3. Selim dönemine ait 1805 tarihli mektupta, ahlaksız ve insanlıktan uzak bir anlayışın normalleştirildiğine tanık oluyoruz. Mehmed Sadık Efendi, vekili olduğu kadı efendiye, bulunduğu kazadaki Hacı Bakioğlu Abiş adlı tüccarın ölüm döşeğinde olduğunu gayet “mutlu ve sevinçli bir şekilde” bildiriyor ve parasına nasıl elkonacağıyla ilgili fikirlerini açıkça paylaşıyor.
Adaletin tecellisinde en önemli unsur olan yargıçlara Osmanlı zamanında kadı denilirdi. İlmiye mensuplarına “arpalık” olarak verilen bazı kazalarla; rütbesi ve yaşı ilerlemiş kadılara tevcih edilip “mevleviyet” adı verilen büyük merkezlere tayin edilenler çoğunlukla görev yerlerine gitmezler, kendi yerlerine vekil gönderirlerdi. Kadılarla aynı yetkilere sahip olarak vekaleten gönderilen hukuk erbabına “naib”, makamlarına da “niyabet” denilirdi. Osmanlı devrinde yaygın bir uygulama sahasına sahip olan naiplik ve niyabet müessesesi, çeşitli düzenlemelerle cumhuriyet devrine kadar kesintisiz sürmüştür.
Devletin düzenli maaş sistemine dahil olmayan naiplerin tek gelir kaynakları, mahkemelerde düzenledikleri hüccet, nafaka, nikah, tereke belgelerinden aldıkları harçlardı. Üstelik bu harçların tamamı kendilerine kalmaz, makamın asıl sahibi kadıyla anlaşmalarına göre ancak beşte birini, nadiren de dörtte birini alabilirlerdi. Kazanın tahammülüne göre beklediği geliri elde edemeyen kadı naipleri, rüşvet ve diğer yolsuzluklar ile ahaliyi canından bezdirirdi.
Arşivlerimiz, uzun Osmanlı asırlarında naiplerin yolsuzluklarının önlenmesine, ahaliye eziyetlerinin ortadan kaldırılmasına dair gönderilen fermanlarla doludur. Ne kadar ferman gönderilirse gönderilsin adalet sisteminde hiçbir dönemde yolsuzlukların önü alınamadığı gibi, insanlıktan da nasibini almamış kişilerden hakkın teslimi ve adaletin yerine getirilmesi beklenilmiştir.
3. Selim’in tahtta bulunduğu zaman dilimine ait, 1805 tarihli mektupta da, ahlaksız ve insanlıktan uzak bir anlayışın normalleştirildiğine tanık oluyoruz. Belgeden hangi kazanın naibi olduğu anlaşılamayan Mehmed Sadık isimli biri, naibi olduğu kadıya gönderdiği mektupla niyabet süresinin biraz daha uzatılmasını rica ediyor. Zira naiplik süresi boyunca “yeterli hasılatı” toplayamadığından borçlanmış, durumunu toparlayabilmek için önüne bir fırsat çıkmıştır. Bulunduğu kazanın sakinlerinden Hacı Bakioğlu Abiş adlı bir tüccar, ölümcül bir hastalığa müptela olup, doktorlar tarafından az bir ömrü kaldığı söylenmektedir. Naibimiz Mehmed Sadık Efendi, vekili olduğu kadı efendiye bu durumu öyle mutlu, sevinçli bir halde bildiriyor ki “görev süresi içinde ölürse ne güzel, ölmez de bir-iki ay geri kalırsa yerimde bırakıldığıma dair ibka belgesini isterim” diyor. Bugünkü anlayışımızla kişinin kendi kendine bile söyleyemeyeceği bir cümlenin, muhatap olunan kadı efendiye fütursuzca kendi aralarında söylenebilmesi, insanlık dışı bir durumun bile normalleştirildiğini gösteriyor. Bununla da kalmıyor; “bu tüccarın mirasının 20 bin kuruş olarak tahmin edildiğini, mirasçısının küçük bir çocuk olmasından dolayı buna vasi, evkafına kaymakam tayini işlerinden iyi para kazanacağını ve külliyetli borçlarından kurtulacağını” söylüyor. Kadı efendiye böyle bir davanın 40 yılda bir düşeceğini hatırlatırken, onun alacağı hisseyi düşünerek görev süresini uzatmasını sağlama almak istiyor. Üstelik mektubun tarihine bakılırsa Ramazan ayında, üstelik Kadir Gecesi’nde yazmış olmalı!
