1924 yılı gergin ve sorunlu başladı. Gazi Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın başı çektiği Halk Fırkası’ndan kopmalar olacağı, başka bir parti kurulacağı dedikoduları çıkmıştı. Mustafa Kemal, önemli atılımlar arifesinde ya da kriz durumlarında yaptığı gibi bir yurt gezisine çıktı. Anadolu Savaşı sürecinin Halk Fırkası’ndan bağımsız düşünülemeyeceğini vurguladı.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1924’te Dumlupınar’da yaptığı önemli konuşmadan sonra (#tarih, Ağustos 2022) Bursa’ya gitmişti. 10 gün Bursa’da kalan cumhurbaşkanı, 11 Eylül’de Bursa’nın kurtuluş yıldönümü törenlerine katıldı, sonra Mudanya’ya geçti. O geceyi Mudanya’da demirli bulunan Hamidiye zırhlısında geçirecek ve ertesi günü Türkiye’nin siyasal tarihi açısından gayet önemli özellikler taşıyan bir yurt gezisine çıkacaktı.
1924 yılı, bilindiği gibi oldukça gergin ve sorunlu başlamıştı. Mart ayında halifeliğin kaldırılması Halk Fırkası’nda çalkantılara neden olmuş; Mart-Nisan aylarında TBMM’de görüşülerek hazırlanan Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu ise partinin başındakilerin arzu ettiği biçimi alamamıştı. Meclis görüşmeleri sırasında ortaya çıkan çeşitli görüş ayrılıkları, Gazi Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın başı çektiği iktidar partisinden kopmalar olacağına ilişkin dedikoduların ortalığı sarmasına yol açtı. Anadolu Savaşı’nın önde gelen kahramanlarından Refet (Bele) Paşa’nın 2 Mayıs’ta İstanbul milletvekilliğinden istifa etmesi ise, başka kopmaların da olacağına ve ufukta bir muhalefet partisinin göründüğüne dair söylentileri körükledi.
Öte yandan, TBMM’deki ilk tartışmalardan kaynaklanan ve İstanbul basınının bir bölümünün dillendirdiği, önemli bir rejim eleştirisi de başlamıştı. Temsilî rejim ve demokratik yönetim açılarından gayet haklı, ama devrimsel sürecin doğası açısından nafile olduğunu söyleyebileceğimiz bu eleştiri; cumhurbaşkanının tarafsız yani partisiz olması gerektiğine ilişkindi ve aynı zamanda Halk Fırkası başkanlığını da sürdürdüğü için doğrudan doğruya Gazi Mustafa Kemal’i hedef alıyordu. Rejim ise bu eleştiriyi, Cumhuriyet’in ilanını sıcak karşılamayan, ayrıca Başbakan İsmet Paşa’yla da araları iyi olmayan Rauf Bey ile Ali Fuat ve Refet Paşa gibi şahsiyetlerin, Halk Fırkası’nın karşısına Gazi’yi hedef almadan geçebilmek için giriştikleri bir manevra olarak görüyordu.
Kısacası durum, Gazi Mustafa Kemal’in kabul edemeyeceği bir görünüm arz ediyordu. Zira Halk Fırkası, Mustafa Kemal Paşa demekti; Paşa’nın gerçekleştirmeyi hedeflediği geniş çaplı bir toplumsal ve kültürel devrimin lokomotifi olmak üzere kurulmuştu. Dolayısıyla Halk Fırkası’nın eleştirisi, devrimin eleştirisi olacaktı. Devrimin ise doğası gereği eleştirisi, yani muhalefeti olamazdı; buna olsa olsa karşı-devrim ya da -daha kötüsü- hıyanet denebilirdi. Ayrıca durumun, bu temel siyasal sorunu daha da katmerlendirme olasılığı taşıyan ve rejim açısından gayet sevimsiz olan bir boyutu daha vardı. Gerçi herhangi bir ayrılığın ya da muhalefet hareketinin Anadolu Savaşı’nın muzaffer başkomutanı Gazi Mustafa Kemal’in karizmasını zayıflatabileceği hayal bile edilemezdi; ama zaferin sağladığı toplumsal-siyasal meşruluk bölünecek, yani Cumhurbaşkanı ve Halk Fırkası mensupları, Millî Mücadele’yi başarıya, milleti de yıllar süren bir savaş halinden barışa ulaştırmış olma tekelinden mahrum kalacaklardı.
Bu olasılıklar karşısında Gazi Mustafa Kemal, genellikle önemli atılımlar arifesinde ya da kriz durumlarında yaptığı gibi bir yurt gezisine çıkma kararı aldı. Ülkenin güney ve batı bölgelerindeki birçok ili 1923 ilkbaharında gezmiş olduğu için, bu defa Doğu Karadeniz kıyılarına ve Doğu Anadolu’ya gidecekti. Hamidiye zırhlısıyla önce Trabzon ve Rize’ye gidecek, sonra da Giresun ve Ordu’yu ziyaret edecekti. Daha sonra Samsun’a gidilecek ve o sırada Ankara’dan yola çıkarılan otomobil kafilesi Gazi’yi ve refakatindekileri Samsun’dan alarak Doğu Anadolu gezisine götürecekti. Bu gezi de Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars, Yozgat, Kayseri ve Kırşehir il merkezlerini kapsıyordu.
