Büyük Taarruz’dan sonra Türkiye ile Yunanistan arasındaki savaşı resmen bitiren Mudanya Bırakışması, Doğu Trakya’yı da Ankara Hükümeti’ne savaşsız olarak kazandırmış oluyordu. Ancak “Misâk-ı Millî Türkiyesi”nin elde edilmesi ve Boğazlar meselesinin çözülmesi barış konferansına kalacaktı. 1922 Eylül sonlarından 11 Ekim’e uzanan sancılı süreç…
Büyük Taarruz’un Anadolu’daki Yunan Ordusu’nun kesin yenilgisiyle sonuçlanmış olması, döneme ilişkin ayrıntıları bilmeyenlere Mudanya Bırakışması’na giden yolun kolay olduğunu düşündürtebilir. Halbuki bu ay 100. yıldönümünü kutladığımız Mudanya Bırakışması öncesinde çok ciddi iki kriz yaşanmış, TBMM Hükümeti’nin Büyük Britanya Hükümeti’yle savaşa tutuşması olasılığı belirmişti. Krizin ne kadar ciddî olduğunu en basit biçimde vurgulayabilmek için, Bırakışma’nın TBMM ordularının Ege ve Güney Marmara kıyılarına ulaşmasından ancak 1 ay sonra, 11 Ekim’de imzalanabilmiş olduğunu hatırlatmak yeterli olur sanırız.
Sözkonusu ettiğimiz krizlerin birincisi, TBMM ordularının Anadolu’nun tamamına hakim olmak üzere Boğazlar bölgesine ilerlemeyi sürdürmesiyle başladı. Yunan işgalinde olmadığı için bu bölge İtilaf Devletleri’nce “tarafsız bölge” olarak adlandırılıyordu. Bu nedenle İtilaf, Ankara Hükümeti’nden askerlerini bu bölgeye sokmamasını istedi. Ankara ise herhangi bir tarafsız bölge tanımadığını, Boğazlar bölgesiyle Doğu Trakya’nın da Misâk-ı Millî sınırları içinde olduğunu ve ordunun ilerleyeceğini duyurdu. Bunun üzerine Fransa ve İtalya, bölgede bulunan askerlerini çektiler. Büyük Britanya ise savunma önlemleri alarak bölgedeki askerlerine Türklerin sınırı geçmeye çalışmaları halinde silah kullanma emri verdi.
Dünya Savaşı sırasında Britanyalılar, Çanakkale, Filistin ve Irak cephelerinde Osmanlı kuvvetleri tarafından çok hırpalanmışlardı. Bu nedenle Mondros Bırakışması’ndan sonra Türklere çok sert davranmışlar ve Yunanistan’ı desteklemişlerdi. Yunan Ordusu’nun yenilgisi, bu nedenle biraz da Britanya politikasının yenilgiye uğraması anlamına geliyordu. Öte yandan, Türk ordularının Musul-Kerkük yöresine karşı da bir harekata girişmesi olasılığından büyük tedirginlik duyuyorlardı. Asıl önemlisi ise, işgali sonlandırıp Boğazlar bölgesiyle Doğu Trakya’yı Türklere bırakmış olurlarsa, Dünya Savaşı’nda yendikleri Türklerin cezalandırılmamış olacağını varsaymalarıydı. Dolayısıyla Londra Hükümeti, Türklerle savaşmaya kararlıydı.
Tabii Büyük Britanya ile TBMM Hükümeti arasında çıkacak bir savaş, Fransa ile İtalya’yı da savaşa sürükleyecekti. Bu iki ülke ise artık savaşmak istemedikleri gibi Ankara Hükümeti ile iyi ilişkiler içindeydi. Eylül ayının sonlarına doğru İtilâf Devletleri arasında hummalı bir diplomasi faaliyeti başladı. 20- 23 Eylül tarihlerinde Paris’te yapılan görüşmelerde Fransız ve İtalyanlar, Britanyalıları Doğu Trakya’nın Yunanlılarca boşaltılması konusunda ikna ettiler. Boğazlar bölgesinin geleceği ise barış görüşmelerine bırakılacaktı. Bu kararlar üzerine TBMM Hükümeti’nin Fransa’yla 20 Ekim 1921’de imzaladığı Ankara Antlaşması’nın baş mimarı, Fransız diplomat Henry Franklin-Bouillon İzmir’e geldi ve 28 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa’yla görüştü. Franklin-Bouillon, Doğu Trakya’nın Türkiye’ye bırakılacağını ve Batı Anadolu’yla Doğu Trakya’ya sahip bir Türkiye’nin er veya geç Boğazlar’a da hakim olacağını söyleyerek Mustafa Kemal Paşa’nın ileri harekatı durdurmasını sağladı. Ertesi gün ise bırakışma görüşmelerinin 3 Ekim’de Mudanya’da başlayacağı ilân edildi.
