Şili’de bundan tam 50 yıl önce, 4 Kasım 1970’te başkan seçilen Salvador Allende, ABD’nin açık destek sunduğu General Pinochet’nin darbesiyle devrilmişti. Geçtiğimiz ay, Pinochet anayasasını yürürlükten kaldırmak için referanduma giden Şilililer, %78’lik zaferlerini sokaklarda kutlarken, 20. yüzyılın kaydettiği en ilginç sosyalizm deneyimi… Eksileri ve artıları, dönüm noktalarıyla reformist hükümetin 1000 günü…
Geleneksel olarak muhafazakar sağın egemenliğinde olan Latin Amerika’da parlamenter demokrasinin hüküm sürdüğü tek ülke olan Şili, tarihsel olarak kıta Avrupası’nın siyasal yelpazesine benzer bir manzara arzediyordu: Hıristiyan Demokratların temsil ettiği daha ılımlı bir sağ, CUT (İşçi Sendikaları Konfederasyonu) saflarında sendikalaşan bir işçi sınıfı ve onlarla organik bağları olan sosyalist ve komünist partiler… 20’li ve 30’lu yıllarda askerî darbelere sahne olmuş olsa da, diğer Latin Amerika ülkelerinden farklı olarak ordu uzun süredir kışlasından çıkmamıştı.
50’li yılların sonlarındaysa Şili, ekonomisinin en büyük ihracat kalemi olan bakır fiyatlarındaki düşüşün tetiklediği bir ekonomik krize girdi; ülkenin dış borçları katlandı. İşsizliğin artması ve ücretlerin dondurulması, işçi sınıfının ve kırsaldaki yoksul halkın toplumsal taleplerini radikalleştirdi. Bu radikalleşmenin siyaset sahnesindeki en paradoksal yansıması, 1964 başkanlık seçimleri sırasında Hıristiyan Demokratlar’ın adayı Eduardo Frei’nin artık “evrimden değil devrimden” sözedilmesi gerektiğini söylemesiydi! Bu yaklaşım, sağ partinin de geleneksel kesimlerle ilişkisini kesip halkın taleplerine kulak vermek zorunda kaldığını gösteriyordu. Devrimci olmak bir yana solcu bile sayılamayacak birinin bu sözleri sarfetmek zorunda kalmasının siyasal bir gerekçesi vardı: İkinci bir Küba’nın doğmaması için Şili ekonomisinin halktan yana önemli reformlara ihtiyacı vardı.
Şili’de köylüler topraksızdı. Ekilebilir toprakların yarısı, toplumun yüzde 2’sini oluşturan mülk sahiplerine aitti. Bu oligarşik yapıyı kırmak için köylülerin küçük toprak sahibi olması hedefleniyordu. Birkaç büyük aile tarafından yönetilen, Amerikan tröstlerine ait sanayi ve banka kesiminde de bir reform gerekiyordu. Örneğin ülke ihracatının %80’ini oluşturan bakır, Amerikan şirketlerine aitti. Başkan Frei, bakırı Şililileştirmek (millîleştirmek) için çokuluslu şirketlerin hisselerinin %51’ini almak durumunda kaldı. Ancak bu girişim için hem çok yüksek bir fiyat önerdi hem de bu para Amerikan bankalarından alınan borçlarla ödendi!
Sonunda yüksek enflasyon ve işsizlik hortladı; insanlar sokağa döküldü. 1965’te sıkıyönetim ilan edilmesine ve sendika yöneticilerinin tutuklanmasına rağmen bakır madenlerindeki grev 1 ay sürmüştü. Kırsal kesimde de kendilerine vaadedilen reformu bir türlü göremeyen köylüler reformu bizzat gerçekleştirmek üzere büyük toprak sahiplerinin topraklarını işgale başladılar.
20. yüzyılın kaydettiği en ilginç sosyalizm deneyimine yolaçan 1970 seçimlerine bu toplumsal hava içinde girildi.
Salvador Allende başkan oluyor
Başkan Frei yine Hıristiyan Demokratlar-HD (Partido Demócrata Cristiano) adına aday olurken, rakipleri Ulusal Parti adına Alessandri, çeşitli sol partilerin oluşturduğu Halk Birliği adına ise Salvador Allende’ydi. Halk Birliği (UP-Unidad Popular), İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu yöneten Komünist Parti-KP (Partido Comunista de Chile), Allende’nin kurucusu olduğu Sosyalist Parti-SP (Partido Socialista de Chile), orta sınıfları temsil eden Radikal Parti ve HD’den sol bir kopuş olan MAPU’nun (Birleşik Halkçı Eylem Hareketi) ittifakından oluşuyordu.