37 gün sürecek olan yolculuk Hamidiye’nin 12 Eylül sabahı Mudanya’dan hareket etmesiyle başladı. Gazi’ye eşi Latife Hanım, Yozgat Milletvekili Salih (Bozok), İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Gaziantep Milletvekili “Kılıç” Ali (Kılıç) ve Rize Milletvekili Rauf Beyler refakat ediyordu. O ilk gün ilginç bir hadise de yaşandı: Heyeti taşıyan Hamidiye kruvazörü İstanbul’da durmadı! Gazi’ye saygılarını sunmak, büyük olasılıkla da kendisini İstanbul’a davet etmek için yola çıkmış olan İstanbul heyetini taşıyan motor, Boğaz’da hızını kesmeyen Hamidiye’ye yetişemedi. Anlaşılan Gazi Paşa, muhalefet hareketinin başkenti konumunda olan İstanbul’a kırgındı.
Her uğradığı kentte görkemli karşılama törenleri ve bitmek bilmeyen tezahüratlarla ağırlanan Gazi, buraların cadde ve sokaklarında halkla buluştu. Çeşitli kurum ve kuruluşları, devlet dairelerini, belediyeleri, okulları ve Halk Fırkası örgütlerini ziyaret etti. Karayolu, demiryolu ve hastane açılışlarında bulundu. Uğradığı yerlerin birçoğunda uzunlu-kısalı konuşmalar yaptı. Bu konuşmalardaki değinileri, genellikle eski saltanat düzeninin zaaflarıyla kötülüklerine ve yaşanmakta olan devrimin ülkeyi nasıl refah ve mutluğa kavuşturacağına ilişkindi. Ayrıca Millî Mücadele’nin başlangıç aşamasında yani 1919’da uğramış olduğu yerlerde geçen bazı anılarını anlattı ve bu yörelerin Anadolu Savaşı’na verdikleri katkıları övdü. Konumuz açısından çok önemli olan iki konuşması ise, 16 Eylül’de Trabzon’da Halk Fırkası mensuplarına yaptığı konuşma ile Samsun’a geldiği 20 Eylül tarihinde kent belediyesi tarafından kendi şerefine düzenlenen ziyafette yaptığı konuşmadır.
Trabzon’daki konuşma, iki açıdan çok önemlidir. Bunların birincisi, Gazi’nin 3 yıl sonra Sivas Kongresi’ni Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ilk kongresi gibi göstererek son biçimini vereceği tarih yorumunun, yani Halk Fırkası’ndan ayrılan ya da –o gün için– ayrılmayı tasarlayanların Millî Mücadele tarihinden de dışlanmaları biçiminde özetleyebileceğimiz yorumun ilk somut örneği olmasıdır. Nitekim Gazi Mustafa Kemal konuşmasının başlarında Halk Fırkası’nı, “memleket ve millet her dürlü istinaddan mahrûm bırakılarak felâkete atıldığı meş’ûm hengâmede, bütün milleti kadrosu içine alarak kuvvet ve kudret yapan, hâricî düşmânları tard, dâhilî düşmânları imhâ eden, halka hürriyyet ve hâkimiyyet te’mîn eden mukaddes bir cemiyet” olarak tanımlamış, daha sonra da fırkanın “vatan ve istiklâli kurtarmakda pîşvâ (öncü) olduğunu” söylemiştir.
Bu konuşmanın ikinci önemli özelliği ise cumhurbaşkanının tarafsız, yani partilerüstü olması gerektiği fikrini açıkça reddetmesidir. Gazi Paşa, Halk Fırkası başkanlığının kendisi için bir övünç kaynağı olduğunu söylemiş, sonra da sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Bir reîs-i cumhûrun fırka reisliğiyle cihet-i alâkasını ikide birde tekrâr edenler ve bütün cihân bilsin ki: benim için bir taraflık vardır; bir tarafım; o da cumhûriyet tarafdarlığı; fikrî, ictimâî inkılâb tarafdarlığı.” Kısacası Cumhurbaşkanı, yukarıdaki satırlarda da kısaca açıklamaya çalıştığımız gibi devrimsel sürece gönderme yapıyor ve böyle bir süreçte devrimciler ve karşı-devrimciler biçiminde ancak iki taraf olabileceğini ifade ediyordu.