Bırakışma görüşmeleri en azından “garip” diyebileceğimiz bir biçimde başladı; zira savaşan tarafların biri, yani Yunanistan, görüşmelerde yer almıyordu. 1 general ve 2 albaydan oluşan Yunan heyeti 5 Ekim’de bir savaş gemisiyle Mudanya’ya gelecek, ama toplantılara hiç katılmayacaktı. Ayrıca heyetin talimat almak için Atina’yla temas kurmak zorunda olması, görüşmelerin uzamasına neden olacaktı. Ancak, diğer heyetlerin de birkaç defa kendi hükümetleriyle görüşmek zorunda kaldıklarını, bunun da görüşmeleri çok uzattığını eklememiz gerekir. Bu durumu açıklayan en önemli etmen, Yunan Ordusu’nun boşaltacağı Doğu Trakya’nın hemen Ankara’nın yönetimine geçip geçmeyeceği meselesiydi. Özellikle Britanyalılar, Doğu Trakya’nın Türkiye’ye bırakılmasına ilişkin pazarlıkların barış konferansına ertelenmesini, o zamana kadar bölgenin yönetiminin İtilâf Devletleri’nde kalmasını istiyorlardı.
Konferansın üçüncü gününde Türk tarafını temsil eden İsmet (İnönü) Paşa, Doğu Trakya’nın Ankara Hükümeti’ne ne zaman teslim edileceğine ilişkin somut bir adımın hâlâ atılamamış olması nedeniyle askerî harekâtın sürebileceğini bildirdi. Ankara’nın Misâk-ı Millî sınırlarından herhangi bir ödün vermeyeceği ve ancak bu sınırların sağlanması hâlinde barış görüşmelerine oturabileceği bir defa daha açıkça dile getirilmiş oluyordu. Bu da sözünü ettiğimiz ikinci krizi başlatmış oldu. İtilâf Devletleri’ni temsil eden generaller bu konuda hükümetlerine danışmaları gerektiğini ileri sürerek, görüşmelerin 6 Ekim akşamına kadar durdurulmasını istediler ve o gün öğleden sonra İstanbul’a hareket ettiler. 5 Ekim akşamı ve 6 Ekim sabahında hem İstanbul’daki İtilâf Devletleri Yüksek Komiserleri arasında hem de bunlarla hükümetleri arasında çok yoğun görüşmeler yapıldı. Bu görüşmelere ilişkin olarak elimizde bulunan belgeler, Fransa ve İtalya’nın Büyük Britanya’yı yeniden yalnız bırakma eğiliminde olduklarını gösteriyor.
Aynı süre boyunca Mustafa Kemal Paşa da Batı Cephesi Komutanlığı’na üç telgraf göndererek İsmet Paşa’nın tepkisini doğru bulduğunu ve 6 Ekim’de yapılacak toplantıda Doğu Trakya’yla ilgili Türk isteklerinin kabul edilmemesi halinde Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerin İstanbul ve Çanakkale Boğazı yönlerinde ileri harekata geçmesi gerektiğini bildirdi. Mustafa Kemal Paşa ayrıca Meriç’in sınır olmaması, Edirne’nin mahallesi niteliğindeki Karaağaç’ın da Doğu Trakya’ya dahil olması gerektiğini bildiriyor ve bölgenin 30 gün içinde tahliye edilmesini şart koşuyordu. Son olarak da savaş esirlerinin, hemen bırakışmanın imzalanmasından sonra iade edilmesini istiyordu.
