Kasım
sayımız çıktı

Önce esaretten kaçtı sonra Erkadi’yi yaktı

Kayıkçıdan devşirme amiral Ahmet Fevzi, II. Mahmud’un ölümü üzerine Osmanlı donanmasını İskenderiye’de Mehmet Ali Paşa’ya elleriyle teslim etmiş, esareti içine sindiremeyen topçu çavuşu Gamsız Hasan bir filikayla Mısır’dan kaçmıştı. Daha sonra İzzettin korvetiyle Girit asilerine cephane taşıyan kendisinden daha güçlü ve süratli Yunan gemisi Erkadi’yi de safdışı bırakacaktı. Bir 19. yüzyıl kahramanının hikayesi… 

Bizim onda birimiz kadar tarih zenginliği olmayan ülkeler, kendi efsanelerini yaratıp, medya hakimiyeti sayesinde dünya tarih algısını şekillendirirken; nice hikayemiz tozlu sayfalar arasında saklı duruyor, nice kahraman ve hain, iyilikle veya kötülükle anılmayı bekliyor. Bazen elektronik ortamda bir an görünüp, gene kenarlarda köşelerde sıkışıp kalıyorlar. Bununla birlikte, ülkemizde tarih ilgisinde çok sevindirici bir artış var. Birçok şeyin yitip gitmemesini ise devlet arşivlerine ve yayınlarına borçluyuz. 

İşte bir 19. yüzyıl kahramanımız olan Gamsız Hasan Bey’e de ilk kez Donanma Komutanlığı tarafından yayımlanan Deniz Mecmuası’nın 1931 yılının Temmuz’unda çıkan 324. sayısına ait “Tarih” ilavesinde rastlamıştım. Çıktığı zaman 15 kuruşa satılan mecmuanın iç kapağında kırk bin lira yazdığına göre, herhalde 90’larda bir sahaftan almış olmalıyım. “Harp tarihi encümeni deniz mütehassısı” Ali Haydar Emir tarafından yazılmış olan 51 sayfalık değerli ek 1866-1869 Girit İhtilali’ni anlatırken, Gamsız Hasan Bey’in Erkadi’yi batırışına da özel bir yer ayrılmış ve makalenin alt başlığına taşınmıştır. 

Ne var ki Hasan Bey’in ilk macerası, İskenderiye’de düşmana teslim edilen donanmadan kaçış hikayesidir. Donanmanın o tarihte düşmana, hem de Osmanlı devletiyle harp halindeki bir düşmana teslim edilmesi de başlı başına bir ibret vesilesi, tarihimizin utanç dolu sayfalarından birisidir. Ama bu tarihi iyi öğrensek ve öğretseydik, belki donanmamızın başına daha sonraki felaketlerden bazıları gelmezdi. 

Gamsız Hasan’ın Girit isyanı sırasında komuta ettiği İngiltere’de imal edilmiş, altı toplu, 1075 tonluk yardımcı korvet sınıfından İzzettin gemisinin bir çizimi. 

Kayıkçı donanma komutanı yapılırsa 

Bu işi yapan şahıs, “hain” veya “firari” lakabıyla anılan Ahmet Fevzi Paşa isimli donanma komutanıdır. Donanmanın teslimi, Osmanlı devletini yöneten bürokrasinin ne kadar ihanete yatkın kişi ürettiğinin sayısız örneğinden birisidir. Bu bürokrasi içerisinde ilerlemek için çoğu kez üst makamların veya padişahın iltifatına mazhar olmak yetiyordu. Okuma yazma bilmeyen kaç paşa, söz konusu makamlara salt siyasi hesaplarla atanan kimbilir kaç beylerbeyi gelip geçmiştir yüzyıllar boyunca! Yönetim zaafları gerçekten büyüktü ve gerçekten değerli ve çalışkan kişilerin yanı sıra, dalkavuklar bir anda onların üstündeki makamlara getirilebilmekteydi. 

