Kasım
sayımız çıktı

Muhafaza etmeyen muhafazakâr liderler

Anti-demokratik uygulamalar konu edildiğinde, siyasi iktidar temsilcilerinin yıllardır söylemekten sıkılmadığı, hatta zevk aldığı bir cümle var: “Demokrasi olmasaydı böyle konuşup, yazabilir miydin?” Buradaki “haddini bil, demokrasi dediysek de tepemize çık demedik” vurgusuyla, daha az gelişmiş demokrasilerden veya otoriter rejimlerden örnekler verilerek, “yat-kalk dua et, durumuna şükret”e getirilir. Bizler de “evet, adam haklı” dönüşü yapar, son düzlüğe geliriz: “Allah seni başımızdan eksik etmesin!”

Muhafaza etmeyen muhafazakâr liderler

Bu Ağustosta yeni bir cumhurbaşkanı seçeceğiz. Ülkemizi “iç ve dış düşmanlara karşı” koruyacak güçlü bir “baş”a olan ihtiyacımız kimilerine göre pek artmış durumda. Dünyanın ve özellikle Ortadoğu’nun halini ve Türkiye’deki kutuplaşmayı gözönüne alınca, bize şöyle vurunca inletecek, sözünü dinletecek, anlamayanı sindirecek, çatışma kültürü ustası bir başkan lazım gibi.

Her konuyla ilgili mutlaka bir fikri olan, her konuya mutlaka müdahil olan, gündem yaratan, her gün gazete ve televizyonlarda boy gösteren, eleştiriye tahammülü olmayan ve iş bilen, iş bitiren bir lider…

Maalesef ülkemizde yaşayan insanların neredeyse yarısı, böyle bir lidere olan ihtiyacı henüz yeterince kavrayamamış görünüyor. Hâlâ tüm kesimleriyle toplumu kucaklayan, tüm eğilimleriyle toplumu taşıyan, gündelik siyasetin üstünde duran, gerek aldığı eğitim gerekse kişisel tarihi bakımından kaliteli bir kariyeri bulunan, uluslararası saygınlığı-ağırlığı olan bir başkan özlemi var. Bu özlem örneğin Avustralya, Yeni Zelanda veya Uruguay için geçerli ve karşılığını bulmuş olabilir; ama bizim memleketimiz “bir başka”dır ve herhangi bir yabancının bu ilişkileri tam manasıyla anlaması pek mümkün değildir.

Bizim tarihimizdeki ‘baş’lar, yaşadıkları döneme damga vurmayı sever. Hem isimleri hem eserleriyle yaşarken efsane olmak isterler. Özellikle tarihî-doğal doku üzerinde geri dönüşü olmayan projelere imza atmak, önceki liderlere bu alanda fark atmak ve bunları ekonomik-kültürel gelişmenin bir ifadesi gibi pazarlamak, temel stratejidir. Böylelikle kendi dönemleri içinde irili-ufaklı milatlar yaratmış, kendilerini bu şekilde tarihe kazımış olurlar.

Yaygın kanaatin aksine ‘baş’ların siyasi çizgisi, dünya görüşü, inancı, vizyonu pek önemli değildir. Bu tür şeyler “sıradan vatandaş”ların dönemsel eğilimlerine göre şekillendirilen konuşma balonlarıdır. Yoksa başkanlık ve iktidar nimetleri, böyle bir toplumsal değerler silsilesine bağlanamayacak kadar ciddi bir yaklaşım gerektirir. Yakın geçmişteki çoğu liderimizin en önemli ortak özelliği ise, tarihî ve kültürel mirası muhafaza etmekten özenle kaçınmaktır. Bunu yapabilmek için de “muhafazakar olmak” esastır; böylelikle ecdada yaslanarak “yanlış anlaşılmalar”ın önüne geçersiniz.

Sonuçta Türkiye her yeni liderle, yepyeni bir “restorasyon dönemi” yaşar. Herkese iyi tatiller. Eylül’de, yeni bir dönemde görüşmek üzere.