Sıcak havalar ve rutubetle birlikte her türlü baskının arttığı zamanlardayız. İktisadi kriz-enflasyon, ahlaki çöküntü, yaygınlaşan cehalet, adaletsizlik, pandemi ve ülkenin etrafını saran savaş koşulları içerisinde beden-ruh-akıl sağlığını korumaya çalışıyoruz. Gündelik hayatını sürdürmek, sürdürebilmek için göz korkutmaktan göz oymaya uzanan bir anlayışla devam eden “insan” türü; hayat mücadelesi adını verdiği süreçte her yolu mübah görüyor. Türdaşlarıyla ilişkisini telefon ekranına hapsetmiş, kendisini de aynı ortama kilitlemiş insan evladı.
“Story”ler, “paylaşım”lar ve takipçi sayısı ile gündemi-hayatı takip ettiğini düşünenler; “dünya artık böyle” diyerek, “akıllı telefonlar”ı kendi aklına tercih ederek tuşlara dokunuyor. Aklımızı tekrar başımıza toplamak için, daha büyük felaketler yaşanmadan birlik-beraberlik ve sahici-samimi bir iletişim içine girmemiz şart. Bu da ancak ve ancak Türkiye Cumhuriyeti’nde oturan tüm insanların her türlü siyaset-inanç-ideolojiyi uzun bir süre için sadece kendi evinde tutmasıyla mümkün. Yine bu süre zarfında çok ama çok çalışarak, üreterek ve birbirimize destek olarak yaklaşan fırtınada tutunabiliriz.
Alanında uzman insanlar, artık bu ülkenin sınırları içindeki alanlarda çok çok az. Değil uzmanlık, temel eğitimde bile temellerimizi kaybetmişiz. Bizi bir millet yapan Tıbbıye, Harbiye, Mülkiye üçlüsünün bugünkü kalitesini erken cumhuriyet devriyle kıyaslamayalım bile. Oğuz Atay’ın daha 70’lerin ortasında “üçkağıtçılık ve sahtekarlıkla ne devrim olur ne ümmet-i Muhammed kurtulur” diye yazdığını (Günlük) kimbilir kaç defa yazdık. Yaptığımız hataları, işlediğimiz günahları “sen asıl kendine bak” diyerek nereye kadar sürdüreceğiz? Yüzleşmenin, özür dilemenin bir zayıflık-eziklik göstergesi olduğu yalanını genç kuşaklara da mı aktaracağız? “Tamamen duygusal” nedenlerle birbirimizi kazıklayarak, düşük siyasi pozisyonların ucuz tatminiyle idare ederek, sadece ve ara sıra reaksiyon vermekle sınırlı bir tembellik içerisinde nereye kadar devam edeceğiz?
Tabii en tahammül edemediğimiz şey, sayıları çok azalan ama kendi sınırlı-sorumlu alanında düzgün işler yapmaya çalışan insanların varlığı. Zira bu kişiler, bizim aslında ne kadar perişan bir halde bulunduğumuzu dolaylı olarak yüzümüze çarpıyor. Bu bakımdan hemen ve özellikle bu insanları da kendimize benzeterek durumumuzu “normal”leştiriyoruz. Altında sahici ve teyit edilmiş bilgi bulunmayan algılar dünyası ile yargının adaletsizliğiyle tavan yapan önyargılar; sadece pısırıklık veya tam tersine provokasyon seçenekleriyle karşılanıyor. Eh, hâl böyle olunca “dış düşman”a gerek kalmadan birbirimizi hâllediyoruz.
Dergimiz, geçmişi bilmeden-hesaba katmadan hayırlı bir gelecek olamayacağını; bunları umursamaz isek şimdiki zamanın içinde sıkışıp kalacağımızı; bilgi ve yüzleşme olmadan gerçek bir ilerlemenin mümkün olamayacağını aktarmak-göstermek için var. Yapabildiğimiz kadarıyla ve her yaştan gençler ve zaman yolcuları için…