“Miralay” Hasan Bey 

Gamsız Hasan, Mısır’dan firar ettikten sonra zabit sınıfına yükselmiş, Erkadi’yi savaş dışı bırakmasının ardından miralaylığa (albaylığa) terfi etmişti. 

Ahmet Fevzi, Girit’ten İstanbul’a gelerek kayıkçılık yaparken burada edindiği çevre sayesinde “Hassa müşiri” olmuş, yani rütbeyi saraydan almıştır. İ. Hami Danişment kapsamlı eserinin beşinci cildinde tüm kaptan-ı deryaların biyografilerini verirken bu adam için “… nihayet mülteci bulunduğu Mısır’da cariyeleri tarafından zehirlenerek, bir lekeden başka bir şey olmayan zararlı vücudu ortadan kaldırılmıştır” diyerek geleneksel tarih anlatımın dışına çıkacak şekilde, öfke dolu bir üslup kullanmıştır. İşte bu şahıs, üç yıldan uzun bir süre Osmanlı donanmasına komutanlık yaptı. 

Rizeli Gamsız Hasan ise, İskenderiye’ye kaçırılan donanmada topçu çavuşuydu. 1804 yılında doğmuş, yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra başlatılan askerî reformlar sırasında tersaneye yazılmıştı. Gemilerin enterne edildiği bu limandan kaçıp ülkeye döndükten sonra subay sınıfına geçirilerek rütbe almış ve Girit isyanı sırasında da kendisine donanmanın en hızlı gemisinin komutanlığı emanet edilmişti. 

Mısır’a kaçırılan Osmanlı donanması 

Madem ki hikayeye girmiş buluyoruz, o halde donanmanın kaçırılış kısmını es geçemeyiz. Bir ülkenin donanmasının, hem de kendi komutanları tarafından kaçırılarak savaş halinde olunan ve teorik olarak isyancı bir güce teslim edilmesi son derece utanç verici bir olaydır. Osmanlı devletinin 19. yüzyılda içinde bulunduğu sayısız çalkantının en acı sayfalarından birisidir. 

Mısır ve Yunan isyanlarının II. Mahmut’u en çok meşgul eden sorunlar olduğu bilinir. Napolyon işgalinden sonra Mısır’a gönderilen birlikler arasında bulunan Mehmet Ali, burada karışıklık çıkartıp kısa sürede iktidarı ele almış, Memlûk beylerinden geriye kalanları da maiyetlerindeki savaşçı liderlerle birlikte pusuya düşürüp öldürmüştü. Buraya müdahale edecek gücü olmayan Bâbıâli onun hakimiyetini ister istemez kabullendi. Esasen Vehhabî ayaklanmasını bastırmak için de başka çare bulamadı. Daha sonra Yunan ayaklanmasını bastırmak için de ona muhtaç kalındı. 

Hasan Bey batırdı, Ertuğrul götürdü İzzettin vapuruyla tutuştuğu savaşta yanarak karaya oturan Erkadi’yi yedekleyip İstanbul’a götüren Ertuğrul fırkateyni (üstte). Gamsız Hasan Bey’in Kâtip Hüseyin Efendi tarafından yapılan suluboya portresi, Deniz Müzesi. 

Tüm bu süreçte Kavalalı Mısır’da kendisine bağlı bir ordu ve donanma sahibi olmuş, Suriye’yi istemeye başlamıştı. İlk girişiminde Kütahya’ya kadar ilerledi ve akabinde yapılan antlaşmaya rağmen Çukurova’dan çıkmadı. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra 1839 Haziran’ında Osmanlı ordusu Nizip’te Kavalalı’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır kuvvetleri karşısında birkaç saat içerisinde dağılınca, Sultan bunu kaldıramayarak hayata veda etti. Bu, eski ordunun kaldırılıp, yenisinin henüz kurulmadığı, büyük devletlerin her konuya müdahil olduğu bir felaket dönemi idi. 