Ancak Naip Mehmed Sadık Efendi bu kadar iştahlanmasına rağmen isteğine nail olamamış; mektubun üstünde naibi olduğu kadının el azısı olması muhtemel notta “mektubun gelmesinden önce niyabetin Sadullah Efendi’ye verildiği” yazılmış.
Mektup mutlaka naip efendinin elinden çıkmıştır. Yazısını gayet okunaklı bir talik yazı ile yazmasına rağmen, iki yerde “isti’fa” yerine “istîfâ” denmesi; muhtemelen elif harfiyle İbiş yazacağı yerde ayın harfiyle Abiş okunur gibi yazması; “cümra” olarak okunmak üzere harekelediği hastalık hiçbir sözlükte geçmediğinden aslında karaçıban demek olan “cemre” yazmak isteyip de beceremediğinden hareketle; eğitimi yetersiz, imlası bozuk, fıkralarla halk hikayelerinde izine sıkça rastladığımız menfaat ve rüşvet peşinde koşan tipik bir kadı portresiyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
Kazanın yeri ve adı belli olsaydı, bu meseleyi şeriye sicillerinden takip etmek mümkün olurdu; fakat şimdiki veritabanı ile bu gayet zor. İleride şeriye sicilleri ile ruus defterleri indekslenirse sonucun ne olduğunu, Bakizade Abiş Ağa’nın malının nasıl çarçur edilip yetiminin paralarının nasıl yendiğini öğrenebiliriz.
‘1 BELGE’NİN İBRET BELGESİ
‘Böyle madde 40 yılda bir düşer’
“Hüve
Devletlü inayetlü merhametlü veliyy-i nimet-i bî-minnetim sultanım hazretleri
Devlet-i ikbal ile sağ olsun. Arzuhal-i abd-i kadîm ve şâkir-i envâʽ-ı niʽam-ı müstedîmleridir ki bi-hamdillah-i teâlâ mübtelâ olduğum cümrâ illetinden bu günlerde halâs ve şifâ-yâb oldum. Bu sene-i mübârekede min-ciheti’l-vücûd ve’l-mâl ne derecelerde mazhar-ı bahr-i ta’b olduğumu Allah bilür ve niyâbet ne mikdâr zarar gösterdi takdîm olunan defterden ma’lûm-ı veliyyü’n-ni’ami buyrulmuştur. Bu defa Zilhicce’den istîfâ etmek niyetinde idim. Ancak tüccardan Hacı Bakioğlu Abiş Efendi maraz-ı mühlike mübtelâ olup el-ilmu indillah la ya’lemu’l-gaybe illallah mevcud olan etıbba merkûmun karîn-i vefât idüğün haber vireyorlar. Zilhicce’ye kadar fevt olur ise ne güzel daha bir iki ay ilerü kalır ise beher hâl ihtiyâten ibkâ mürâselesini isterim zira hademe-i mahkeme beher hâl yirmi bin kuruş hâsıl olur deyu tahmin ideyorlar. Fi’l-hakîka madde cesîmdir. Evlâdı sıgâr olup evkâfa kâimmakâm nasbı ve sıgâra vasî ta’yîni ve zimemâtının de’âvîsi külliyetlü mevâddır. Böyle madde kırk yılda bir düşer. Lütf u ihsân buyurup ihtiyâten Zilhicce’den ibkamıza müsaade-i aliyye buyurup bu madde vuku’ bulup tetmîm ettiğim gibi istîfâ edeceğim beyânı ve mücerred tecdîd-i ubudiyyetimi havi arzuhâl terkîmine mübâderet kılındı. Bi-mennihi teâlâ ledâ şerefi’l-vüsûl sûret-i hâl ma’lûm-ı aliyyeleri buyuruldukta bu bâbda müsâ’ade ve mazhar olduğum düyûn-ı vefîremden halâsıma sebep ve müceddeden çerağ ve ihyâ buyurulmak bâbında emr u fermân hazret-i veliyyü’n-ni’metindir efendim.
Fî 27. [Ramaza]N. sene [1]220 [19 Aralık 1805]
[Mühür] Mehmed Sadık
Alttaki satır mektubun üstünde bulunuyor. Muhtemelen kadı efendinin elinden çıkma kenar notudur.
Vürûd-ı kâime tarihi fi 11 Za. Sene 220 bu tarihte niyabet Sadullah Efendi’ye verilmiş idi