Kasım
sayımız çıktı

‘…Ölüm hep bana Bana mı düşer usta?’

60 kuşağının önde gelen şairlerinden, yazar ve gazeteci Refik Durbaş’ı, kaybettik. Şiirleri, denemeleri, haberleriyle silinmez bir iz bıraktı ardında.

Refik Durbaş’ın günümüz Türkiye’sinde pek nadir görülen üç özelliği var­dı. Birincisi şair olmak, ikincisi adam olmak, üçüncüsü ise ga­zeteci olmak. Az konuşup çok düşünen, çok okuyan, çok yazan bir insandı. 80’lerin ortasında Cumhuriyet gazetesinde tanıdı­ğım, Yeni Yüzyıl’da daha da iyi tanıdığım bambaşka bir varlıktı. Onun mısralarındaki samimi­yet -dönemin stilize edilmiş, sloganlaştırılmış, halkçılaştırıl­mış ifadeleri arasında- temizli­ğiyle parlardı. İşte zaten bu ne­denle asla eskimedi, dönemsel kalmadı ve kalmayacak.

Refik Durbaş’a “mütevazı” demek yetersizdir. İşinde ger­çek bir profesyoneldi; çalışkan­dı, iddialıydı, espriliydi hatta komikti. Hangi yazının ne ka­dar ne olduğunu Türkçesin­den, kimin kendisini ne kadar taşıdığını gözlerinden, neyin ne kadar gerçeğe yaklaştığını halinden anlardı. Durbaş, zeka gösterileri yapmayacak veya naif rolleri oynamayacak kadar yüksek IQ sahibi bir insandı.

İçinden çıktığı toplumu, in­sanları onun kadar hissetmiş, yansıtmış ve kendini öne çıkar­ma hevesi olmadan yaşamış az insan tanıdım. Bu varoluşuyla, doğal olarak hem takdir edilen hem de kızılan biri oldu. Onun gibi olamazdık; olamadık zaten. Ama ondan çok şey öğrendik. Hem nefis şiirleriyle bezendik hem de yapabildiğimizce ken­dimizi düzelttik. Hoşçakal usta; tekrar görüşmek üzere.

Gürsel Göncü

CANDAN SABUNCU (1944-2018)

Özel bir oyuncu, öncü bir tiyatrocu

Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Candan Sabuncu’yu 74 yaşında, Aralık ayının altıncı gününde kaybettik. Türk tiyatrosunun duayen isimlerinden Candan Sabuncu, Yeşilçam’daki takma ismi olan Sevil Candan lakabıyla da tanınıyordu.

Genç kuşaklar onu Ömer Vargı’nın yönetmenli­ğini üstlendiği ve Şener Şen’le Kenan İmirzalıoğlu’nun başrollerinde olduğu Kabadayı (2007) filmindeki Atiye karakte­ri ile tanıdı. Sabuncu’yu bugünkü ününe kavuşturan ise asıl olarak 1960’larda içinde yer aldığı film­lerle gösterdiği performans oldu. Sabuncu’nun bu yıllarda orta­ya koyduğu oyunculuk metodu, Türk sinema ve dizi endüstrisi­nin oyunculuk ayağının gelişti­rilmesinde ciddi bir eşiği temsil etmeyi sürdürmektedir.

Suavi Sualp’in senaryosunu kaleme aldığı ve Nuri Ergün’ün de yönetmenlik koltuğunda oldu­ğu 1962 yapımı “Neşemizi Bula­lım” onun kendini gösterdiği ve yeteneğini sergilediği ilk büyük işi oldu. Ardından gelen ve yö­netmenliği ile senaristliği Hüse­yin Peyda tarafından üstlenilmiş olan “Perişan” filmindeki başro­lüyle de sinemada aranan yıldız isimlere dahil oldu. Oyunculuğu­nun orijinal taraflarını kamera karşısında icra edebilme şansı bulan Sabuncu, filmlere yeni bir soluk getiriyordu. Yine de onu zirveye taşıyan, geniş kitlelere ta­nıtan film “Kral Arkadaşım” oldu. Ayhan Işık’ın başrolünde, Osman F. Seden’in de yönetmenlik kol­tuğunda olduğu 1964 yapımı bu film, bugün hâlâ Yeşilçam’ın kla­sikleri arasında sayılmaktadır. Sabuncu’yu sadece filmleriyle anmak haksızlık olur. Devlet Gü­zel Sanatlar Akademisi mezunu Sabuncu, kadrosunda yer aldığı Şehir Tiyatroları’nın birçok oyu­nunda başrolü oynadı. Türk tiyat­rosunda adeta ayrı bir ekol oluş­turabilecek olan performansları ona birçok ödük de kazandırdı. Türk sineması önemli bir oyun­cusunu, Türk tiyatrosu ise birkaç öncüsünden birini yitirdi.

AFİFE BATUR (1933-2018)

Mimarlık tarihimizin temel taşlarından

Afife Batur Hoca, Osmanlı ve erken cumhuriyet mimarisi üzerine ilk önemli akademik araştırmaları gerçekleştirmişti.

Aralık ayında Afife Batur hocayı kaybettik. İstan­bul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, mimarlık tarihi kürsüsünde öğretim üyesi olan hoca, son dönem Osman­lı mimarlığı ile ilgili çok sayı­da çalışması ile tanınmaktay­dı. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde hem lisans hem yüksek lisansta çok sayıda öğrenci yetiştirmiş, yüksek lisans ve doktora tezi yönetmişti. Değişik dönemler­de Mimarlar Odası, Kültür Var­lıklarını Koruma Kurulu gibi bir çok kurumda ve çeşitli sivil toplum örgütlerinde de görev almıştır.

Osmanlı mimarlığının son döneminde etkin olan mima­ri akımlar ve sanatçılar ile ilgili çalışmalarının bir çoğu, alanın­da ilk olma özelliğine sahiptir. Osmanlı Devleti’nin Avrupa etkilerinde mimarisinin deği­şimi, Batı’dan gelen etkilerin kent ve mekan kurgusuna katkı­sı, bu süreçlerde mimarlar gibi konuları ele alan makaleleri ve ansiklopedi maddeleri dikka­ti çekicidir. 19. yüzyılın son yıl­larında ve 20. yüzyıl başların­da Osmanlı ülkesinin başkenti İstanbul’da görülen art-nouve­au üslubu araştırmalarında da önde gelen isimlerden biriydi. Yine son Osmanlı ve ilk cumhu­riyet yıllarında eser veren mi­mar Vedat Tek hakkında geniş bir araştırmaya imza atmıştır. Emeklilik sonrasında da çalış­malarına devam eden Hoca, son günlerine kadar meslek heyeca­nını kaybetmemişti.