İşte, Navarin felaketinden sonra büyük fedakârlıkla yeniden ayağa kaldırılan Osmanlı Donanması, Nizip Muharebesi’nin hemen öncesinde Ahmet Fevzi Paşa komutasında Akdeniz’e açılmak üzereydi. Çanakkale’de iken sultanın öldüğü haberi gelmiş, paşa da görevden alınacağı, hatta öldürüleceği korkusuyla garip davranışlar içerisinde girmişti. Bu sırada ikinci komutan Osman Bey de Mısırlılara teslim olmaktan söz etmeye başlamıştı. 

Tam bu noktada devreye, uzun süredir Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile iyi ilişkiler geliştirerek Mısır’daki nüfuzlarını artırmak isteyen Fransızlar girdi. 

2013 yılında yapılan Uluslararası Denizcilik Tarihi Sempozyumu’na bu konuda bir tebliğ sunan Ahmet Dönmez, Fransız Amirali Lalande’ın bu sırada Osman Bey ile görüşmeye geldiğini anlatmaktadır. Hüsrev ve Halil Paşaların II. Mahmut’u zehirleyerek iktidarı ele geçirdiklerini, Rusya ile anlaştıklarını ve Abdülmecit’in ellerinde esir olduğunu söylemişti. Sonuçta panik ve kafa karışıklığı yaratılarak donanma İskenderiye’ye götürülmüştür. Burada Mehmet Ali Paşa, Hüsrev Paşa’yı devirmeye çalışacağını söyleyerek donanmanın kendisine teslim edilmesini istedi ve donanma personeli, başlarındaki komutan paşaların buna boyun eğmesine karşı çıkamadı. Kayıkçıdan amiral yaparsan olacağı buydu. 

Bu süreçte Fransızların rolünü öğrenen İngilizler devreye girerek donanmanın iadesini zorladılar ve Mehmet Ali Paşa, Babıali’nin Mısır’daki konumunu meşrulaştırması, yani adı vali olmakla birlikte pazarlıkla fiilen Mısır’daki saltanatının tanınması karşılığında gemileri serbest bıraktı. Osmanlı donanması iki yıla yakın esir kaldıktan sonra, 1841 Mart ayında İstanbul’a döndü. 

Bu, son derece karmaşık askerî ve diplomatik olayları içeren, entrika dolu bir süreçtir. Olaylar devam edecek, 1866 yılında Mısır valiliği “Hidiv” unvanıyla değiştirilerek ve en büyük oğula geçmek koşuluyla İsmail Paşa’ya verilecekti. Bundan üç yıl sonra da, on yılda 30.000 işçinin ölümüyle tamamlanan Süveyş Kanalı Fransız kontrolünde açılacak, ama bir süre sonra İngilizlere geçecekti. Yani, Fransızların donanmanın kaçırılışındaki rollerinin arkasında, çok daha eskiye giden kanal açma hakkının elde edilme çabası da yatmaktaydı.

Kaptanların ve Gamsız Hasan’ın firarı

Donanma İskenderiye’de yatarken, bir grup gemi kaptanı gece er elbisesi giyerek bir işkampavya (büyük filika) ile gizlice İskenderiye’den ayrılıp, çok zorlu bir yolculuktan sonra Rodos’a ulaştılar. Umarım, bir gün bu hikayenin de ayrıntılarına ulaşırız. Limanda kalanlar onların kurtulup kurtulmadığından haberdar değildi. Ne var ki, Gamsız Hasan da kaçmaya karar vermişti. Güvendiği bir avuç denizciyle birlikte bir plan yapmış, gene bir işkampavya hazırlamış, gizlice silah ve malzeme yükleyerek gece karanlığında denize açılmıştı. 

Ancak Mısırlılar bu kez tetikte duruyorlardı. Sabah olunca durumu fark ederek arama faaliyeti başlatmışlar, birkaç gemi alelacele denize açılmıştı. Bunlardan birisi Gamsız’ın işkampavyasını açık denizde fark ederek yanaştı. Ne var ki Hasan Çavuş, teknede bulunan ufak topuyla gelen geminin çarklarını parçalayarak uzaklaşmayı başardı. Ülkeye dönmek için her riski göze alan kahramanlar, günler süren zor bir seyirden sonra, anlatıma göre “aç, çıplak, susuz ve yorgun” Kıbrıs’a ulaştılar ve oradan İstanbul’a gönderildiler. Hasan Çavuş burada zabit (subay) sınıfına geçtikten sonra terfi ederek Hümapervaz ve Kılıç Ali gemilerinin süvariliğini yaptı. Bir süre de Tuna donanmasında çalıştıktan sonra, döndüğünde İzettin gemisinin komutanlığına tayin edildi. İşte burada, büyük Girit ayaklanmasının sürdüğü 1867 yılına gelmiş bulunuyoruz.

