Kâh zafer kâh bunalım dolu 22 gün, 22 geceden sonra, 13 Eylül 1921’de Sakarya Nehrinin doğusunda Yunan askeri kalmamış, Türk ordusu büyük bir zafer kazanmıştır. Bir fotoğraf, bir yazar ve bir kitabın peşinde ortaya çıkan gerçekler… Büyük şairlerin ünlü dizeleriyle ölümsüzleştirdiği yakın tarihimizin dönüm noktası…
Türk’ün Ateşle İmtihanı ilk kez 1928’de ABD’de yayımlandı
Halide Edip’in 1928’de ABD’de yayımlanan kitabı The Turkish Ordeal ve yazarın imzaları. Bu kitap Türkiye’de 1962’de Türk’ün Ateşle İmtihanı adıyla yayımlandı.
Arşivimde bulunan bir fotoğraf ve bir beyannamenin Sakarya Savaşı’yla ilgili akla getirdiklerini bu yazıda sizlere sunacağım. Fotoğraf pek çok yerde yayımlanmış ve bilinen bir fotoğraf. Farklı kadrajlı hallerini internette de bulabilirsiniz.
Resmin sol alt tarafında şöyle yazıyor: “Sakarya Muharebesi mürettep kolordu tarassut tepesinde: 12 Eylül 38 Kartal Dağı muharebesini tarassut ederken”.
Bu yazının hemen üstündeki imza Recep Zühtü’nün; önce biraz ondan bahsedelim. Recep Zühtü (1893-1966) Ocak 1920’den itibaren Ankara’da yayımlanan ve bir anlamda, Heyet-i Temsiliye’nin yayın organı olan Hakimiyet-i Milliye gazetesinin sahibi ve yazıişleri müdürüydü. Birinci Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katılan Recep Zühtü, ikinci dönem milletvekili seçildi. Dergimizle birlikte ek olarak verdiğimiz beyanname de onun matbaasında basıldı (30’lu yıllarda adının cinayet ve tehdit olaylarına karışması yazımızın sınırlarının dışında kalıyor).
Şimdi de fotoğrafın sağ tarafına bakalım. Fotoğrafta tanıyamadığım epey insan var. Sağdan ikincisi de yağmurluklu, uzun etekli, başörtülü bir kadın. Dürbünle baktığı için yüzü görünmüyor. İşte o kadın Halide Edip (Adıvar)!
Türk’ün Ateşle İmtihanı’nı okuduysanız bu size hiç şaşırtıcı gelmeyecektir. Halide Edip bu kitabında Sakarya Meydan Muharebesi’ni 20 sayfa boyunca anlatır. 1962’de ilk defa Türkçe yayımlanan bu kitap, 1928’de İngilizce olarak ve The Turkish Ordeal adıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde basılmıştır. İki baskı arasındaki farkları anlatmak da bu yazının konusu değil. Onun için muharebenin hemen öncesindeki günleri hatırlayarak devam edelim.
10- 24 Temmuz Kütahya ve Eskişehir muharebelerinden sonra Türk Ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna doğru çekiliyordu. 5 Ağustos 1921’de Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen kanunla Mustafa Kemal Paşa üç ay için geniş yetkilerle başkumandanlık görevine getirildi. Yine de Ankara’da pekçok kişide bir endişe havası hâkimdi. Kayseri’ye göçenlerin sayısı azımsanacak gibi değildi. Halide Edip 16 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çekerek gönüllü olmak istediğini bildirdi; iki gün sonra Garp Cephesine tayin edildiğini bildiren şu cevabı aldı:
“Halide Edip Efendi Hazretlerine
Aceledir
Garp Cephesi
Ordu safları arasında vatanımızın müdafaasına fiilen iştirak için şiddetli arzu ile vukuu bulan müracaat-ı vatanperveraneleri orduca memnuniyetle telâkki olundu. Hizmet-i fiiliye-yi askeriyyeye kabul ve Garp cephesine memur edildiğinizi tebliğ ederim. Keyfiyet cephe kumandanlığına da şi’ar kılındı. İlk vasıta ile cephe karargâhına müracaat ve oradan vazifenizin telâkki buyrulması rica olunur.
Fi 18/8/37
Başkumandan
Mustafa Kemal
(Türk’ün Ateşle İmtihanı, Özgür Yayınları, 2005, s. 216)”
Halide Edip hemen Alagöz köyündeki cephe karargâhına gider. Ertesi gün kıtaların mühimmat ve silah bakımından kuvvetini tespit etmek ve rapor haline getirmek olan görevine başlar. Muharebelerin sonuna kadar karargâhta bulunan Halide Edip, aynı kitapta, belki de fotoğrafının çekildiği gün yapılan muharebeleri şöyle anlatıyor: “Ondan sonra, öteki siperleri de dolaştım. Top ve makineli tüfek sesleri hiç ara vermiyor. Elimdeki dürbünle savaş oyununu seyrediyorum. Bunun neticesinin hastanelerde ne şekil aldığını unutmuş gibiydim. Evet, insanlar birbirine giriyor. Nihayet süngü savaşları. Âdeta karıncaların yuvaları etrafında kavga etmeleri gibiydi (s.228)”.
