Mehmet Akif, “Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” dizelerini yazarken ne düşündü çok bilemiyorum ama, benim aklıma sanayi sitesinde altına ansızın Mercedes çeken KOBİ sahipleri geliyor. Zira orta karar tacir üçkâğıtlarına yabancı olmayan herkes bilir ki, bir işletmenin sahibi günün birinde ansızın altına Mercedes çektiyse ve biraz havai harcamalar yapmaya başladıysa, o işletmede işler çok da iyi gitmiyor demektir.
Efendim bilmeyenler olabilir, kısaca açıklayayım; işletmesi zor duruma düşen patron, etrafa “Hmm herifin işleri yolunda” mesajı vermek, alacaklıların “Adam batıyor yahu” diye yakasına yapışıp sıkboğaz etmelerini engellemek ve de kredi, borç isteyeceklerine güven vermek amacıyla, en zor durumda olduğunda “temsil giderlerini” abartmaya başlar. Akif’in dizelerinin bana bunu hatırlatmasının sebebi ise daha basit: Yahu bu üçkâğıdı ilk akıl eden arkadaşa bir lafım yok da, artık sanayi sitesine sadece yolu şaşırdığında giren ben bile biliyorsam, bu üçkâğıdı tekrarlamanın anlamı nedir allasen?
Tıpkı müflis tacirin, batmasına çeyrek kala altına manda kasa Mercedes çekmesi gibi, müflis devletler de böyle durumlarda temsil giderlerine abanıyor. Misal Romanya, aklımda yanlış kalmadıysa 1970’lere kadar mucize ekonomi olarak görülüyor, bütün dünya devletleri tarafından alkışlanıyor. Ha bir büyüme de var gerçekten. Ama bu büyümenin asıl mimarı, yanılmıyorsam Barladeanu diye bir arkadaş. Daha sonra kâğıt üzerinde Romanya hâlâ büyümeye devam ediyor ve o dönem için ilginç bir şekilde Batılı devletler de yıldızı parlayan bu Varşova Paktı ülkesine kredi musluklarını açıyorlar; ama bu aslında yalandan bir büyüme.
İktisatçılar daha kibar oldukları için buna “yoksullaştıran büyüme” diyorlar diye biliyorum. Bu sırada hâliyle borçlar biriktikçe birikiyor. Bir şekilde borçları ödemek lâzım ama nasıl olacak? Çavuşesku ailesi çok cin fikirli olduğundan borçları ödemek için halkın ümüğünü sıkmaya karar veriyor ve Romanya’nın ünlü kemer sıkma politikaları başlıyor. E, borç gırtlağa dayanmış, halk aç, ne yapacaksın? Gerçek bir müflis tacir profili çizen Çavuşesku’nun manda kasa Mercedes’i, temelini 1984’te attığı ve bugün hâlâ dünyanın en büyük idari binası olan 1100 odalı bir saray. Ama tabii bildiğiniz gibi bu manda kasa saray Çavuşesku’ları kurtaramıyor, daha saray tamamlanmadan devriliyorlar ve kurşuna diziliyorlar.
Yine mesela uçan kuşa borç varken yaptırılan Dolmabahçe Sarayı da Osmanlılar’ın manda kasa Mercedes’i diyebiliriz. Ama en eğlencelisi Bavyera Kralı II. Ludwig’in yaptırdığı Neuschwanstein Şatosu. Bir kere bu şato yapıldığı tarih itibariyle tam manasıyla anakronik bir şato. Kullanıma açıldığı tarih 1886; yani dünyanın ilk gökdeleninin inşa edilmesinden iki yıl sonra. Şato tam bir Ortaçağ masal şatosu görünümünde. Hatta o kadar masal şatosu ki, Disneyland’de Uyuyan Güzel’in şatosu için modellik yapmış. Tabii bu II. Ludwig tahmin edebileceğiniz gibi deli. Dünya kadar sarayı, şatosu var ama galiba bir tane de yazlık saray çekmiş canı. Ha, hakkını yememek lâzım, şatonun bütün masrafını şahsi servetinden karşılamış. E, ama kendisinin o kadar serveti yok. Başlamış hazineden borç almaya ama o bile yetmemiş. Bu sefer gitmiş diğer krallıklardan borç istemeye. Bavyera krallığının bakanları falan bakmışlar bu II. Ludwig başlarına iş açacak, hemen deli raporu alıp arkadaşı tahttan indirivermişler. Böylece yapımı 20 yıla yakın süren şatoda bizim deli Ludwig hepi topu iki-üç ay yaşayabilmiş. Ludwig’in manda kasası da bu Neuschwanstein Şatosu işte.
Düşününce bu hükümdarların, diktatörlerin yaptırdığı gösterişli binalar bir yerde firavunların piramitlerini andırıyor. Ama tabii firavunlar piramitlerin iktidarlarının sonunu simgelediğini, o piramitleri yaşarken kullanamayacaklarını bilerek giriyorlar bu işe.