Osmanlı donanmasına iki yıl el koydu

Donanma komutanı Ahmet Fevzi Paşa’nın Osmanlı deniz filosunu götürüp teslim ettiği Mısır hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa. 

Girit isyanında Osmanlı deniz ablukası

Adanın kolay kontrol edilemeyen sarp dağlık bölgelerinde güç toplamış olan asiler, bundan bir yıl önce 23 Ağustos 1866 tarihinde Girit’i Yunanistan’a bağlamak üzere harekete geçmişlerdi. Bir hafta sonra, 2 Eylül’de yayınladıkları bildiriyle bu amaçlarını dünyaya açıkladılar. Osmanlı hükümeti de gerek adaya asker göndererek, gerekse de donanma ile kıyıları ablukaya alarak tedbirlerini artırdı. 

Asilerin en büyük umudu, hızlı Yunan gemilerinin abluka hattını delerek gece karanlığında gönüllülerin yanı sıra, adaya silah ve malzeme çıkarmayı devam etmesiydi. Esasen 245 kilometre uzunluğundaki adanın, ince girinti çıkıntılar hariç 600 kilometreyi bulan sahillerinin ortalama dört gemiyle sürekli kontrol edilmesi olanaksızdı. Ayrıca Türk gemileri ikmal, bakım ve tamirat için uzaktaki üslere döndükçe sayıları daha da azalıyordu. Keza, kömür sıkıntısı da buharlı gemiler için sürekli sorundu. 

Ablukayı delmeye çalışan Yunan gemilerinin az bir kısmı yakalanıyor, bir kısmı tespit edilince yakınlardaki çok sayıdaki Yunan adalarına sığınıyor, asiler de kıyılarda sıkışınca bazen Batılı devletlerin gemilerine sığınıp kurtuluyordu. Daha sonraları birçok kez tekrarlanacağı gibi, tüm Hıristiyan dünyası asilere eğitim, silah, sığınma dahil her türlü desteği veriyordu.

Donanma hem Yunan kıyılarını ve Ege adalarını gözetleme, hem Girit’te ablukayı sürdürme ve ayrıca İstanbul’dan sürekli asker, malzeme taşıma görevlerini yerine getirmekte çok zorlanınca, deniz kuvvetleri yeniden örgütlendi ve yetenekli-deneyimli Vesim Paşa başa getirildi. Gemiler daha etkili şekilde kullanılmaya başlandı. İsmail gemisi ve Meriç korveti üç Yunan gemisini yakalayıp çok miktarda malzemeyi ele geçirdiler. Ne var ki Yunanlıların hızlı Erkadi gemisi bir ayda on iki sefer yapıp asilere dayanmalarını sağlayacak kadar malzeme götürmüştü. Onu yakalayabilecek sürate sahip yegane gemimiz, Gamsız Hasan Bey komutasındaki, İngiltere’de yapılmış olan altı toplu, 1075 tonluk, ancak yardımcı korvet sınıfında sayılabilecek olan İzzettin gemisiydi. İkinci kaptan Sinoplu Hasan Bey olup, birinci zabit Cihangirli Ragıp, birinci çarkçı da (makine subayı) Trabzonlu Miktat Beylerdi. 