Fotoğrafın sol tarafında yerde oturanlar pek seçilemiyor. Kalpaklı ve öne doğru eğilmiş olan, Mustafa Kemal Paşa ve başlarında ayakta duransa İsmet (İnönü) Paşa!dır. Mustafa Kemal Paşa muharebe başlamadan bir gün önce attan düşerek bir kaburga kemiğini kırmıştı.
Önce muharebe başlayana kadar olanları hatırlayalım. Başkumandanlık görevine getirilen Mustafa Kemal Paşa 7 Ağustos’ta Tekalif-i Milliye emirlerini yayımlar. Bu emirlerle halkın elindeki ordunun çok ihtiyaç duyduğu silah ve cephane toplanır. Yiyecek-giyecek ve taşıtların bir kısmına el konur, orduya faydalı mesleklerde olanlar ordu emrine alınır. Taşıma hizmetlerinde de halka bazı yükümlülükler getirilir.
23 Ağustos’ta Yunanlıların saldırısıyla başlayan savaş 100 kilometreyi bulan cephede devam eder. Hâkim tepelere yapılan hücumlar, bunları elde tutma çabalarıyla devam eden muharebeler sırasında, Mustafa Kemal askerlik tarihine geçen ikinci ünlü emrini verir:
“Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz”.
Malum, Mustafa Kemal’in yine bu emir kadar efsaneleşen ilk emri, Çanakkale Kara Muharebeleri sırasında vermiştir:
“Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir”.
Kâh zafer kâh bunalım dolu 22 gün, 22 geceden sonra, 13 Eylül 1921’de Sakarya Nehrinin doğusunda Yunan askeri kalmamış, Türk ordusu büyük bir zafer kazanmıştır.
Hemen ertesi gün 14 Eylül 1921’de Mustafa Kemal Paşa millete bir beyanname yayımlar. Sakarya zaferini haber veren bu beyanname sadece Türk ordusunun kahramanlığını anlatmakla kalmaz, Türk milletinin fedakârlıklarına da değinir. 15 Eylül 1921’de bu beyanname Mecliste okunur.
TBMM’nin 19 Eylül 1921 tarihli oturumunda Fevzi ve İsmet Paşaların pek çok milletvekili tarafından desteklenen teklifleri sonucu, Mustafa Kemal Paşa’ya mareşal rütbesi ve gazi unvanı verilir. Erzurum’da üniformasına çıkarmış olan Mustafa Kemal Paşa, alınabilecek en büyük rütbeyle üniformasına kavuşur.
Yunan hayallerinin bitişini haber veren Sakarya Meydan Muharebesi’nden bir yıl sonra, Millî Mücadele Türk Ordusu’nun kesin zaferi ile sonuçlanacaktır.
HALİDE EDİP’İN MEŞHUR ESERİ:
Ateşten Gömlek
Halide Edip, Sakarya Meydan Muharebesi’nden hemen sonra bir de roman yazdı: Ateşten Gömlek. Roman önce 6 Haziran-11 Ağustos 1922 tarihleri arasında İkdam’da tefrika edildi (Bkz. İnci Enginün, Halide Edip Adıvar’ın Eserlerinde Doğu Batı Meselesi, Dergâh Yayınları, s.178). Kitap olarak 1923’te yayımlandı. Halide Edip kitabın başında yer alan Yakup Kadri’ye yazdığı açık mektupta kitabın adı için teşekkür eder; aslında Yakup Kadri bu başlıkla bir roman yazdığını Halide Edip’e söylemiş, o da bu adı kullanmaktan kendini alamamıştır.
Türk İstiklâl Savaşı’nın ilk destanı olan Ateşten Gömlek, “Sakarya Ordusuna” ithaf edilmiştir ve romanın başkahramanları olan Doktor İhsan’la Ayşe, Sakarya Muharebesi sırasında şehit olurlar.
HALİDE EDİP’İN MEŞHUR ESERİ:
Nazım Hikmet’ten Necip Fazıl’a Sakarya Muharebesi
Sakarya kelimesi pek çok kişinin aklına önce Necip Fazıl’ın aynı adlı şiirini getirir. Şairin 1949’da duyduğu manevi ızdırapla yazdığı bu şiir Sakarya Savaşı’ndan ziyade Sakarya Irmağı’nı anlatır. Bununla birlikte şu iki mısra sanki Sakarya Meydan Muharebesi’ne bir göndermedir:
“Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur”.
Nâzım Hikmet’in şiirinde de Sakarya’nın Anadolu’nun değerli isimleriyle birlikte sembol olarak kullanılma nedeni Sakarya Muharebesi’nden başka bir şey olmasa gerektir:
“Memleketim:
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendinden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir”.
Nâzım Hikmet Memleketimden İnsan Manzaraları’nda Sakarya Meydan Muharebesi’ni coğrafyasıyla beraber şöyle anlatmıştır: