Enis Batur “Kaç mezarlığımız korunabiliyor? Ya taşların ne kadarı? Herhalde ‘ölümlü dünya’ diye geçiştiriliyor konu” diyor ve kendisine sorduğu soruları cevaplamaya devam ediyor: “Baştansavma ölmeye dair ötekimle konuşma”.
– Yaz başıydı söyleşimizin ilk bölümünü gerçekleştirdiğimizde; şimdi güze giriyoruz. Pandemi bütün amansızlığıyla hüküm sürüyor yerkürede. Pencerenizden, içpencerelerinizden nelere, nerelere baktınız?
# Kapanmanın işi üzerinde daha da koyulaşmasını kolaylaştırdığı görece talihli insanlar arasındayım, kapandıkça açıldım iyicene; ‘içpencere’ dediniz, sayıları arttı bu dönemde, ufukları genişledi.
Dışarıya gelince… Herkes gibi ben de ölüm istatistiklerini boğularak izliyorum. Görülmemiş bir bozgun yaşıyor insanlık. Hem de ilerleme kibirine kapıldığı bu çağda. Hepimizin payına düşen ağır çaresizlik. İki ‘dalga’ arası inip çıkan sayısal verilerin, sonunda bir tür kayıtsızlık doğurduğunu gözlemliyorum; şarapnel parçası çok yakına düşmedikçe görmezden geliniyor yanılmıyorsam -bunları kendimi daha bilinçli, sorumlu konuma koyarak söylediğimi sanmayın, çoğu kişiden farkım yok, başımı çeviriyorum.
– Ölüm’e sırtınızı dönme gereksinmesi mi ağır basar oldu, salgının yıpratıcı gerçekliği karşısında?
# Başka cephelerine bakmayı sürdürdüm son dönemde, konunun. ‘Haber bültenleri’nde geriye itilen, handiyse görünmezleştirilen gelişmelere yaklaşmak iğneyle kuyu kazmayı anıştırıyor. Gölyazı Nekropol Müzesi’nin korunmaya alınması Göl Yazı yazarını nasıl ilgilendirmesin? Tarsus’ta, baraj sularının olağandışı ölçülerde çekilmesi Roma kaya mezarlarını yeniden ortaya çıkardı. İznik’te, bir tarlada irikıyım bir Roma mezarı buldu çiftçi. Çin’de, Han Hanedanı’nın bir üyesine ait 1.800 yıllık mezar bulundu. Silvan’da 1. Kılıçaslan’ın ve kızı Saide Hatun’un mezarları. Uygur bölgesindeki Kargılık Camii’nin yanıbaşındaki değerli mezarlık kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya.
– Kuzum, bu can pazarında, sıraladığınız haberlerin herhangi bir önceliğinden dem vurabilir miyiz? Bir avuç tarih ve arkeoloji meraklısı için bile ikincil önem taşıyor olsa gerek bu türden gelişmeler. Anlamakta güçlük çekiyorum: Bugün ne arıyorsunuz mezarların arasında?!
# Dünya dönse de dursa da öleceğiz siz ve ben. Gideceğimiz yer orası. Sırtınızı dönmeniz, başka yere bakmanız değiştirmeyecek bu temel koşulu. Ne diyordu Jankélévitch? “Ölüm, mutlak ontolojik skandal”. Kitabımın başındaki motto’lar arasına kattım o kısa cümleyi, çünkü paylaşıyorum. Orada bitiyor Hayat ve geridönüşü yok. Geride kalıntılarımızı bırakıyoruz: Hızla çürüyecek bir kalıp, eriyip gidiyor, geride kalabildiğince kemikler kalıyor. Kültür, onları korumayı seçiyor genellikle; en azından bir süreliğine. Dayanıklı olanlar çıkıyor aralarından, Gölyazı Nekropolü 2.500 yaşında; bunun öneminin nesini anlamakta güçlük çektiğinizi anlamakta güçlük çekiyorum.
– Bir çırpıda kültürsüz, duyarsız biri kılıverdiniz beni! Covid ölümleri milyonlar sınırını aşmışken ve hız kesmezken konunun kültürel cephesine odaklanmamızı yadırgamıştım hepsi hepsi.