UP’nin programı, ülkenin yağmalanması ve kitlelerin sömürülmesine karşı radikal bir tutum sergiliyordu. Programın öne çıkan hedefleri, Frei’nin başlattığı toprak reformuna devam etmek, ücretleri artırmak, bakır başta olmak üzere ekonominin kilit sektörlerini millîleştirmekti. Fiyatları ve enflasyonu denetlemek, her çocuğa her gün yarım litre süt ve halka parasız sağlık hizmeti sunmak gibi hedefler de ardından geliyordu.
Seçimlerde hiçbir aday mutlak çoğunluğu elde edemediği için parlamentonun önde gelen iki aday (Allende ve Alessandri) arasında karar vermesi gerekti. UP parlamentoda çoğunluğa sahip olmadığı için HD’nin vereceği oylar belirleyici olacaktı. Amerikan tröstleri ve CIA açıkça Frei’ye baskı yaparak Allende’ye oy verilmesini engellemeye çalıştı.
Ancak Allende, 24 Ekim 1970’de ezici bir çoğunlukla (35’e karşı 153 oy) başkan seçildi; 4 Kasım’da ise hükümet kurulduktan sonra resmen göreve başladı. Hıristiyan Demokratlar, Allende’nin idarede muhalefetin mevkilerine dokunulmayacağına, kilise, polis ve ordunun özerkliğine saygılı davranacağına dair bir belgeyi imzalaması karşılığında onu destekledi. Yeni iktidar devrimci bir hükümet değil, emekçilerin çıkarlarını gözetirken müesses nizama da dokunmayacak bir reformist hükümet olarak yola çıktı.
Reformlar dönemi
Allende hemen Frei’nin başlattığı toprak reformunu hızlandırdı. 1971 sonunda bakır, kömür, nitrat gibi maden işletmelerinin hemen hemen tamamı ve banka sektörünün %90’ı denetim altındaydı. İşletmelerin verimliliğini artırmak için, fabrikalarda emekçilerin yönetime katılmasını sağlayan bir sistem yürürlüğe sokuldu. Allende’nin ilk yılında memurların geliri %35, askerlerinki %70; işçi ve köylülerinki ise %100 arttı. 200 bin yeni istihdam yaratıldı. 1970’de %35 olan enflasyon 1971’de %3.8 oldu. En çok da çocuklara dağıtılan süt dikkati çekti. Bütün bu reformların sonucunda UP, 1971 yerel seçimlerinde %50.9 ile mutlak çoğunluğu elde etti.
Buna karşılık patronlar, millîleştirme ve yönetime katılma süreçlerini baltalamak için örgütlenmeye giriştiler. Allende’nin polis ve yargıda kendisine karşı olan gruplara dokunmaması, işgallere katılan köylülerin ve işçilerin hapsedilmesine yolaçtı.
Allende, sosyal çatışmaların yaşanması halinde düzeni sağlayacak gücün ordu olacağını düşünüyordu. 1970’de ABD’den 3.2 milyon dolarlık silah alımı yapılmışken 1971’de bu rakamın 13.5 milyona çıkması da dikkati çekiciydi.
Balayı bitiyor
UP’nin iktidara gelişinden 1.5 yıl sonra, ülke giderek daha da ağırlaşan bir ekonomik krizin içine girmişti. ABD’nin baskısı, çokuluslu şirketlerin tutumu, dünya piyasasında bakırın fiyatının düşüşü ve millîleştirmelerin “çok iyi fiyatlarla” yapılmasının yarattığı borçlanma gibi bir dizi husus, krizin dönüşsüz hâle gelmesine neden oldu. Enflasyon bir yılda %200 artmıştı.
1971 ilkbaharında, hükümet kapitalistlerin yatırım yapmasını sağlayamadığı gibi yabancı ülkelere para çıkarmalarının önüne de geçemedi ve ekonomik bir kaos başgösterdi.
Kentte ve kırsalda geniş halk kitleleri, sağın siyasi ve askerî karşı saldırılarına ve burjuvazinin ekonomik sabotajına karşı hükümetin yetersiz kaldığını görünce daha radikal arayışlar içine girdi. Toprak reformunda toprakların %40’ı köylülere dağıtılmış olsa da %30’u halen topraksız olan yoksul köylüler de giderek daha radikal talepler ileri sürmeye başladılar. Kenar mahallelerde doğrudan demokrasi ve özyönetim organları öne çıkmaya başladı.
Allende sokağın kendi seçmeni tarafından kullanılmasına karşı çıkarken, sağ kesim devlet kurumlarındaki nüfuzu sayesinde sokağı alabildiğine kullandı. Mart 1972’de başarısız bir darbe girişimi yaşandı.
Grev ve işgal
Mayıs 1972’de grevler bir önceki senenin 10 katına çıkmıştı. Emekçiler fabrikaları, yoksul köylüler ise tarımsal işletmeleri işgal ediyorlardı. O zamana kadar daha çok öğrenci çevrelerinde etkin olan MIR (Movimiento de Izquierda Revolucionaria-Devrimci Sol Hareket), yavaş yavaş büyük kentlerin yoksul mahallelerinde ve yoksul köylüler arasında yayılmaya başlamıştı.
İşçilerle köylülerin ortak bir gösterisinden sonra “sanayi cordon’u” denilen yeni tipte bir örgütlenmeye girişildi. Emekçiler tarafından seçilen ve geri de çağrılabilen işçi konseyleri, fiilen bir halk meclisi işlevi görmeye başlamıştı.
Halkın yükselen talepleri UP saflarını da bölmüştü. Parlamento yoluyla sosyalizme geçmeyi hedefleyen KP’ye (ve bağlı olduğu Moskova’ya) göre Şili tam kapitalist bir ülke değildi. Dolayısıyla “komprador” denen burjuvaziden ayrı olan ve “millî” diye vaftiz edilen burjuvazinin bir kesimiyle birlikte yürünmesi gerekiyordu. Siyaseten ABD’ye bağlı Ulusal Parti’ye karşı çıkarken millî burjuvazi ve orta sınıfı temsil eden Hıristiyan Demokrat Burjuvazi ile ittifaka özen göstermek gerekiyordu. Bu durumda aşağıdan halk hareketini dizginlemeli; ordu da dahil olmak üzere devlet kurumlarına saygılı davranılmalıydı!
SP’nin sol kanadı ve Hıristiyan Demokratlardan koparak hızla sosyalizme yönelen MAPU ve Hıristiyan Sol (la Izquierda Cristiana) ise aksi yönde bir strateji benimsemiş; MIR de onları dışarıdan desteklemişti. Onlara göre Şili, emperyalizme bağımlı olsa da tam anlamıyla kapitalist bir ülkeydi. Dolayısıyla “komprador ve millî” diye bir ayrıma gitmek anlamsızdı. Üstelik UP’yi sabote edenler, burjuvazinin “yurtsever olmayan” bir kısmı değil, bütünüydü. Dolayısıyla emekçilerin ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılamak için üretimi artırmaktan çok daha önemli olan, baltalanan üretimin çalışanlar tarafından denetim altına alınmasıydı.
Sonuçta tartışma sağ kanadın zaferiyle sonuçlandı. Hükümet Hıristiyan Demokratları tatmin etmek için işgallere son verilmesi çağrısında bulunduğu gibi bazı bölgelere bunun için polis de gönderdi.
Ağustos 1972’de o zamana kadar bloke edilen fiyatların serbest bırakılmasıyla bir anda %60-150 oranında artış görüldü. Ahali için bir felaketti bu. Esnaf greve gitti. Ulusal Parti’nin faşist çeteleri yardıma çağrıldı ve bunlar da kara elbiseleri, ellerindeki sopalarla peydah olup insanları ve hatta polisleri dövdüler. 4 Eylül’de, seçimlerin ikinci yılında, sokaktaki bir pankart şöyle diyordu: “Hükümet b..tan, ama bizim; onu savunuyorum”.
Hükümetin yumuşaması muhalifleri cesaretlendirmişti. Önceki başarısız darbe girişiminin sözcüsü General Canales’in yeni hamlesi tekrar savuşturuldu. Ekim’de ise sağ cenah ve patronlar açıkça saldırıya geçti. Dağlar ile kıyı şeridi arasında sıkışmış ülkede özel bir önemi olan ulaşım sektörü greve giderek ülkeyi felç etti. Onları serbest meslek erbabı izledi. Ulusal Parti’nin komandoları greve katılmayanlara hadlerini bildirmek için sokaklardaydı. Grevde ABD’den gelen fonların da katkısı vardı.