Mustafa Kemal’in 20 Eylül akşamı Samsun Belediyesi’nin davetinde yaptığı konuşma ise yaşanmakta olan siyasal kriz sürecinin soğukkanlı bir yorumudur ve Gazi’nin siyasal parti çokluğu konusunda düşündüklerine ilişkin olarak günümüze kadar yapılan yorumlara pek uymayan bir özellik taşır. Gazi bu konuşmasında çokpartili bir demokratik sistem eleştirisi yapmaz. Türkiye’de amacın, düşünsel ve toplumsal devrim yolunda, uygarlığa ve yenilenmeye doğru kararlı bir biçimde yürünmesini sağlamak olduğunu söyler. Bu yolda belli bir mesafe katedildikten sonra fikir ve uygulama konularında farklılıklar olabileceğinden dem vurur ve şöyle devam eder: “Bugün muayyen yolun mebde’inde (başlangıcında) bulunuyoruz. Henüz mülâhazalara te’sîr icrâ edecek kadar mesâfe kat olunmuş değildir. Nokta-i nazarlar, lüzûmu derecede vuzûh ve isâbet kesbetmelidir. Ondan evvel tefrika fikri ale’l-âde fırkacılıkdır ki, memleket ve milletin huzûr ve emniyyet şerâiti henüz böyle bir tefrikaya yol açmaya müsâid değildir.” Özetle söylenecek olursa, Gazi Mustafa Kemal ikinci bir parti istemediğini dile getiriyor; ama bu tercihini mutlak bir ilkesel düzleme değil, değişeceğinden emin olduğu bağlamsal bir düzleme oturtuyordu.
Tabii Mustafa Kemal’in bu çabaları, 1924’ün Kasım ayında kurulacak olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın ortaya çıkmasına engel olamadı. Bununla birlikte aynı çabaların, Halk Fırkası’ndan ayrılıp yeni partiye geçecek olanların sayısında 1924 ilkbahar ve yazındaki beklentilere oranla ciddi bir düşüş yaşanmasını sağladığı da kesindir. Öte yandan yeni partinin bir muhafazakarlık ya da devrim karşıtlığı yuvası olmadığını ve Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’da söylediklerinde büyük oranda haklı olduğunu da bugün artık biliyoruz. Zira yeni partiyi kuracak olanların hepsi, hem de 1931 seçimlerinden itibaren, birer-ikişer TBMM’ye ve Cumhuriyet Halk Fırkası’na döneceklerdi.
RİZE’DE BİR İSTEK VE GAZİ’NİN CEVABI
‘Medreseler açılmayacak, millete mektep lazımdır!’
“Reîs-i Cumhûr Hazretleri Rize’den müfârekat ederken bir hoca heyeti halk muvâcehesinde bir istidâ ile müşârünileyh hazretlerine mürâcaat ederek kapatdırılan medreselerin tekrar küşâdını ricâ etdiler. Gâzî Paşa Hazretleri memleketin, milletin felâketi esbâbının ne olduğunu kısaca ihtâr buyurdular ve ez-cümle şu sözleri söylediler:
“Mekteb istemiyorsunuz. Halbuki millet onu istiyor. Bırakınız artık bu zavallı millet, bu evlâd-ı memleket yetişsin! Medreseler açılmayacakdır. Millete mekteb lâzımdır!”
Reîs-i Cumhûr Gâzî Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri’nin son bahâr seyâhatleri (Ankara, 1925, s. 82)
AMASYA BELEDİYESİ’NDEKİ KONUŞMA
‘Müftü Kâmil Efendi’yi takdîrle yâd ediyorum…’
“Efendiler, bundan beş sene evvel buraya geldiğim zamân bu şehir halkı da bütün millet gibi vaziyet-i hakîkiyyeyi anlamamışlardı, fikirlerde teşevvüş vardı, dimâğlar âdetâ durgun bir hâlde idi. Ben burada birçok zevâtla berâber Kâmil Efendi Hazretleri’yle de görüşdüm. Bir câmi-i şerîfde hakîkati halka îzâh etdiler. Efendi Hazretleri halka dediler ki: “Milletin şerefi, haysiyeti, hürriyeti, istiklâli hakîkaten tehlikeye düşmüşdür. Bu felâketden kurtulmak, icâb ederse vatanın son bir ferdine kadar ölmeği göze almak lâzımdır. Pâdişâh olsun, halîfe olsun, isim ve unvânı her ne olursa olsun hiçbir şahıs ve makâmın hikmet-i mevcûdiyeti kalmamışdır. Yegâne çâre-i halâs halkın doğrudan doğruya hâkimiyeti eline alması ve irâdesini kullanmasıdır.”
İşte Efendi Hazretleri’nin bu mürşidâne vukû bulan vaız ve nasihatinden sonra herkes çalışmaya başladı. Bu münâsebetle Müftü Kâmil Efendi Hazretleri’ni takdîrle yâd ediyorum. Ve genc cumhûriyetimiz bu gibi ulemâ ile iftihâr eder.
Reîs-i Cumhûr Gâzî Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri’nin son bahâr seyâhatleri (Ankara, 1925, s. 112)