Aralık
sayımız çıktı

Nimrud, Süleyman Şah’tan önemsiz mi?

Musul’un üç önemli tarihi yerleşkesi de, IŞİD’in saldırılarıyla büyük oranda tahrip edildi. 100 yıl öncesine kadar atalarımızın, dedelerimizin yaşadığı bu coğrafyadaki tarihî mirasa, Batılılardan çok Türkiye’nin sahip çıkması gerekiyor.

Dicle’nin suladığı bereketli topraklara sahip Musul havzasında Yeni Assur İmparatorluğu’nun üç başkenti yer alır; Kalhu, Dur Şarrukin ve Ninive. Bugüne değin arkeolojik değerleri ile gündemde olan Musul’un bu üç önemli eski yerleşmesi, artık saldırı ve tahribat haberleri ile anılır oldu.

Saldırılar önce Koyuncuk’ta yer alan Ninive’ye gerçekleştirildi. IŞİD mensupları, kışla-sarayın yer aldığı Nebi Yunus Tepesi’ndeki Yunus peygamberin türbesini yokolma derecesinde tahrip ettiler. Sonrasında ise Khorsabad köyü yakınlarındaki Dur-Şarrukin kenti hedef oldu. Ünlü Assur kralı II. Sargon’un (MÖ 721-705) başkent olarak tasarlayıp inşa ettirdiği bu önemli yerleşmenin son durumu hakkında ne yazık ki hiçbir bilgi bulunmuyor. IŞİD’in en yoğun saldırı yaptığı merkez ise Nimrud adıyla da bilinen Kalhu. 19. yüzyılın ortalarında (1845-1855) Austin Henry Layard ile Hormuzd Rassam tarafından gerçekleştirilen kazılarda açığa çıkarılan Kuzeybatı Sarayı ile anıtsal yontuların Avrupa ve Amerika’daki yankıları çok büyük olmuştu. Uzun süre duraksayan kazı çalışmaları 1949’da Max Edgar Lucien Mallowan tarafından yeniden başlatıldı ve aralıksız on dört dönem devam etti.

Dicle ve Büyük Zap’ın kesişme noktasında yer alan Kalhu, kral II. Assurnasirpal (MÖ 883- 859) tarafından geleneksel başkent Assur terkedilerek siyasi yönetim merkezi yapıldı. Assurnasirpal, Tevrat’ta Kalah olarak anılan Nimrud’a görkemli bir saray inşa ettirdi. Kuzeybatı Sarayı olarak anılan yapı, Osmanlı sarayları da dahil olmak üzere Önasya saraylarının atası olarak bilinmektedir. 2100 x 1670 m’lik boyutuyla 360 hektarlık bir alana yayılan bu görkemli Asur kentinde Irak devleti tarafından 1960 ve 70’lerde restorasyon çalışmaları gerçekleştirildi ve özellikle de sarayın taht odası, anıtsal girişi ile birlikte ayağa kaldırıldı.

Kısa bir süre önce Kuzeybatı Sarayı ile hemen kuzeyindeki zigguratın bombalarla yokedilişini yansıtan filmler sosyal medyada yayınlandı. 2014’ün Ekim ayında gerçekleştiği düşünülen saldırıların taht odasının girişindeki kabartmalar ile boğa-adam (lamaşşu) heykellerini hedef aldığı gözlenmektedir. Patlayıcıların yanısıra iş makineleri ile yapılan tahribatlarla kalıntıların buldozerler ile daha da küçük parçalara ayrılması hedeflemiş gibi görünmektedir. Saray odalarındaki kabartmalar ise balyozlar ve hiltilerle yokedilmiştir. Bazı parçaları British ve Bern Müzelerinde olan bu kabartmalar toz haline getirildikten sonra varillere doldurulmuş ve patlatılarak araziye saçılmıştır. IŞID’in özellikle Nimrud’a, herşeyi yok etme pahasına saldırmasının nedeni çok büyük olasılıkla bu eski yerleşmenin İbrahim peygamberin düşmanı olan Nemrut’la olan isim benzerliğidir.

Kültürel Barbarlık Bir asır kadar önce Osmanlı toprağı olan bölgedeki Asur yerleşimlerinin IŞİD tarafından önce yağmalanması; ardından bombalar, dozerler ve maktaplarla yerle bir edilmesi, tüm dünyada 2001 yılında Taliban’ın Afganistan’daki Bamiyan heykellerini tahrip etmesine benzer bir kültürel vahşet olarak yorumlandı.

Mezopotamya’nın durmayan bir tempoda tahrip edilen arkeolojik değerleri ile kültürel ve tarihî mirası Türkiye’yi de ilgilendiren kritik bir konuma gelmiştir. Bugün sınırlarımıza birkaç yüz kilometre mesafedeki bu örenyerleri, 100 yıl öncesinde atalarımızın, dedelerimizin yaşadığı bir coğrafyada yer alıyordu. Buradaki kazıları başlatan İngiliz ve Fransızlar’ın Osmanlı Devleti’nden izin almış oldukları gerçeği unutmamalıdır. Nimrud, Khorsabad ve Koyuncuk’taki anıtsal eserleri bilim için değil yağma için açığa çıkararak ülkelerine taşıyan Avrupalıların, IŞİD tahribatından kaygı duymalarını ve üzülmelerini umut etmek bile iyimser bir yaklaşım olacaktır. Zaten mevcut durum, kaygının ötesine çoktan geçmiş olmayı gerektirmektedir. Bu bakımdan her türlü siyasi yaklaşımın ötesinde, geri dönüşü olmayan tahribatları durdurmak yolunda Türkiye’nin daha aktif tutum alması gerekmektedir. Bölgedeki Türk-Osmanlı mirası, sadece Süleyman Şah türbesinden ibaret değildir.

Hâl-i hazırdaki korkunç tabloya Suriye toprakları da dahil edildiğinde, ören yerlerinde kaçak kazılarla, iş makinalarıyla, patlayıcılarla yok edilen, müzelerde yağmalanan, belki de satılan tarihsel mirasımızın, yani insanlığımızın kayboluşuna insanoğlu olarak seyirci kalıyor olmamız ne acı.

Mezopotamya’da son cinayet

Tüm zamanların en iyi polisiye yazarlarından Agatha Christie’nin Önasya kültürlerine olan merakı bilinen bir gerçekliktir. Türkiye, Mezopotamya ve Mısır’ı romanlarındaki coğrafyada sıklıkla gördüğümüz Agatha Christie’nin Doğu romantizmini yaşamasında Nimrud’un etkisinin çok büyük olduğu söylenebilir. Nimrud kazılarının son başkanı Max Edgar Lucien Mallowan ile 1930 yılında evlenen ve kazılara uzun yıllar bilfiil katılan Agatha Christie’nin “Mezopotamya’da Cinayet” romanını örenyerinde kendi elleriyle yaptırdığı kazıevinde kaleme aldığı bilinmektedir. Bugün gelinen noktada tarihin yanında dünya edebiyatının da bir parçası durumuna gelmiş olan Nimrud antik kenti ve kazıevinin yokedilişini çaresizce izliyoruz.