# Evet, bininci kez, baldıran öncesi Sokrates’in flütle melodi öğrenme hikâyesi. Geçenlerde bir araştırmacı Şinasi’nin kayıp mezarı bağlamında bir sav öne sürdü: Yokedilen büyük Ayaspaşa Mezarlığı’nda -ki Grand Champs des Morts diye anılıyor Batılıların yaptığı harita ve gravürlerde- tam Ayaspaşa Apartmanı’nın bulunduğu yere/noktaya gömüldüğü bilgisi size ne ifade eder bilmem; benim içimi rahatlattı. Son yıllarda çok sık geçtiğim bir güzergah; sözkonusu apartmana başka gözle bakacağım bundan böyle.
– Duygusal birisiniz.
# Duygularımla aklımı tahteravallide dengede tutmaya çalışırım. Birinin öbürünü ağırlaştırdığı olur. Şinasi’nin mezarının yerini bilmenin yarattığı rahatlık, yerini bilememenin yarattığı küçük boşluğun kısmen dolmasıyla ilişkili. Yoksa Şinasi benim “ne”yim oluyor?!
– Diğer haberler? Onlarla da mı küçük boşluklar dolduruyorsunuz? Tersine, gerçekte ölçüsüz büyüklükte bir boşluk mu sözkonusu?
# Dilerseniz Hayat’ın -benimkinin ve sizinkinin de doğal olarak- sonsuz bir kara delik içerdiğini kabul edebiliriz. Bütün meraklarımız, arayışlarımız, yapıp etmelerimiz onun tarafından yutuluyor besbelli; çünkü öldüğümüz an bomboşuz, sıfırlanıyor karakutumuz. Haberlerin arkasındaki insanlar, kazılarını yürütenler, akademik çalışmalar yapanlar, öğrenci yetiştirenler bilmiyor mu bu durumu? Sisifos’luk herkeste.
– İnsanı dibe çekiyorsunuz! Damarınıza basayım derken damarıma basıverdiniz. İyisi mi konunun kültürel cephesine döneyim ben. Londra’nın “Magnificent Seven”ını bilirsiniz. Paris’in Montmartre, Père Lachaise, Montparnasse’ını; İstanbul’un Karacaahmet’ini ya da Zincirlikuyusu’nu düşünüyorum da, hemen hepsinde görece yakın geçmişe ait mezarlar korunuyor daha çok; geriye sardıkça tarihsel makarayı, seyreliyor korunmuş olanlar. Gölyazı Nekropolü diyorsunuz, hadi o denli uzağa gitmeyelim, Ahlat’a bakalım: Mezarlar boş değil mi özünde?!
# Arabesk tonu seçerek “hayat boş” diyebiliriz! Zamanla kemikler toza dönüşüyor. Korunabilmiş, yerinde kalmış mezartaşı sayısı nedir ki? İstanbul’un ilk surlarının yapımında, 5. yüzyılda, eski mezartaşları da kullanılmış. Ayaspaşa Mezarlığı’nın taşlarının Gümüşsuyu’ndaki ‘şeddadî’ apartmanların ve askerî hastanenin temellerinde durduğunu söyler Koçu. Bugünün dev mezarlıkları yarın yokedilecektir. “Kemiklik” görünce insan, olacakları daha iyi kestirebiliyor.
– Ölesiye Sanat’ta Paris Kemikliği’ni ziyaretiniz hakkında bir denemeniz vardı.
# Evet. Bu bağlamda gerçekçi olmayı gerektiren ipucu sayısı yüksek. Ben, Dante’nin mezarına gittim Ravenna’da. Buna karşılık, İkbal’in ve Nefî’nin mezarları yoktur; onlara Mevlânâ Müzesi’nin bahçesinde iki simgesel kitabe ayrılmıştır. Fark üzerinde düşünülmeli. İki büyükbabam da Karacaahmet’e gömülmüş; çocukları ‘yer’lerini bilmediği için kayıplar. Öte yandan Hüseyin Hâki’nin Feneri Dergâhı’ndaki mezarını ziyaret ettim, benden sonra kim ziyaret edecek o taşı? Kimse ziyaret etmeyecekse, ne için korunsun?
– Bir ‘Hece Taşları Müzesi’ kurulması fikrine ne dersiniz?
