Hz. Muhammed’in gençlik yıllarında (595), kadim Türklerin lideri Niri Kağan, Bizans İmparatoru Maurice’e mektup yazmış ve yaşadığı coğrafyadan bahsetmişti. Kadim Türklerle Bizans arasındaki iyi ilişkiler devam etmiş, Perslerin zayıflaması sonucu İslâm ordularının önü açılmıştı.
İstanbul’da Moris denince hemen akla İstanbullu Musevi vatandaşımız Moris gelir. Şimdi sözünü edeceğim Moris de İstanbullu ama, adı genellikle Maurice diye yazılan ve 582-602 yıllarında hüküm sürmüş olan Bizans imparatoru. Aslen Kapadokyalı olan Maurice, imparatorluk ailesine doğmamış. Özellikle doğuda Perslere karşı yürüttüğü amansız savaşları Bizans için zaferle taçlandırmış; bu arada imparatorun kızı ile evlenerek damatlık yoluyla saraya girmiş. Ancak seferlerin hazineyi boşaltmış olması sonucu doğan bunalım sonucu devrilmiş ve oğullarıyla beraber öldürülmüş.
İmparator Maurice’in kim olduğunu anlamak için, onun hüküm sürdüğü 582-612 arasında neler yaşandığına bakmak yardımcı olacaktır. Asya’nın doğusundan başlayacak olursak, Çin’de bizim Tabğaç adını verdiğimiz Kuzey Wei sülalesi yıkılmış, yerini beyliklere bırakmıştı. Bu beylikler de 581’den 618’e kadar sürecek Sui idaresine girdiler. Böylece bu sülale devrinde o zamanki Çin toprakları ilk defa tek bir idare altına toplanmış oluyordu.
Sui sülalesinin kurulmasından takriben 30 yıl önce de, kuzeyde bulunan Kadim Türkler Bumin Kağan önderliğinde siyasi birliklerini kurmuşlardı (552). Bu tarihten önce Kadim Türkler, bizde “Cücen” olarak bilinen Rouranların idaresinde demirci olarak bulunuyorlardı. Bumin Kağan idaresinde Rouranlara başkaldırarak onların dağılmasına sebebiyet verdiler. Bu dağılanlardan bir kısmı Var/Avarlar adını taşıyordu ve batıya doğu, Avrupa’ya doğru yeni bir kavimler göçüne sebebiyet vermişlerdir. İşte İmparator Maurice, Balkanlar’a kadar nüfuz eden Avarlara karşı birçok sefer yaptı ve onları Tuna’nın diğer yakasına püskürttü. Maurice’in Avar ve Perslerle savaşları, bu ikisi arasında kurulmuş olan ittifakı da kırmak niyetiyle idi. Bu ittifaka karşı olan Kadim Türklerin de zamanla Bizans ile iyi ilişkiler geliştirdiği görülmektedir. Bütün bu mücadeleler içinde Persler, “ipek yolu” ticaretinde kendilerine rakip olarak gördükleri doğudaki Kadim Türklerle de savaşa giriştiler.
Görüldüğü gibi İmparator Maurice, sadece Bizans içinde hareket eden bir hükümdar değildi, Asya’daki gelişmelerle de yakından ilgili idi. Bu ilgi, tarihçisi Theophylaktos Simokattes’in savaş stratejileri ile ilgili eserinde açıkça görülmektedir. Türklerden önce “Hun” diye bahseden yazar, sonra “Perslerin doğudaki bu komşularına artık Türk denmektedir” ifadesini kullanmaktadır. Michael ve Mary Whitby tarafından İngilizceye çevrilmiş olan The History of Theophylact Simocatta (1986) adlı eserde, 595 yılına ait bir mektup da bulunmaktadır. Mektubu yazan bir Kadim Türk kağanıdır. Uzun zaman bu kağanın kim olduğu bilinmiyordu. Ancak son zamanlarda bu konulara yeni bakışaçıları getiren Etienne de la Vaissière, mektubun Batıtürk kağanı Niri’ye ait olduğunu göstermiştir. Mektubun en ilginç yanı, Niri Kağan’ın devletin ilk kurucularından İstemi Kağan’dan kendi zamanına kadar geçen yarım yüzyıllık sürenin bir tarihini vermesidir. Bu tarih yalnız kağanların icraatına dair değildir, Kafkasya, İtil’den (Volga ) Tab- ğaç’a (Çin) kadar geniş alan ile ilgili coğrafya bilgiler de içermektedir. Kadim Türkler ve Bizans arasındaki bu ilişkiler sonra da devam etmiş, Perslerin zayıflaması sonucu İslâm ordularının önü açılmıştır.
Niri Kağan’dan bugüne, Xinjiang Uygur Otonom Bölgesinde, Kazakistan sınırına yakın bir yerde üzeri yazıtlı bir heykel de kalmıştır. Hâlâ tam olarak okunamayan Soğdça yazıtı ile Niri Kağan engin bozkırlardan bize seslenmekte ve kadim Türk kağanları ve yakın çevrelerinde gördüğümüz örgülü saçlarını sanki rüzgarda sallar gibi zamana meydan okumaktadır. Bir bakıma tarihsel bağlam ile Anadolu ile ilişkilendirilebilecek bu heykel, bize Nazlı Eray’ın Orfe’sinde rüzgara mektup yazdıran Heraklius’u (610-641) anımsatmaktadır.
Demek ki Hz. Muhammed’in gençlik yıllarına rastlayan İmparator Maurice ve Niri Kağan ilişkileri, ancak Asya tarihine bir bütün olarak baktığımız zaman görülebilmektedir. Dönemler, coğrafyalar, uzmanlık konuları arasında parsellenmiş tarih görüşünün ise önü kapalıdır; orada bağlam değil dar bir alanın kuralları geçerlidir.