Kasım
sayımız çıktı

Odak noktalarının yolaçtığı körlük

Tarihte Orhun Yazıtları gibi kimi odak noktaları, bizi Ötüken’le, Moğolistan coğrafyasıyla sınırlar. Batıtürklerini öğrenmek için gerekli Soğd, Pers, Bizans tarihi ve bu tarihleri öğrenmek için elzem olan dillerle ilgilenmeyiz. Semerkant yakınında Afrasyab’da, duvar resimlerindeki saçları örgülü Türk elçileri de dikkatimizi çekmez. 

Kırgızistan’da 1995 yazında Talas ovasında Manas şenliklerindeyiz. Kırgız rejisör Bulad Şemsiyev bütün ovayı sahne gibi kullanıyor. Daha sonra doğayı böylesine geniş bir sahne gibi kullanan başka bir gösteri ile karşılaşmadım. Ova geniş, insan nereye bakacağını şaşırıyor. Ama Bulad Şemsiyev seyircileri yönlendirmeyi biliyor. Manas’ın doğumu ile ilgili sahnelere odaklanmış bakarken, aniden başka taraftan turuncu bir duman çıkıyor, hemen oraya bakıyorsunuz. Siz dumanla oyalanırken bakmadığınız ve dolayısıyla görmediğiniz taraftan koskoca bir ordu geliyormuş da siz farkında bile değilmişsiniz. 

Günlük siyasette bu tür yönlendirmelere gündem değiştirme diyoruz. Ama tarihçilikte de benzer bir durum, çeşitli “odak noktaları”ndan kaynaklanır.

Kadim Türklerle ilgili odak noktalarından biri de Orhun Yazıtlarıdır. Yazıtların çok önemli şahsiyetler, yani Bilge Kağan ve veziri Tunyukuk tarafından dikilmiş olması bizi heyecanlandırır. Yazıtlarda Ötüken ile ilgili sözler, bizi bugün de yazıtların bulunduğu Moğolistan coğrafyasına götürür ve Kadim Türkleri hep Ötüken’i yurt tutmuş ve merkez edinmiş gibi görürüz. Ötüken’in kutsal bir yer olması ile ilgili deyişler de bizim bu kanımızı kuvvetlendirir. 

Sonuçta biz bir taraftan “Kadim Türkler bugünkü İpek Yolu boyunca güçlü bir imparatorluk kurdular” diye düşünür diğer taraftan da kendimizi Moğolistan coğrafyasına hapsederiz. İlgisi olan herkes anıtları görmeye Moğolistan’a gitmek ister. Ancak konunun uzmanı olan kimseler Altay dağlarındaki yazıtlardan veya Kırgız yazıtlarından da haberdardır. Belki bunların anıtsal nitelikte olmaması da bir etkendir. 

Moğolistan’a gidenler Kazakistan ve Özbekistan müzelerinde bulunan irili ufaklı yazıtları görmek için pek bir gayret göstermezler. Anıtların ihtişamı, kağanlara yakın olma duygusu, kutsal Ötüken yurdunda dolaştığını hissetmek, bizi Moğolistan’da alıkoyar. Böylece batıda Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanan geniş bir coğrafyada varlık gösteren Kadim Türkleri, içinde Ötüken’in ve yazıtların bulunduğu Moğolistan’dan çıkarmamış oluruz. Öte yandan Kadim Türklerin tarihinin sadece yazıtlardan ve Çin kaynaklarında öğrenileceğini düşünürüz.

Bu bakış açısından Batıtürklerini öğrenmek için gerekli Soğd, Pers, Bizans tarihi ve bu tarihleri öğrenmek için elzem olan diller de nasiplerini almış olurlar. Semerkant yakınındaki Afrasyab şehrinde, duvar resimlerinde görülen saçları örgülü Türk elçileri de pek dikkatimizi çekmez. 

Bizde durum bu halde iken, batıda Batıtürklerine arkeoloji ve filoloji yoluyla yaklaşılır. Son zamanlarda ezber bozan çalışmaları ile dikkati çeken Étienne de La Vaissière, Bizans kaynaklarının bize verdiği haberler ile Çin kaynaklarındaki bazı bilgilerin düzeltilmeye muhtaç olduğunu göstermiştir. Batıda olup bitenleri mesafedeki uzaklıktan dolayı bazen birinci elden duymayan Çinli bürokratlar, kimi zaman uzaktaki olayları kendi algılamalarına göre kaydetmişlerdir. Bunlardan en önemlisi bir akrabalık terimi ile ilgilidir. Çincede bugün bizim Türkçemizde olduğu gibi ağabey ve amca ayrı ayrı imlerle ifade edilir. Halbuki Kadim Türkler bugün Başkurtların yaptığı gibi akrabalara yaş ve kuşak çerçevesinde bakmış oldukları için, ağabeye de amcaya da ağay dedikleri gibi, Kadim Türkler de eçi diyorlardı. Hal böyle olunca Batıtürklerinin Güney Kafkasya seferlerini yapan, Bizans ve Ermeni kaynaklarında kendisinden Ziebel diye bahsedilen kişinin Tung Yabğu Kağan’ın eçi’si olduğunu öğreniyoruz. 

Budist rahip Xuanzang, Çin’den Hindistan’a giderken kendisini kabul eden Tung Yabğu’nun etkisi altında kalmıştı. Xuanzang bir taraftan Tung Yabğu’nun çadırının ihtişamını anlatırken, diğer taraftan gösterdiği nezaket ve tevazu karşısında hayranlığını ifade eder. Bizans İmparatoru Heraklius (610-641) zamanında Orta Asya’da hâkim olan Tung Yabğu, Çince kaynağa göre öncekilerle karşılaştırılamayacak kadar güçlü idi ve bu güçle sınırlarını genişletmişti. Bu durum, 625-627 yıllarında Bizans ve Batıtürk ittifakı ile geçekleşen Tiflis muhasarasının da ona maledilmesine sebebiyet vermiştir.

Bulad Şemsiyev’in Manas’ındaki turuncu dumanlı sahneler gözümüzü alır. Tarihin ihtişamlı devirlerinden gözümüzü alamayan bizlerin gözü kamaşır ve başka şey göremeyiz. Ancak bu tür bir yönlendirilmeyi istemiyorsak, iradeyi elimize alıp nereye bakacağımıza kendimiz karar verebiliriz.