# Bazı taşlar zaten müzelerde; Muradiye Külliyesi’ni düşünün. Aya İrini’deki lahdi, Cluny Ortaçağ Müzesi’ndeki taşları, benzerlerini düşünün. Gene de mezar başka: Şeyh Galip’i, komşusu Müteferrika’yı ziyaret edince daha iyi anlıyor insan: Ölüleri rahat bırakmayı öğrenemeyen kültürler kalıcı olmaz. Mısır’da ölüleri rahat bırakmıyorlar öte yandan; bunu kültür adına yapmalarını kabul edilmez bulduğumu söylemeliyim, ‘yer’lerinden oynatılmalarına içerliyorum. Luksor’da “bulunan” ahşap lahitler mumyalarla birlikte hemen müzeye kaldırılıyor, ‘kültür ve turizm’in, dolayısıyla akçe değerinin birleştirilme nedeni herşeyi önceliyor.
– Define avcısı soygunculara bırakılmaları yanlış strateji olmaz mıydı?
# Korunamadığında müzelerin nasıl soyulduğunun en tipik örneğini Mısır’da görmüyor muyuz?! Yapmayın! Ülkenin en ciddi ekonomi kaynakları arasındaysa kadim Mısır’ın yapıları ve nekropolleri, onları korumayı bilecekler. Biz kendi ülkemize bakalım kaldı ki: Kaç mezarlığımız korunabiliyor? Ya taşların ne kadarı? Herhalde “ölümlü dünya” diye geçiştiriliyor konu!
– Cinlerin İstanbulu’nda, iki dostunuzla birlikte yaptığınız “mezarlık dersi”ni aktarmıştınız. Bu söyleşinin ilk ayağında sözünü ettiğiniz yazılarını okudum Samih Rifat’ın ve Ekrem Işın’ın; ayrıca Edhem Eldem’in incelemesine de eğildim. “Ders” sözcüğünü siz kullanıyorsunuz, bir bakıma “mezarlık okuma kursu” demeye getiriyorsunuz. Yeni bir dil öğrenmeye mi benzetiyorsunuz taş okumalarını?
# Bunu Bacqué-Grammont’a da sorsanız sanırım benzer yanıtı duyacaktınız, Aksel Tibet’e de. Bir dili, hem de grameriyle öğrenmekten sözedebiliriz. Ama, Ahlat taşlarıyla 17. yüzyıl sonu Osmanlı mezartaşları arasındaki geniş boşluğu doldurmak oldukça güç. Bacqué-Grammont -ki biz onu Bâki Efendi (!) diye de biliriz- tahta şahidelerin birkaç ücra köydekiler sayılmazsa yokolduklarını söylemekle kalmıyor, yakında Osmanlı mezarlıklarından da elde avuçta pek az örnek kalacağını ekliyor.
– Tahta şahideler de korunmalı mıydı sizce?
# Hiç değilse numune çeşitliliğini görebilmeliydik. Rilke’nin tahta haçını ziyaret ederseniz bir gün, ne demeye çalıştığımı anlarsınız. Kaldı ki, Ahlat’ta, Siirt’te mezartaşlarında taş ustalarının, İmâdeddin Bin Ali’nin, İshak el-Hadîm’in imzalarının bulunması açık göstergedir: Birer sanat yapıtı olsun istenmişlerdir.
Jean-Louis Bacqué- Grammont’un Merdivenköy Bektaşi Mezarlığı’nda çektiği mezar taşlarından…
– Taş işçilerinin mimari yapıların kuytu köşelerine isimleri kakmalarını hatırlatıyor bu.
# Hünerlerini sahiplenme güdüsü. Kurallar çerçevesinde kalarak, başka deyişle gramere ayak uydurularak işleniyor mezartaşı. Ekrem Işın ve Nedret İşli’nin “okuma dersleri” bize kimin için “mücevveze”, kimin için “örf” ya da “selimî” kullanıldığını öğretmekle kalmıyor, mermer kaplı aile sofasının düzenine ya da iki servi motifi arasına Mühr-i Süleyman yerleştirilmesine ilişkin verileri de sunuyor. Bazı taşların tepesine kuşların yağmur suyu içmesi için küçük bir oyuk kondurulması tam da gelişkin kültürün kanıtı.
– Ölüme hayatın içinden bir köprü kurarcasına…
# Bacqué-Grammont, Osmanlıların mezarlıkta şarkılı-müzikli piknik yapma alışkanlığının zamanla yitip gitmiş olmasına haklı olarak hayıflanır. Yabancı seyyahlar, İstanbul’da ya da Bursa’da mezarlıkların gündelik yaşamın bir uzantısı hâlinde varoluşunu yüceltirler. Vâdi-i Hamüşân deyişini çok severim: Suskunlar Vadisi, Eski Ahit’teki Ölüler Vadisi imgesinden daha anlamlıdır; çünkü insan ölüleriyle de birlikte yaşamayı bilen canlı türüdür.
