Nasıl bugün birileri “Ulan kazandığım para için vergi istemesinler” ya da “Ulan günün birinde bu paraları çaldığımız ortaya çıkmasın” diyerek servetlerini İsviçre’de, Man Adası’nda, Cayman’larda falan depoluyorsa, bir zamanlar da “Hacı, bi vakıf kuralım, nasılsa vakıfların malına el konulamıyor” diyerek vakıf kuruluyor. Tabii bu elbette ne bize has ne de geçmişte kalan bir durum…
Dünyadaki tüm devletlerin geçmişinde müsadere (elkoyma) var. Zaten bana sorarsanız devlet kurmak doğal bir müsadere süreci; ama nedense bana soracağınızı sanmıyorum. Kayıtlı olarak, aklımda yanlış kalmadıysa Roma Hukuku’nda özel bir yeri olan müsadere yani özel mülkiyete ve servete imparator tarafından elkonulması, çok büyük kuvvetle, muhtemeldir ki Roma’dan önce de hayli sık şekilde görülen bir uygulamaydı. Romalıların özelliği bunu kanun çerçevesinde gerçekleştirmeleri, tabiri caizse illa bir kılıf uydurmaya gerek görmeleri. Bir de bir suçun işlenmesinde kullanılan aletlere ya da suç aracılığıyla edinilen mallara elkonulması da müsadere, ama o ayrı, ben doğrudan “mala çökme” bağlamında ele alıyorum.
Yanlış hatırlamıyorsam Osmanlıların ilk dönemlerinden beri müsadere var. Hatta ilk başta çerçeve net: Kamu görevlilerinin -işte ne bileyim sadrazam, vezir, kadı falan- görevleri süresince edindikleri mal, görevleri sonunda ya da artık tam olarak bilemiyorum belki de ölümleri hâlinde, müsadere ediliyor. Tabii kanun zamanla eline para geçen herkes için uygulanır oluyor, orası ayrı.
Tabii varlıklılar her dönem buna karşı çareler arıyor. Nasıl bugün birileri “Ulan kazandığım para için vergi istemesinler” ya da “Ulan günün birinde bu paraları çaldığımız ortaya çıkmasın” diyerek servetlerini İsviçre’de, Man Adası’nda, Cayman’larda falan depoluyorsa, o zamanlar da “Hacı, bi vakıf kuralım, nasılsa vakıfların malına el konulamıyor, keh keh keh” diyerek vakıf kuruyorlar. Yani tamam; bu vakıf hadisesini seven, vakıf fikrine âşık insanlar var ama şurada 40 kişiyiz, birbirimizi biliriz; 10 vakıf kurulduysa dokuzu, serveti çoluğa çocuğa bırakabilmek, müsadereden korunabilmek için kurulmuş. Kimi vakıf okulları gibi işte canım. Vakıflar servetin hiç olmazsa bir kısmını ulemaya aktardığı için ulema da “Vakıflara elkonulamaz” buyurmuş. Güzel tezgah, helal olsun.
Bu elbette ne bize has ne de geçmişte kalan bir durum: Misal hepimizin cebinden her yıl üç-beş mutlaka alan “AY-Kİ- YA” da bir hayır vakfına ait; ama bugüne dek ne hayır işlediğini en acar gazeteciler bile keşfedemedi. Neticede vakıf olduğu için milyarlarca dolar vergiden yırtıyor mu? Yırtıyor. Hayır hasenat diye de yılda üç mobilya tasarımcısına burs veriyor ki o kadar bursu bizim mahallenin esnafı da verir; o derece küçük bir meblağ. Zaten burs verdiği tasarımcının tasarımını “Lagerlöf Sehpa” diye yine bize kaskallayıp o verdiği parayı da kat be kat çıkarıyor.
Neticede dünyanın her coğrafyasında devletler özellikle de başları sıkışınca müsadereye başvurmuş; yeri geldiğinde borç aldıkları bankerlerin, yeri geldiğinde türlü çeşitli bahaneyle azınlıkların malına-mülküne çökmüşler. Hatta “Azınlık bizi kesmez dayı” diyerek aldığı borçların “kupon ödemeleri”ni gerçekleştirebilmek için Katolik kilisesinin bütün malına-mülküne konan İspanya ve Fransa gibi örnekler de var. Daha yakın dönemde, 2. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında hemen tüm Avrupa’da Yahudilerin mallarına (ve de emeklerine) elkonulması gibi örneklerin yanında resmî olmayan ya da en azından resmiyete dökülmeyen ve bilhassa Adana- Kayseri yöresinde ansızın irili-ufaklı zenginlerimizin doğmasına ya da Beyoğlu’nda sıkça duyduğumuz “Ya bizim bir Rum usta vardı, sonra Yunanistan’a gitti, giderken de sağolsun dükkanı bana bıraktı” hikayelerine yolaçan durumlar da var. Ama eğer aklımda yanlış kalmadıysa Tanzimat’tan beri, mevcut anayasamız da dahil olmak üzere bu tip müsadereler yasak. Tabii diğer ülkelerde de yasaktır ama şimdi gidip başka anayasaları açıp teker teker okuyup bulmadığım için beni kınamazsınız umarım. Neticede kimi anayasa profesörlerimiz bile o kadar anayasa okumuyor; ben yine onlardan bir fazla anayasa okumuşum.
Müsadereye en şiddetli şekilde karşı çıkanlar ise tahmin edersiniz ki malı-mülkü çok olanlar. Bunlar maaşallah, suç işleyerek kazanılmış servetlerin müsaderesine bile karşı çıkar, lafı bile edildiğinde hemen amonyum klorüre oturmuşçasına “Aa ama böyle yaparsanız yabancı yatırımcı gelmez, zinhar aklınızdan bile geçirmeyin!” diye efelenirler.
Devleti ekonomik olarak rahatlatmak için değil, bazen düpedüz intikam amacıyla, hiçbir gerekçe göstermeden ya da artık dönemin modası olarak “anlayana gerekçesi ortada eki eki” diyerek yapılan müsadere uygulamalarına ise artık kabile devletlerinde bile rastlamıyoruz çok şükür. Zaten anladığım kadarıyla bu yabancı sermaye denen meret çiftçinin tarlasına, gazetecinin evine, öğretmenin üç kuruşluk banka hesabına elkonulduğunda hiç hıştınmıyor da, bir tek dev soygun yapanların malları tehlikedeyse ürküyor.