6 Ekim akşamı saat 20.30’da görüşmeler yeniden başladı. Önce İtalya delegesi General Ernesto Mombelli, sonra da Fransız delegesi General Charles Antoine Charpy, Ankara Hükümeti’nin şartlarını genel hatlarıyla kabul ettiklerini açıkladılar. Ancak Büyük Britanya delegesi General Charles Harington, Londra’dan talimat alamamış olduğu için bir şey söyleyemedi ve toplantı sona erdi. Harington ertesi gün de bir talimat alamadı; zira Büyük Britanya Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Paris’te Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Raymond Poincaré ile pazarlık halindeydi. Sonuç olarak Büyük Britanya, 8 Ekim sabahı Doğu Trakya’nın Ankara Hükümeti’ne bırakılmasını ve Yunan işgal kuvvetlerinin en kısa zamanda bu bölgeyi boşaltmasını kabul etti. Ancak o gün, iki pürüz daha çıktı: Karaağaç konusu barış görüşmelerine bırakılıyor ve Türk askerlerinin girmiş oldukları tarafsız bölgedeki yerlerden çıkması isteniyordu. Bu nedenle o gün imzalanması beklenen bırakışma gene tehir edilmiş oluyordu.
Ankara’nın, pazarlıkları sürdürmekle birlikte, bu şartları 9 Ekim’de kabul ettiği anlaşılıyor. Bunu hem Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’ya yazdığı bir telgraftan hem de o gün alınan bir Bakanlar Kurulu kararıyla Refet Paşa’nın Doğu Trakya’yı teslim almakla görevlendirilmiş olmasından anlıyoruz. Aynı günün akşamında yapılan bazı değişiklerle birlikte mütarekenin son metni ertesi günü TBMM’nde görüşülerek kabul edilecek; 1 gün sonra 11 Ekim’de Mudanya Bırakışması imzalanacaktı. Türkiye ile Yunanistan arasındaki savaş resmen bitmişti.
Mudanya Bırakışması savaşa son verdiği gibi, Doğu Trakya’yı da Ankara Hükümeti’ne savaşsız olarak kazandırmış oluyordu. Bölgede bulunan Yunan yöneticiler yetkilerini en kısa zamanda İtilâf Devletleri temsilcilerine bırakacaklar, bunlar da yönetimi hemen Türk yetkililerine teslim edeceklerdi. Ankara Hükümeti, Doğu Trakya’da 8.000 kişilik bir jandarma gücü bulunduracak, barış yapılana kadar bölgeye başka askerî güç yerleştirmeyecekti. Meriç nehrinin Karaağaç’ı da içeren sağ sahili barış antlaşmasının imzalanmasına kadar İtilâf Devletleri’nin yönetiminde kalacaktı. Bu uygulama, İstanbul da dahil olmak üzere, Boğazlar yöresi için de geçerliydi.
Sonuç olarak Mudanya Bırakışması’nın Anadolu Savaşı’na son verdiğini ve Yunan işgalindeki toprakların Türk yönetimine geçtiğini, ama “Misâk-ı Millî Türkiyesi”nin elde edilmesini barış konferansına bıraktığını söyleyebiliriz. Bu da dönemin siyasal bağlamına bakıldığında gayet mantıklıdır; zira Türkiye’nin önünde hâlâ 1. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan devletlerle yapması gereken bir barış duruyordu.
VAKİT GAZETESİ – 1922
‘Edirne Valiliği’ne Refet Paşa tayin edildi’
Vakit gazetesinin 12 Ekim 1922 tarihli sayısında başsayfanın sol sütununda çıkan “Refet Paşa Edirne Vâlîsi olmuş, sâbık mebus Şâkir Bey de müşâvir-i mülkî tayîn edilmişdir” başlıklı haberde şöyle deniyordu: “İdâremize avdeti hâdise-i mesûdesi yaklaşmış olan Edirne’mizin vâlî-i askerîliği İzmir Mebûsu sâbık Dâhiliyye Vekili Refet Paşa’ya tevdî olunmuşdur.
Bâzı gazetelerin Edirne Vâlîliğine tayîn olunduğunu yâhûd tayîni mutasavver bulunduğunu yazdıkları sâbık Gelibolu Mebûsu Şakir Bey de müşâvir sıfatıyla îfâ-yı vazife edecekdir.
İki intihâbdaki isâbeti mâa’l-memnûniyye kaydederek şimdiden muvaffakiyetlerini temenni ederiz”.