– Mezarlar, kabristan ziyaretlerinde taze çiçeklerle donatılır. Arada bakımları düzenlice yaptırılanlarla, terkedildiği belli olanlar yanyanadır. Taşlarda Fatiha beklentisi dile getirilmiştir.
# Çünkü ölülerle canlılar arasına sözler girer. Duaya durulur. Karşıdan, taşlar da ses verir. Edhem Eldem ve Nicolas Vatin bu bağlamda derin bir boyut açıyorlar incelemelerinde. Ortodoks cephesinde dinlerin, suskunluğun payı büyük: Ölümün arkasından aşırı tepki verilmesi hoş karşılanmıyor, Hüve’l-Bâkî’ye diklenilir mi hiç! 1750’den sonra, diyor Eldem, taşlar gene de “geveze”leşmeye başlamış; inleme seslerine öykünen yazıtlar, vah ya da heyhat seslenişleri, bundan da öte hüzün, keder, umutsuzluk ifadeleri, hem de ölünün ağzından taşa yüklenmiş.
Galata Mevlevihanesi’nin sakinleri
İbrahim Müteferrika’nın Galata Mevlevihanesi’nin haziresinde bulunan mezarlığı… Komşuları arasında Şeyh Galip de var.
– Kabristanlarda yalnızca kuş sesleri, rüzgarın yapraklarda yarattığı hışırtılar duyulur diye düşünürdüm, demek taşlar da ses veriyormuş!
# Kulak kesilene. Mezarlıklara kim nelere inanarak, kim hangi kültürel donanımla girerse karşılığını duyar, görür. Ölü/m ritüellerinin yerküredeki çeşitliliği dudak uçuklatıcı. İnsan, Hayat’ı kendi hayatıyla sınırlamaz, onu ileri ve geri yönlere doğru açmaya çalışır.
1970 yazında Nemrut’a bir helikopterle götürülüşümün hikayesini yazmak istiyorum. O tepeyi yukarıdan gördüğümde, kral Antikios’un kalkışımı büyülemişti beni. 1 ay geçmedi, Ahlat’taydım; aralarında dolaştığım taşların yarattığı duygunun benzerini Louvre’a ilk gidişimde, Kadim Yunan bölümündeki yontu salonlarında yaşadım. Samih Rifat, İlyada’nın sonundaki cenaze töreninden hareketle olağanüstü bir “epitafio” yazmıştı. Erken ölümü sonrası metne döndüğümde, orada bir gelecek öngörüsünün de barındığına vardım. Bu beni kendi yazdıklarım üzerinden ürpertti.
Ölüm, Samih’in dediği gibi, çok yakın birini yitirdiğimizde “korkunç” kısalıkta bir tören. Onu bir çukura bırakarak dönüyoruz hayatımıza; kendimizi oradan başlayarak ölümümüze hazırlamaya koyulduğumuzu sanıyorum.
– Ama aynı Samih Rifat başka bir yazısında, yetkin fotoğrafını çektiği Bursa’nın ‘ufak tefek’ mezartaşlarının estetikleri açısından “şölen” oluşturduğunu yazmış. Sizde de benzeri bir yaklaşım yok mu?
# Olmaz mı?! Ölümü estetize etmek onun “skandal/varlığı”yla bir ölçüde başetmek için büyük olasılıkla. Doğallaştırma çabası giriyor işin içine: Hayvanlardan uzaklaşmamak en iyisi belki de. İngilizler bir dönemde ölüleriyle fotoğraf çektirmişlerdir. Taşı için vasiyet bırakanlardan bazıları üslûpları ve seçimleriyle güldürür ziyaretçileri. İşte vefat duyurusunu “zalim avrat elinden” yapan Hacı Mehmed Ağa’nın Otakçılar Mezarlığı’ndaki taşı. Atlas Obscura sitesinde ölüm kültürü ekseninde biraraya getirilmiş yüzlerce bahis bulunuyor.
– Bugünün gömü âdetleri, yerleri nasıl bir kültür düzeyini simgeliyor sizin gözünüzde?
# İstisnaları ayırırsak, herşeyi ile baştansavma ölünüyor artık.