60 kuşağının önde gelen şairlerinden, yazar ve gazeteci Refik Durbaş’ı, kaybettik. Şiirleri, denemeleri, haberleriyle silinmez bir iz bıraktı ardında.
Refik Durbaş’ın günümüz Türkiye’sinde pek nadir görülen üç özelliği vardı. Birincisi şair olmak, ikincisi adam olmak, üçüncüsü ise gazeteci olmak. Az konuşup çok düşünen, çok okuyan, çok yazan bir insandı. 80’lerin ortasında Cumhuriyet gazetesinde tanıdığım, Yeni Yüzyıl’da daha da iyi tanıdığım bambaşka bir varlıktı. Onun mısralarındaki samimiyet -dönemin stilize edilmiş, sloganlaştırılmış, halkçılaştırılmış ifadeleri arasında- temizliğiyle parlardı. İşte zaten bu nedenle asla eskimedi, dönemsel kalmadı ve kalmayacak.
Refik Durbaş’a “mütevazı” demek yetersizdir. İşinde gerçek bir profesyoneldi; çalışkandı, iddialıydı, espriliydi hatta komikti. Hangi yazının ne kadar ne olduğunu Türkçesinden, kimin kendisini ne kadar taşıdığını gözlerinden, neyin ne kadar gerçeğe yaklaştığını halinden anlardı. Durbaş, zeka gösterileri yapmayacak veya naif rolleri oynamayacak kadar yüksek IQ sahibi bir insandı.
İçinden çıktığı toplumu, insanları onun kadar hissetmiş, yansıtmış ve kendini öne çıkarma hevesi olmadan yaşamış az insan tanıdım. Bu varoluşuyla, doğal olarak hem takdir edilen hem de kızılan biri oldu. Onun gibi olamazdık; olamadık zaten. Ama ondan çok şey öğrendik. Hem nefis şiirleriyle bezendik hem de yapabildiğimizce kendimizi düzelttik. Hoşçakal usta; tekrar görüşmek üzere.
Gürsel Göncü
CANDAN SABUNCU (1944-2018)
Özel bir oyuncu, öncü bir tiyatrocu
Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Candan Sabuncu’yu 74 yaşında, Aralık ayının altıncı gününde kaybettik. Türk tiyatrosunun duayen isimlerinden Candan Sabuncu, Yeşilçam’daki takma ismi olan Sevil Candan lakabıyla da tanınıyordu.
Genç kuşaklar onu Ömer Vargı’nın yönetmenliğini üstlendiği ve Şener Şen’le Kenan İmirzalıoğlu’nun başrollerinde olduğu Kabadayı (2007) filmindeki Atiye karakteri ile tanıdı. Sabuncu’yu bugünkü ününe kavuşturan ise asıl olarak 1960’larda içinde yer aldığı filmlerle gösterdiği performans oldu. Sabuncu’nun bu yıllarda ortaya koyduğu oyunculuk metodu, Türk sinema ve dizi endüstrisinin oyunculuk ayağının geliştirilmesinde ciddi bir eşiği temsil etmeyi sürdürmektedir.
Suavi Sualp’in senaryosunu kaleme aldığı ve Nuri Ergün’ün de yönetmenlik koltuğunda olduğu 1962 yapımı “Neşemizi Bulalım” onun kendini gösterdiği ve yeteneğini sergilediği ilk büyük işi oldu. Ardından gelen ve yönetmenliği ile senaristliği Hüseyin Peyda tarafından üstlenilmiş olan “Perişan” filmindeki başrolüyle de sinemada aranan yıldız isimlere dahil oldu. Oyunculuğunun orijinal taraflarını kamera karşısında icra edebilme şansı bulan Sabuncu, filmlere yeni bir soluk getiriyordu. Yine de onu zirveye taşıyan, geniş kitlelere tanıtan film “Kral Arkadaşım” oldu. Ayhan Işık’ın başrolünde, Osman F. Seden’in de yönetmenlik koltuğunda olduğu 1964 yapımı bu film, bugün hâlâ Yeşilçam’ın klasikleri arasında sayılmaktadır. Sabuncu’yu sadece filmleriyle anmak haksızlık olur. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mezunu Sabuncu, kadrosunda yer aldığı Şehir Tiyatroları’nın birçok oyununda başrolü oynadı. Türk tiyatrosunda adeta ayrı bir ekol oluşturabilecek olan performansları ona birçok ödük de kazandırdı. Türk sineması önemli bir oyuncusunu, Türk tiyatrosu ise birkaç öncüsünden birini yitirdi.
AFİFE BATUR (1933-2018)
Mimarlık tarihimizin temel taşlarından
Afife Batur Hoca, Osmanlı ve erken cumhuriyet mimarisi üzerine ilk önemli akademik araştırmaları gerçekleştirmişti.
Aralık ayında Afife Batur hocayı kaybettik. İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, mimarlık tarihi kürsüsünde öğretim üyesi olan hoca, son dönem Osmanlı mimarlığı ile ilgili çok sayıda çalışması ile tanınmaktaydı. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde hem lisans hem yüksek lisansta çok sayıda öğrenci yetiştirmiş, yüksek lisans ve doktora tezi yönetmişti. Değişik dönemlerde Mimarlar Odası, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu gibi bir çok kurumda ve çeşitli sivil toplum örgütlerinde de görev almıştır.
Osmanlı mimarlığının son döneminde etkin olan mimari akımlar ve sanatçılar ile ilgili çalışmalarının bir çoğu, alanında ilk olma özelliğine sahiptir. Osmanlı Devleti’nin Avrupa etkilerinde mimarisinin değişimi, Batı’dan gelen etkilerin kent ve mekan kurgusuna katkısı, bu süreçlerde mimarlar gibi konuları ele alan makaleleri ve ansiklopedi maddeleri dikkati çekicidir. 19. yüzyılın son yıllarında ve 20. yüzyıl başlarında Osmanlı ülkesinin başkenti İstanbul’da görülen art-nouveau üslubu araştırmalarında da önde gelen isimlerden biriydi. Yine son Osmanlı ve ilk cumhuriyet yıllarında eser veren mimar Vedat Tek hakkında geniş bir araştırmaya imza atmıştır. Emeklilik sonrasında da çalışmalarına devam eden Hoca, son günlerine kadar meslek heyecanını kaybetmemişti.