İzzettin korveti isyanın başlaması üzerine önce abluka filosunda görev yapmış, daha sonra İstanbul’dan asker nakletmişti. Bir ara İstanbul’da tamire alınmış ve 11 Temmuz 1867 tarihinde Sadarete yazılan tezkere ile tekrar harekete hazır olduğu bildirilmişti. Ertesi gün hareket emri verildi ve 17 Temmuz’da Hanya’da demir attı. Bu sıralarda Mahmudiye zırhlı firkateyni ile Girit sularında bulunan Vesim Paşa, ambargo görevine çıkacak gemi kaptanlarına şu talimatı vermişti: “Bilhassa güneş battıktan sonra saat üçe kadar etrafa çok dikkat ediniz, zira bu suları çok iyi bilen kaçakçılar karanlığın en koyu saatlerinde kenara sokulmak isteyeceklerdir. Ağustosun yirmi birinci günü, ay saat üçte doğar. Buna iki gün var ama ay gene dolgun. Ortalık gündüz gibi aydınlanınca iyi bir av yakalamak için korkarım ki vakit geçmiş olmasın”. 

İmza yerine Miralay Gamsız Hasan Bey’in, imza yerine kullandığı çinkograf baskı kalıbı ve kalıbın kağıt üzerine basılmış hali, Deniz Müzesi. 

Gamsız Hasan’ın İzzettin’i Erkadi’ye karşı 

Bu talimatı can kulağıyla dinlemiş olan Hasan Bey, gece vakti tam kararttığı gemisinin köprüsünde, anlatıma göre “kartal bakışlarıyla” avını ararken baş tarafta bir kıvılcım fark ederek seslendi: “Söndür onu Hoca Efendi”. Gemi imamı İsmail Efendi, mutat üzerine sigara içmeye çıkmıştı. O sigarasını denize atıp aşağı inerken, kaptan iskele yönüne dönme emri verdi. Ayın doğmasına çok az kalmıştı ama gökyüzü alçak bulutlarla kaplı olduğu için fazla aydınlık olmayacaktı. 

Kaptan denizi tararken birden “silah başına” diye seslendi. Herkes görev yerlerine koşarken sancak baş omuzluğu yönünde ortaya çıkan karartıyı herkes tanıdı: “Erkadi…, Erkadi…” Giderek durumları zorlaşan ve küçük alanlara sıkışan Girit asilerine cephane ve yiyecek götürmekte olan Erkadi de tespit edildiğini anlamıştı ama önem vermedi. On dört millik sürati ve güçlü toplarıyla şimdiye kadar diğer Türk gemilerini rahatlıkla atlatmıştı. Rotasını biraz sancağa kırıp süratini artırdı. Ne var ki, Gamsız Hasan Bey ve mürettebat kendilerinden daha güçlü toplara sahip ve daha süratli olan bu geminin üzerine atılmakta bir an bile tereddüt etmedi. 

Kovalamaca başlar başlamaz İzzettin avını kaçırmamak için kazanlarını sonuna kadar yaktı ve bacasından dumanla karışık kıvılcım fışkırarak ekstra sürat kazandı. Paralel rotada giden gemiler birbirine ateş ediyor, yaralıların feryatları bağırılarak verilen sert emirlere karışıyordu. İki gemi de isabet almış olup, bacaları delik deşik olan İzzettin istim kaybederek süratten düşmeye başlamıştı. Ayrıca içeride patlayan bir top mermisi altı denizcinin yaralanmasına neden olmuştu (Bu denizciler arasında şehit(lerin) bulunduğu ifade edilmekle birlikte, toplam zayiat içerisinde kaç kişi olduğu ayrıca verilmemiş). 

Avını kaçırmaktan korkan Hasan Bey yardımcısına “Rampa edeceğim Efendi Kaptan, pruvaya asker hazırla” diye haykırdı. Bu sırada Erkadi de birçok isabet almış, kaptanı ve dümencisi yaralanmış, atışları düzensiz hale gelmişti. Erkadi mürettebatı durumu umutsuz görünce taşıdığı cephaneyi denize atmaya başladı. Bu sırada ay çıkmış, zifiri karanlık kırılmıştı. İzzettin avına yetişti. Amacı batırmak değil ele geçirip amirale teslim etmekti. Çok yaklaşınca “sancak bordasına rampa” komutu verdi ve İzzettin büyük bir gürültüyle Erkadi’ye bindirdi. Vesim Paşa daha sonra kendi kaleme aldığı raporda bu sırada Erkadi’nin sağ pervanesinin kırıldığını yazmıştır. 