Sağcıların saldırısı
Ancak sağın bu saldırısı işçileri de harekete geçirdi. Üretimin durduğu birçok fabrikanın yönetimini ele alarak üretime başladılar. Yoksul mahallelerde JAP gıda ürünlerinin dağıtımını üstlendi. Birçok hekim ve hastabakıcının iş bıraktığı hastanelerde bile gönüllüler hizmet sundu. Özsavunma komiteleri belirmeye başladı. Yoksul mahallelerde bölgesel temelde seçilenlerden oluşan meclisler, “Commandos Communales” adı altında patronların grevine karşı sanayi kordonlarının ve JAP’ın faaliyetlerini eşgüdümlemek için kuruldu.
Allende bu karmaşık durumda sıkıyönetim ilan etti. Fabrikaları işgal edilen patronlara durumun düzeltileceğine dair söz verdiği gibi HD ile de anlaşarak önde gelen üç generali hükümete aldı.
6 Kasım’da grev bitti ama ülkenin takati kalmamıştı. Mart 1973’te, Allende’nin hükümeti kurmasından beri yapılan ilk genel seçimlerde UP %44 oy aldı ve milletvekili sayısını katladı. Bu gerçekten Allende için bir başarıydı; oylarını 1970’e göre %8 artırmıştı (ancak 1971’deki yerel seçimlere göre %6 düşürmüştü). Bu seçim sonuçları sağın meşru yollardan hükümeti devirme umutlarını suya düşürünce, bütün cephelerde saldırıya geçerek askerlerin müdahalesini sağlamaya yöneldiler. Ekonomik kaosu derinleştirme çabalarının yanısıra Vatan ve Özgürlük (Patria y Libertad) çeteleriyle sol partilere saldırılar düzenleyerek “huzur ve güven” boşluğu yaratmak istediler.
29 Haziran’da bir zırhlı birlik başkanlık sarayına saldırdı. Emekçiler olağanüstü bir seferberlikle yanıt verip fabrikaları işgal ettiler. Tarım reformundan nasiplenmeyen yoksul köylüler de o güne kadar dokunulmayan arazilere elkoydular. Ancak bu büyük kitle hareketinin silahsız olduğu eklenmeli. Hükümet ise yine HD’ye yakınlaşarak ekonominin yeniden toparlanması ve emekçilerin fabrikaları terketmesi çağrısında bulundu.
Darbe geliyor
Emekçilerde bir terkedilmişlik halet-i ruhiyesi peydahlanmıştı. Artık saat başı bir saldırı oluyor, günlük ölü sayısı 10’un altına düşmüyordu. Ordu bu arada darbe karşıtı askerleri elekten geçirmeye başladı. Eylül 1973’te UP’nin seçim zaferinin üçüncü yılında, nihayet askerî darbenin kapıda olduğuna kanaat getiren Allende referanduma gitmek istedi. Bu arada darbecileri hizaya getirmek için de General Pinochet’yi görevlendirdi!
Pinochet önce Allende’ye sadık veya “meşruiyetçi” subayları temizledi ve 11 Eylül sabahı askerî darbeyi ilan etti. Başkanlık Sarayı bombalandığında Allende kendini savunsa da elinde silahıyla öldürüldü. Saat 14.00 olduğunda saraydan geriye bir harabe yığını kalmıştı. Washington Post’un gönderdiği özel muhabir, aynı akşam ABD elçisinin darbenin başarısını kutlamak için şampanya patlattığını yazıyordu.
Ordu tek tek fabrikaları ele geçirdi. Direnen işçiler anında kurşuna dizildi; Ulusal Stadyum’da toplanan binlerce insan işkence gördü; toplamda 3 binden fazla insan öldürüldü; 30 binin üzerinde insan işkenceden geçirildi. Bir yıl içinde 300 bin işçi işten atıldı. Birkaç yıl içinde uygulanan ekonomik ve sosyal politikalar sonucu satın alma gücü %40 düşmüştü.
Pinochet’in darbesi, Latin Amerika’nın diğer ülkelerinde de neoliberal politikalar ve askerî diktatörlükler için bir laboratuvar işlevi görecekti. Şili halkının Pinochet anayasasını değiştirmek için geçtiğimiz ay sandığa gitmesi için ise 47 yıl geçmesi gerekti.