekle görevli görüyordu. Onun amacı da Irak’ı yeniden inşa etmek değil İslâm Devrimi’ni yaygınlaştırmaktı. Üstelik 1980-88 İran-Irak savaşında, kendi ülkesi Irak’a karşı İran ordusu saflarında yer almış; daha sonra 1983’te ABD, Fransa ve Kuveyt elçiliklerine düzenlenen saldırılara katılmıştı.
O dönemde IŞİD’e karşı mücadelede yer alan bir dizi yasadışı kesim milis kuvvetlere katılarak meşruiyet kazandı, hatta daha da ötesinde kahraman sayıldı. Haşdi Şabi’nin 120 ila 150 bin kişiden oluştuğu, 2.2 milyar USD’lik bir bütçeyi kontrol ettiği tahmin ediliyor.
Kasım Süleymani, bazıları 1990’lı yıllardan bu yana İran’da yerleşmiş ve Taliban’a karşı mücadele etmiş Afgan-Pakistanlı Şii göçmenlerden oluşan 20-25 binlik bir milis örgütüne dayanarak Suriye’nin yanısıra Irak’ta da rejimi ayakta tuttu. Bugün ABD Iraklı seçkinlerle ilişkisini sürdürmesine rağmen, İran daha geniş bir kesime sesleniyor. ABD’nin desteklediği güçlerin -son seçimlerde görüldüğü gibi- toplumsal tabanları iyice daralmış görünüyor. Ancak İran’ın da eski etkisini sürdüremediği ortada. Süleymani’nin örgütlediği milislerin Irak devletiyle petrol rantının paylaşılmasına dayanan kayırmacılık ilişkileri onları kısmen Tahran’dan uzaklaştırıyor. Irak’taki son gösterilerin de kanıtladığı üzere, Tahran’ın halkla ilişkileri iyice zayıflamış durumda.
Süleymani ve Suriye’nin varoluşu
Süleymani özellikle Suriye’de, 2012’den beri rejimi ayakta tutan ve önce sivil protestoların sonra ayaklanmanın bastırılması için vargücüyle savaşan bir insan olarak temayüz etti. Bugün Beşar Esad eğer devrilmediyse, bunu hem Halep’te olduğu gibi bizzat cephede savaşan hem de 2015’te olduğu gibi Moskova’da Putin’i harita üzerinde ikna ederek Suriye’de savaşa sokan diplomat Süleymani’ye borçlu. İran’ın Suriye rejimine yaptığı maddi ve askerî yardım olmadan Esad’ın ayakta kalması imkansızdı. Halen Suriye’de İran’a bağlı güçlerin sayısının, rejimin kendi güçlerinden fazla olduğu tahmin ediliyor (2016 için 50 bine karşılık 70 bin). İran’ın kontrol ettiği askerler arasında Afgan, Pakistanlı ve Iraklılar da bulunmakta. Suriye’de en az 2 bin Afganın bu saflarda öldüğü, 8 bininin de yaralandığı biliniyor.
Süleymani bu savaşla birlikte, cephe hattında çekilen fotoğraflar-selfi’lerle, çok daha kamusal bir kimlik kazandı. Onu hareket geçiren güç, İran milliyetçiliğinden ziyade Şii kimliği idi. Her ne kadar İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri General Ali Şemhani “Süleymani, Tahran’a gelir, alandaki durumu anlatır ve biz de onun icra ettiği staratejiyi belirleriz” dese de; İran’ın sınırötesi operasyon kararlarını kişilerin değil sistemin aldığını vurgulasa da; Kasım Süleymani karizması, tecrübesi ve başardıklarıyla oldukça geniş bir özerkliğe sahipti.
Bir devrin sonu mu?
IŞİD’in yenilgisi Suudi Arabistan ile İran adasındaki rekabeti kızıştırmıştı. Buna ilaveten Ortadoğu’dan çekilme niyetindeki Obama’nın yerine Trump’ın gelmesi ve Suudi Arabistan’da yeni yönetimle birlikte, Washington-Tel Aviv-Riyad ekseninde İran’ı çökertmenin yolları aranmaya başlandı.
Cinayetlerin kararını veren Trump’ın bu yılın Kasım’ında yapılacak seçimlerdeki başarısının kesin olmaması; senatoya gönderilmiş olan aleyhindeki ithamların durumunu zayıflatması; her zaman kullanışlı görülen “terörizme karşı mücadele” iddiasıyla bu beklenmedik hamleyi yapmasına yol açtı. Ancak cinayetler ne İran’ın dış politikasını değiştirebilir ne de Haşdi Şabi milislerinin dağıtılmasına yol açabilir.
Bayrağa saygı
İran’da ise Süleymani cinayetini protesto eden öğrenciler yere çizilen ABD ve İsrail bayraklarına basmak yerine etrafından dolaşınca, Trump duyarlılıkları için kendilerine teşekkür etti.
Hatırlanacağı gibi IŞİD’in halifesi Ebu Bekir el Bağdadi’nin öldürülmesi de bölgeyi terörizmden temizleyememişti. Öte yandan Suriye rejimi ve Rusya, anti-terörizm iddiasıyla cihatçı veya cihatçı olmayan bütün muhalefete karşı temizlik hareketlerini sürdürmekte.
2017 ve 2018’de Trump’ın rejimi hedefleyen hava akınları da Şam yönetimini yolundan çevirememişti. ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesi paradoksal olarak bölgede İran nüfuzunun artmasına yol açmışsa da, esas olan Arap dünyasının bugün büyük oranda çeşitli yabancı ülkelerin tasallutu altında olması.
Kasım Süleymani’nin katledilmesinden sonra, ülkelerindeki yas törenine katılan Iraklılar oldukça azdı. 7 milyonluk başkentte Şii camilerinde yapılan törene katılanlar birkaç bini geçmezken, Necef ve Kerbela gibi Şii kentlerinde de durum farklı değildi.
Bu durumun İran’da dört kentte günlerce süren ve izdihamdan 60 kişinin öldüğü cenaze alaylarıyla karşılaştırılması, Kasım Süleymani’nin Irak’ta pek sevilmediğini göstermekte.
‘Jeostrateji’ ve gerçek
Aylardır Bağdat’taki Tahrir Meydanı’nın işgal etmiş olan gençler de bu ölüm haberini sevinçle karşıladı. Irak’ın güneyinde Nassıriya’da bir genç yas törenine katılmayı reddetiği için öldürüldü. Basra’da ise milisler göstericilerin toplandığı bir yere saldırdı. El Arabiya kanalı, Hizbullah’ın göstericilere ateş açtığını açıkça gösterdi.
Sivil ölümlerini görmezden gelen “jeostratejik” bir değerlendirme ile sadece İsrail ve ABD’nin bölgede yaptığı katliamları sıralamak son zamanlarda sıklıkla karşılaşılan bir durum. İran dahil olmak üzere diğer devletlerin kendi halklarına veya vekalet savaşı yürüttüğü ülkenin halkına yönelik benzer eylemleri ise ya sessizce geçiştirilmekte ya da sosyal-demokratik haklar için gösterilere katılanlar kolaylıkla “terörist” damgası yemekte. Kasım Süleymani’nin yeri doldurulmayabilir; ama onu yüceltmek için kullanılan “Guevara” örneğinde olduğu gibi, dünyanın dört bucağında özgürlük arayanların gönüllerinde taht kuramayacağı açık. Unutmamak gerekir ki Irak’ta, Lübnan’da, İran’da ölümü göze alıp özgürlük için sokaklara çıkanlar, Süleymani’yi monarşinin bir komutanı olarak görüyorlar.