Shakespeare’in Hamlet’i bugünkü Türkiye’yi görseydi, herhalde o meşhur “Çürümüş bir şey var Danimarka Krallığı’nda” repliği yerine, “Yatıp kalkıp dua edin Danimarka Krallığı’na” derdi. Kırmızı çizgilerin nedense hep siyasi konularda çekildiği Türkiye, çocuk-kadın-şiddet-tecavüz-taciz konularında adeta bir “hoşgörü ülkesi”ne döndü.
“Dünyanın her yerinde oluyor bu işler” veya “bir sapık yüzünden koskoca camiayı suçlamayalım” ise, Türk usulü çağdaş trajedilerin en popüler replikleri oldu. Mâlum, biz Türklerin kurduğu en başarılı ve uzun vadeli ortaklıklar, suç ortaklıklarıdır. “Kol kırılır yen içinde kalır” diye diye yıllardır kırılan hayatlar, cezasızlandırma ve “yapanın yanına kâr bırakma” geleneğimizin sessizliğe boğulmuş en acılı insan tarihlerini yazar.
Bu yıl En İyi Film Oscar’ını kazanan “Spotlight” filminin yerli versiyonları, kim bilir kaç zamandır ülkemizde yaşanıyor. Hem devlete hem özel vakıflara ait yurtlarda, evlerde ortaya çıkan rezillikler, üstü kapatılanların yanında herhalde bir hiç mertebesindedir. Bu hadiselerin epeyce bir kısmının “dinî eğitim” veren yapılarda meydana gelmesi acaba bir tesadüf müdür? Yoksa din eğitimi, bu cinsel istismar ve saldırılar için bir tür “meşru platform” olarak mı kullanılmaktadır?
Çocukları hedef alan ahlaksızlık tarihinin dini, imanı, ateisti, seküleri, Müslümanı, Hıristiyanı yok. Burada önemli ve etkili olan, her türlü kapalı yapıları, kapalı kapılar ardında olup bitenleri açık edebilecek cesareti, bunların yaşanmasını engelleyecek kararlılığı gösterebilmek. Başka bir deyişle, hangi siyasi veya dinî ideoloji olursa olsun; ancak cemaatin, camianın, mahallenin, yaygın inanç ve kanaatin, yerleşik güç gruplarının sivil denetimi, yani ailelerin bunlar üzerindeki kontrolü bir sonuç verebilir. Diğer türlü tek başına ne devlet ne din ne gelenek ne de eğitime bel bağlayabiliriz.
Maalesef artık Türkiye’de “önce kadınlar ve çocuklar” deyişi bir felaket anında ilk kurtarılacakları tanımlayan bir pozitif ayrımcılığı değil, ilk istismar edilecekleri tarif eden gaddar bir saldırganlığı akla getiriyor. Kadın cinayetleri ve çocuk tecavüzleri karşısında bile kutuplaşmayı, kimlik siyasetini terkedemeyen Türkiye’nin sadece geçmişi değil, geleceği de ciddi tehdit altında.