İzzettin ile Erkadi’nin gece kapışması Yunan gemisi Erkadi ve peşindeki Osmanlı korveti İzzettin gece karanlığında borda bordaya gelmiş kozlarını paylaşıyor, Deniz Müzesi. 

Ali Haydar Emir’in heyecanlı anlatımına göre: “… İki gemi birbirine takılmış ağır ağır sürüklenirken makineler durmuş, toplar susmuş, kılıç, balta ve tabancalar işleme başlamıştı”. Gamsız Hasan Bey de eğri kılıcını sıyırıp güverteye atlamıştı. Ancak Erkadi’de başlayan yangın büyüyünce Hasan Bey gemisini biraz uzaklaştırıp top ateşine devam etti. Erkadi Alafonisi kayalıklarına doğru baştankara etmeye çalışınca tekrar rampa etti ama gene çekildi: “Böylece rampa ede, top ata, kılıç sallaya altı saat süren yakın çarpışmadan sonra Erkadi ateş topu haline gelerek bir sığlıkta karaya oturdu. Bu çatışmada bir Türk gemisi, kendisinden daha güçlü ve süratli bir Yunan gemisini yenmiş oldu”.

Olayın akabinde Mahmudiye zırhlı firkateyni olay yerine gelerek durumu bizzat tespit etti. Erkadi’nin yükü tamamen yanmıştı. Bu durumda topları ve işe yarayacak makine aksamı sökülerek alındı. Daha sonra yüzdürülerek Hanya’ya, oradan da Ertuğrul firkateyninin yedeğinde İstanbul’a götürüldü. Önce tamiri düşünülerek Taşkızak Tersanesine çekildi. Bu sırada donanmayı büyütme amacında olan Abdülaziz, geminin tamir edilip yeniden silahlandırılmasını istediyse de, bunun yeni bir tekne inşa etmekten daha pahalıya çıkacağı anlaşıldı. Uzun süre hatıra olarak Taşkızak’ta kaldı. Temmuz İnkılabı denilen II. Meşrutiyet’ten sonra yapılan tasfiyede kaldırıldı.

Kahramanın yeni ünvanı: Miralay Hasan Bey

Gelelim bu muharebenin kahramanlarına… Gamsız Hasan Bey miralaylığa terfi ettirildi. Yani, İskenderiye’de kaçıp ülkesine dönen topçu çavuşu, şimdi albay olmuştu. Önyüzbaşı olan ikinci kaptan ve birinci çarkçılar binbaşılığa yükseltildi. Seyir subayı ise önyüzbaşı oldu. İki sivil makinist maaş zammı alırken, diğer personele de ikramiye verildi. 

Erkadi’nin batırılması, karaya çıkan Türk kuvvetlerinin sıkıştırdığı asilerin moralini daha da bozdu. 1867’de zayıflayan isyan, 1868’de Yunanistan’dan adaya silah ve gönüllü sevkiyatının önemli ölçüde engellenmesiyle sönmeye yüz tuttu. Avrupa devletlerinin müdahalesi ile ıslahat öngören bir barış konferansı düzenlendi. Osmanlı Devleti bu vartayı atlatmıştı ama, yetişkin erkek nüfus olarak 15.000 Türk’e karşılık 40.000 Rum’un yaşadığı adada isyanlar hiç durmadı. Kaldı ki, Yunanistan’a yakınlığı nedeniyle asiler sürekli olarak yardım alabiliyordu. 

1878, 1888 ve 1896 yıllarında yeni ayaklanmalar oldu ki, bu sonuncusu Yunanistan’ın yenilgisiyle sonuçlanan bir Türk-Yunan savaşına yol açtı. Buna rağmen ada elden çıktı; bunda Batılı devletlerin sürekli olarak Yunanistan lehine müdahalelerinin birinci dereceden rolü olmuştur.